ŞEYTANA DON BİÇEN ADAM


ŞEYTANA DON BİÇEN ADAM





Gözlerinin birinde bir özrü vardı. Bundan ötürü ağası bulunduğu köyde oturan insanlar, Kör Ağa derlerdi ona. Bulunduğu köyün arazisinin tamamına yakını kendisine aitti. Kökü ta Osmanlı’ya dayanan bir kuşağın son temsilcisiydi, yanında karın tokluğuna çalışan onlarca marabası bulunan Kör Ağa.
Köyde otururdu. Ama köyde oturmasına karşın ne çiftçilik eder, ne de bağda, bahçede çalışırdı. Kızgın yaz güneşinin kavurucu sıcağı altında buram buram ter dökmez, Paşasöğüdü Çayırı’nda tırpanla ot, Boztepe’nin Taşlı Tarla’sında orakla ekin biçmezdi. Ama buna rağmen oğlu-kızı,karısı-geliniyle birlikte canını dişine takarak ölümüne çalışan onlarca marabanın karnı aç, ambarları boş iken, Kör Ağa’nın karnı tok, ambarları doluydu. Çünkü köyün ağasıydı o.
Öpülesice nasırlı elleriyle tohumu ekenler marabalar; çarıklı ayaklarıyla karasabana koştuğu öküzlerin arkasından günlerce çift sürenler marabalar; kızgın yaz güneşinin kara sıcağına inat başından aşağıya boncuk boncuk akan terine aldırmadan sabahtan akşama kadar Taşlı Tarla’nın dikenleri arasında yerden sürüne sürüne orakla ekin biçenler marabalar; tarladaki ekinleri sırtıyla harmana taşıyanlar, harmana taşıdıkları o ekinleri malama haline getirmek içim dövene koştuğu öküzlerin arkasından dolap beygiri gibi dönenler; harman makinesinin marifetiyle birbirinden ayrılan buğdayları ambarlara, samanları samanlıklara taşıyanlar marabalardı. Ancak ambarları buğday, cepleri parayla dolan tek kişi Kör Ağa’ydı. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Tıpkı bir sülük gibi, himayesinde karın tokluğuna çalıştırdığı emekçi insanların kanlarını son damlasına kadar emerek yaşamını sürdüren bir kişiydi Kör Ağa. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Hayvancılık yapmadığı halde içinde inekleri,öküzleri, mandaları, koyunları, keçileri bulunan ahırları; içinde hindileri,tavukları, kazları ve horozları bulunan kümesleri; içinde atları bulunan tavlaları vardı Kör Ağa’nın. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Yaz-kış, sıcak-soğuk, yağmur-çamur demeden ahırında bulunan keçileri, koyunları, inekleri, öküzleri oğlakları ve kuzuları besleyenler marabalar; onların etlerinden, sütlerinden, yağlarından,peynirlerinden yararlanan, fazlasını satıp parasını cebine indiren tek kişi Kör Ağa’ydı. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Tavlasındaki atların bakımını yapanlar, besleyenler karın tokluğuna çalıştırılan marabalar; o atlara binerek diyar diyar gezip keyif çatan, fazlasını satıp parasını cebe indiren Kör Ağa’ydı. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Kümesindeki tavukları, horozları, hindileri ve kazları besleyip bakımını yapanlar karın tokluğuna çalıştırılan marabalar;onların etinden ve yumurtasından yararlanan, fazlasını satıp parasını cebine indiren Kör Ağa’ydı. Çünkü köyün ağasıydı, o.
Sevgi nedir bilmezdi bu zatı muhterem. Şefkati tanımazdı, merhametin yakınından bile geçmemişti. Körelmişti duyguları. Acıma hissini çoktan yitirmişti. Kindi, zulümdü, nefretti göbek bağıyla sıkı sıkıya bağlı bulunduğu yakınları, Kör Ağa’nın. Dostluğa yabancıydı, kardeşliğe düşmandı. Tıpkı özgürlüğe düşman olduğu gibi. Esarete dair sözcüklerin dışında sözcük bulunmazdı, dağarcığında onun. Aşığı olduğu tek şey orta çağ despotizmiydi. Çünkü köyün ağasıydı, o.
İlkellikle yakın bağı bulunduğu için hoşlanmazdı çağdaşlıktan. Aydınlık yarınlardan değil, dünün bağnaz karanlığından yanaydı o. Gözleri gibi dimağı da yoksundu aydınlıktan. İyilikten bihaberdi, binasını kötülükler üzerine inşa eden Kör Ağa.
Kendi saltanatının temelini, ezilen emekçilerin alın teri üzerine inşa eden Kör Ağa’nın mayası; kavgadan, kinden, gıybetten yana çalındığı için barış diye bir kavram bulunmazdı onun belleğinde.
Gaddardı, en az despot olduğu kadar. Kökü ta Osmanlı’ya kadar uzanan bir kuşağın son temsilcisi olmasına rağmen sınıfının tüm özelliklerini eksiksiz bir şekilde taşıyordu benliğinde. Nesli tükenmesine ve cumhuriyetin tüm nimetlerinden en iyi şekilde yararlanmasına karşın hala feodalizmin savunuculuğunu yapıyordu. Hem de böbürlene böbürlene.
İddia ediyor ve diyorum ki mümkün olsaydı da kan grubunun tespiti yapılabilseydi eğer, kanının kesinlikle AB grubu olacağından adım gibi eminim. Çünkü bilindiği üzere sözü edilen bu kan grubu, genel alıcı gruptandır.Bir başka ifadeyle bu kan grubu, kan gruplarının tümünden kan alabilmesine rağmen ancak yalnızca kendi grubuna kan verebiliyor, tıpkı hep almaya alışık Kör Ağa gibi. Çünkü o da emekçilerden emdiği kanla sürdürüyordu yaşamını.
Nekesti, pintiydi bir o kadar da cin fikirli.Sonunun yavaş yavaş geldiğini görür gibiydi artık. Biraz daha geç kalacak olursa orada barınmasının mümkün olamayacağının ve elindeki arazilerini bile satamadan çekip gideceğinin farkındaydı. Çünkü biliyordu ki maymunun gözlerini açma zamanı gelmiştir artık. Ağası bulunduğu Seydiler Köyü’ndeki arazisini ucuz-pahalı demeden satıp elden çıkarmaya çalışır birer ikişer. Her geçen gün toprakları gibi egemenliği de azalır olmaya başlar yavaş yavaş.
Çünkü başta yaz-kış, sıcak-soğuk demeden tarlasında, bağında, bahçesinde, ahırında karın tokluğuna çalışan emekçi marabaları olmak üzere Kör Ağa’nın arazisini satın alıp köye yerleşen toprağın yeni ve gerçek sahipleri hesaba katmıyordu artık varlığıyla yokluğu belli olmayan Kör Ağa’yı.
Çünkü artık hükmünü yitirmişti o. Yani borusu ötmez olmuştu Seydiler Köyü’nün sıradan bir vatandaşı haline gelen Kör Ağa’nın.
Hem Kör Ağa’nın bir zamanlar egemeni olduğu Seydiler Köyü’nde, hem de yörede bulunan öteki köylerde eskiden beri süregelen güzel bir gelenek vardır. Bu güzel gelenek gereğince ölen bir kişinin yeni yada az kullanılmış giysileri yıkanıp temizlendikten sonra yedi yemeğinin hemen ardından köyde veya çevre köylerde yoksul ve yardıma muhtaç olanlara verilirmiş. Seydiler Köyü’nde ölen kadınların giysilerinin çoğu zaman verildiği kişi, bir zamanlar Kör Ağa’nın tarlasında, bağında bahçesinde karın tokluğuna çalışan onlarca marabadan biri olan Yusuf Dayı’nın karısı Şerife Teyze’dir.
Yazgısını yaradanından, asaletini atasından,yoksulluğunu ve çalışkanlığını annesinden miras olarak devralan Şerife Teyze,yıllarca aynı yastığa baş koyduğu, aynı yazgıyı paylaştığı, birlikte aynı acıları ve aynı sevinçleri yaşadığı kocası Yusuf Dayı ile omuz omuza gece-gündüz, yaz-kış, sıcak-soğuk demeden bağında, bahçesinde, tarlasında didinir durur Kör Ağa’nın. Hem de binlerce cefakâr Anadolu kadını gibi sadece karın tokluğuna. Henüz ömrünün baharında olduğu bir dönemde karlar yağmaya başlar kapkara saçlarına. Çektiği yokluk ve acılardan ötürü henüz hazan gelmeden sararıp solmaya başlayan gül gibi yüzü, Anadolu’nun engebeli arazisi gibi kırış kırış olmuştur Şerife Teyze’nin.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de canından can kattığı, kanından kan verdiği bir, üç, beş derken yarım düzinenin üzerinde de çocuk doğurur. Bağında, bahçesinde, tarlasında daha çok çalışarak ağasının gelirini üçe, beşe katlasın diye. Ama umurunda mı ağasının…
Günlerden bir gün bir ölüm haberi yayılır Seydiler Köyü’nde. Köyün eski egemeni Kör Ağa’nın karısı bu dünyadan göçüp gitmiştir.Onca zulmüne karşın insanlık onuruna sahip onlarca eski marabası koşuşur Kör Ağa’nın evine. Töre gereği yapılan cenaze töreninin ardından el birliğiyle toprağa verilir, Kör Ağa’nın ölen karısının na’aşı. Köylük yerde adet olduğu üzere Kör Ağa’nın evine koşuşan onlarca eski marabası üzüntüsünü dile getirir.Acısını paylaşmak adına gönül alıcı sözler söyler eski ağasına. Kalanlarına sabır, ölen için Tanrı’dan rahmet dilenir. Yedi yemeğine kadar aralarında Şerife Teyze’nin de yer aldığı Seydiler Köyü’nün tüm sakinleri her gün cenaze evine uğrar. Yardımcı olup moral verme-ye çalışırlar eski ağalarına. El birliğiyle Kör Ağa’nın ölen karısının yedi yemeğini veren Seydiler halkı döner işlerinin başına.
Şerife Teyze hariç herkes işine gücüne bakar.Tabi Şerife Teyze de bakar işine gücüne. Ama bir beklenti içinde olmasından ötürü eli işte olan Şerife Teyze’nin kulağı sestedir. Eski ağasının, ölen karısının giysilerini kendisine vereceği beklentisi içinde olan Şerife Teyze,ölen kadının giysilerinin kendisine verileceği günü bekler dört gözle. Ama nafile. Çünkü yedi yemeği verildiği, kırkı çıkarıldığı ve elli ikisi okutulduğu halde Kör Ağa, ölen karısının giysilerini ne eski marabası Yusuf Dayı’nın karısı Şerife Teyze’ye ne de muhtaç bir başka kadına vermiş değildi, henüz.
Eee… Ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçmesine karşın yanında yıllarca karın tokluğuna çalıştığı ağasının, ölen karısına ait giysilerini kendisine vermemesi hayal kırıklığına uğratır,beklentisini boşa çıkardığı Şerife Teyze’yi. Çünkü o güne kadar köyde ölen kadınların tamamının giysileri ona verilirmiş. Ağasının bu geleneği bozmasına bir anlam verememektedir Şerife Teyze. Hadi diyelim bir başkasına verseydi hiç olmazsa teselli olurdu. Ama böyle bir durum da yok ortada. Böyle olunca daŞerife Teyze başka başka şeyler düşünmeye başlar. Bir yolunu bulmalıydı, bu giysileri ele geçirmenin. Hele hele eski ağasının ölen hanımının en son diktirip yalnızca bir-iki kez sırtına giyindiği o çiçek desenli, kırmızı renkli elbisesi yok muydu? O hepten aklını başından almıştı Şerife Teyze’nin. Ne yapıp yapıp onu mutlaka ele geçirmenin bir yolunu bulmalıydı. Düşündü günlerce onu ele geçirmenin yolunu. Nihayet sonunda buldu bir hal çaresini. Hayalini kurduğu o elbiseye bir an önce sahip olmak amacıyla kurduğu planı hemen yaşama geçirmeye başlar. Tabi eski ağası yerse…
Günlerden bir gün kalkar erkenden. Evde yapması gereken işleri bir an evvel bitirmek üzere hemen koyulur işe. Kahvaltıydı,bulaşıktı, temizlikti derken nihayet işini bitirir erkenden. İşi biter bitmez de hemen varır eski ağasının kapısına. Başlar eliyle iki kanatlı kapının tokmağını vurmaya.
Dişlerinden birçoğunun dökülmesine ve onca parası-pulu, malı-mülkü olmasına ve bütün bunları kendisine miras bırakabilecek bir tek çocuğu dahi bulunmamasına rağmen dökülen dişlerinin yerine yenisini yaptırmayan ve bundan ötürü “S” harfini “Ş” olarak; “Z” harfini de “J” olarak telaffuz eden Kör Ağa, dış kapısının vurulduğunu duyunca kalkar hemen uzandığı sedirin üzerinden. Varır evinin dış kapısına:
-Kim o? diye seslenir içerden.
Kapının dış tarafında bekleyen Şerife Teyze:
-Benim ağam, Şerife Kadın diye yanıtlar.
Açtığı kapı aralığında duran Kör Ağa:
-Buyur bacım, bir şey mi var? diye sorar.
-Yoo… Hayır… Bir şey yok ağam…
-Neye geldin o jaman?
-“Hiiç… Öylesine geldim işte. Ağamın bir halını hatırını sorayım, dedim. Bir ihtiyacı, bir eksiği gediği var mı” diye derŞerife Teyze.    
Durduğu kapı aralığından kenara çekilerek yol açan Kör Ağa:
-Kapıda kalma içeri buyur o jaman, der.
Güya ağasını kırmamak için onun davetine icabet eden Şerife Teyze girer içeri ve eski ağasının kendisine gösterdiği yere oturur.
Biraz önce üzerinde uzandığı sedirin üstün eoturan Kör Ağa:
-Hoş geldin bacım, der.
Oturduğu yerden hafif doğrulur gibi yapan Şerife Teyze:
-Hoş bulduk ağam, diye yanıtlar eski ağasını.
Kör Ağa:
-Naşılşın, eyi mişin? der.
-Sağ ol ağam iyiyim. Sen nasılsın?
-Ben de eyiyim, şağol bacım der ve devam eder:
-Böyle ani gelişinin bir şebebi vardır herhalde? Yokşa pek uğramajdın buralara der, Kör Ağa.
Şerife Teyze:
-“Yok, ağam bir sebebi mebebi yok. Senin de buyurduğun kimi çoktandır görüşemiyorduk. Bir varıp ağamın halını hatırını sorayım dedim, hepsi o kadar”, der.
Kör Ağa:
-Şağol bacım. Allah ırajı olşun, der.
Şerife Teyze:
-Sen de sağ ol ağam. Allah senden de razı olsun, der ve devam eder:
-Hem de…
Şerife Teyze’nin sözünü bitirmesini beklemeyen Kör Ağa:
-Eee… Hem

MEHMET KORKMAZ
EMEKLİ EĞİTİMCİ


 
Bugün 12 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol