2 TEMMUZ'A NASIL GELİNDİ


2 TEMMUZ'A NASIL GELİNDİ?

 IV. PİR SULTAN ABDAL ETKİNLİKLERİ'nin düzenlendiği 2 TEMMUZ 1993  Cuma günü Sivas'ta eşi benzeri görülmemiş bir vahşet yaşandı. Bu vahşet sırasında 33 can diri diri yakılarak katledildi. 
Vahşetin yaşandığı 2 temmuz 1993 cuma günü adına etkinlik düzenlenen PİRSULTAN ABDAL kimdir. Buna kısaca bir göz atalım.

ANADOLU’DA ZULME VE HAKSIZLIĞA KARŞI BAŞKALDIRININ SİMGESİ: PİR SULTAN ABDAL

Nerede doğmuş?
-Anadolu’nun emekçi halkının bağrından doğmuştur, Pir Sultan.
Anadolu halkının bağrında açmış bir kızıl güldür, Pir Sultan.
“Onu kendi bağrından doğuran halk, öldürülen sevgilisini kendi soluğuyla diriltmiş; diline diller, sazına sazlar katıp yaşatmış. Ölüsüne, dirisinden daha güçlü, daha etkili bir varlık kazandırmış, sönmüş bir canı, bin bir canla yeniden tutuşturmuş.” der, Sabahattin Eyuboğlu.

Ne zaman doğmuş?
Baki Öz, “Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları” adlı yapıtında: ”Düzmece Şah İsmail Olayı, tarih olarak bellidir. 1577-1578’ler. Pir Sultan’ın da Sivas valisi Hızır Paşa’ca idamı, bu belirlemeler sonucu ortaya çıkmıştır. 1590’lar. Pir Sultan, yaşının 70’in üzerinde olduğunu söyler. Demek ki; 1512–20 arası doğmuş olmalı.” der
Alevi düşmanlığı açısından ilk üç arasında yer almış olan Yavuz Sultan Selim’in, Alevi kırımı; kendisinin çocukluk günleriyle çakıştığına göre Osmanlı’nın en dalgalı, en sancılı günlerinde yaşamıştır, Pir Sultan.

Nasıl doğmuş?
Yavuz Sultan Selim tarafından başlatılan ve kadın-erkek, yaşlı-genç demeden yaklaşık 40.000 kişinin katledildiği Alevi kırımı, Pir Sultan’ın çocukluk anıları olduğuna göre gerek Kanuni, gerekse sonrasındaki dönemde savaşın, kargaşanın, zulmün, yokluğun,bunalımın ve yoksulluğun dorukta olduğu bir dönemde yaşadığını söylemek yanlış olmaz sanırım. İnsanların açlıktan ot otladıkları bir dönemde yaşamıştır, yani. Osmanlı’nın köylü, Türkmen ve Aleviler üzerindeki baskı, zulüm ve kırımın bütün şiddetiyle devam etmiş olması, başkaldırıların güncel hale gelmesini kaçınılmaz kılmıştır. İnsanların, Şii-Sünni diye iki karşıt gruba ayrılması, ayrılmak istemeyenlerin buna zorlanması sonucunda start alan kardeşin kardeşi kırdığı bir çatışma dönemi sırasında Saray’ın, gücünün ve ağırlığının tamamını softa Sünnilerden yana kullanır olması Alevileri, direnmeye zorunlu kılmıştır. İşte Pir Sultan, bu direniş zorunluluğu sonucunda doğmuştur.

Pir Sultan nasıl bir kişiliğe sahiptir?
Anadolu halkından kopmuş, köyün ve köylünün dilinden anlamaz olmuş, Arap’ın zemzem suyunu, halkın alın terinden daha kutsal sayacak kadar yozlaşmış, çıkmaz yollara sapmış, çıkarcıların çamuruna saplanmış olan Osmanlı Sarayı’na karşı başkaldıran kişidir, Pir Sultan. 
Şiirleriyle, Saray tarafından halkın kanıyla beslenilen ve uyanmaya engel olan yobazlara karşı savaş açan kişidir, Pir Sultan.
Saray tarafından İstanbul’un ortasında yaptırılan medreselerden yüzümüzü ağartabilecek, kendisinden gururla söz edebileceğimiz bir kişi bile çıkmamışken, halk tarafından dağ başlarında Saray'ın ve yardakçılarının engeline rağmen ayakta tutulan tekkelerde ışığı, karanlığa egemen kılan yüzlerce Pir Sultanlardan biridir, Pir Sultan.
Dünü karanlık, emeli kirli, örümcek beyinli, eli kanlı, satılık softaların karşısına dikilip geçit vermeyen aşılmaz bir engeldir, Pir Sultan.
“Cennet, anaların ayağı altındadır” dediği ve mirasta hak tanımadığı kadını, ikinci sınıf yurttaş olarak gören zihniyete şiddetle karşı çıkarak kadına: “Senin yerin kapının eşiği değil, başımın üzeridir” diyen Hacı Bektaş’ın izdaşıdır, Pir Sultan. 

Enel hak dedik de çekildik dâra
Edep erkân bize doğru yol oldu.”
 
diyerek “sevgi ve yol uğruna can feda etmenin timsali” sayılan Hallac-ı Mansur’un izdaşı olduğunu haykıran kişidir, Pir Sultan.

Koyun beni Hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kadılar, müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

diyen Pir Sultan, “düşüncelerinden ödün vermeyen inanç adamı kimliğiyle simgeleşen” Seyyid Nesimi’nin yolundan yürüdüğünü haykıran insandır, Pir Sultan.
Gâvur-Müslim, Alevi-Sünni, Türk-Kürt her kim olursa olsun ezilen tüm insanların sultanıdır, Pir Sultan.

Ne yatarsın bülbül kalk figan eyle
Şakıyıp ötmenin günleri geldi
Yeşil yaprak arasında gül kaldı
Söyleyip kokmanın günleri geldi

diyerek bülbülle dertleşen;

Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir

diyerek Hızır Paşa’yla korkusuzca cenk eden;

Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar

diyerek yeşil yaprağa özenip kara toprağı benimseyen kişidir, Pir Sultan.
Sabahattin Eyuboğlu’nun dediği gibi “Anadolu insanının sorunlarının dilidir; kerpiç duvarlı, toprak damlı küçücük Banaz’dan koca dünyaya açılan” kişidir, Pir Sultan.
Sabahattin Eyuboğlu’nun dediği gibi; “Hem dar tarikat kapılarına sıkışmamış Müslüman gizemciliğinin inançlarını, törelerini, ayinlerini ve doktrinini; hem de gizemli aşk anlayışını şiirlerinde dile getiren yüce bir ozandır” Pir Sultan.
Halkın, kendisinden yana olmayan Saray'a karşı bir direnişidir, Pir Sultan.
Yine Sabahattin Eyuboğlu’nun dediği gibi; “Parmakla sayılamayan, kırmakla tükenmeyen, dışından bakmakla halleri bilinmeyen yoksul, emekçi halkın ta kendisidir” Pir Sultan.

Haktan inayet olursa
Şah Urum’a gele bir gün
Çeke sancağı götüre
Şah İstanbul’da otura

Ya da;

Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu
Ali’m ne yatarsın günlerin geldi
Sancağımız Kazova’ya dikilsin
Ali’m ne yatarsın günlerin geldi.

diyerek bir kurtarıcıyı bekleyen yüce bir ozandır, Pir Sultan.

Yürüyüş eyledi Urum üstüne
Ali nesli güzel imam geliyor

diyerek umudunun gerçekleşmesi için kurtarıcının yürüyüp geldiğini söyleyendir, Pir Sultan.

Muhammed Mehdi’nin hak sancağını
Çekelim bakalım nicolur olsun
Teber çekip münkirlerin kanını
Dökelim bakalım nicolur olsun

diyerek ezilen Anadolu insanını, zalimin zulmüne karşı savaşım vermeye çağıran kavga adamıdır, Pir Sultan.
Her ne kadar kimi şairler; şiirlerinde, sürekli kötülüklerin üzerinde gördükleri padişah ve sultana dokunmadan kimi Saray memurlarını yerme ve taşlama geleneğini devam ettiriyor olsalar da bu geleneği ters-yüz eden, yergi ve taşlamalarının en ağırını Sultan'a ve Sivas’taki temsilcisi Hızır Paşa’ya karşı yönelten kişidir, Pir Sultan.
İstanbul’da Saray surları içine kapanan Sultan’ın Sivas’taki temsilcisi olarak gördüğü Hızır Paşa’yı hırsız, zalim, yetim hakkını yiyen bir gaspçı; Padişah’ı, halkın feryadını duymamak için kulaklarını tıkayan bir sağır, masumları boğduran bir zalim ve kötülüklerin baş sorumlusu olarak gören kişidir, Pir Sultan.

Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı?

diyerek kadıları, rüşvet yemekle, hak söyleyen dilleri kestirmekle, yalan yulan fetva vermekle, para almadan hiçbir iş yapmamakla sorumlu tutan ve bunu şiirlerinde açık yüreklilikle dile getiren kişidir, Pir Sultan.
Oldukça güçlü bir konumda bulunan bu kötülere karşı düşünceleri berrak, hükümleri net, müşahedeleri realist, hisleri uzlaşmacı olmayan ve içinde yaşadığı düzeni: “Düzen bozulmuştur, insanlar deccal olmuş, sofular yezit kesilmiştir. Adil hanlar tahtından inmiş, kargalar şahan olmuştur. Edepsizler başa geçmiş, gelinde, kızda edep hayâ kalmamıştır” şeklindeki net çizgilerle tanımlayan kişidir, Pir Sultan. 
Politika ve tenkitlerle yüklü olan şiirleriyle emekçi Anadolu halkına, zalimin zulmüne karşı kurtuluş yollarını arayıp gösteren, içlerinden biri olduğu halkın yanında ve onlarla omuz omuza vererek haksızlıklara yolsuzluklara baş kaldırıda önderlik eden ve halkı, düzenin kendileri iyi ve uygun olanına yönelten kişidir, Pir Sultan.
Beş yüz yıldan beri sosyal problemlerin tenkidinde lezzet, sosyal problemlere baş kaldırıda simgedir, Pir Sultan.
Anadolu’da zulme ve haksızlığa karşı başkaldırının sembolüdür, Pir Sultan.
Aradan beş yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ günümüzde yaşarlılığını koruyor olması da bundan olsa gerek.

Amacı Neydi Pir Sultan’ın?
Bir değil, birçok amacı vardı, Pir Sultan’ın. İşte bunlardan birkaçı:
İzinden yürümüş olduğu Hacı Bektaş Veli’nin: “Hamı has, çirkini güzel, miskini çalışkan kılmak” düsturunu kendinden sonraki nesillere aktarmada öncülük etmekti bir amacı.
Bir başka amacı:

Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Mazlumun hakkın alalım
Tevekkeltü taalallah

diyerek emekçi Anadolu halkını, benliklerini yitirmeden zalimin zulmüne karşı “Bir olmaya, iri olmaya, diri olmaya” çağırmaktı, Pir Sultan’ın.
Direnen bir şiirin ustası ve bir dava adamı olan Pir Sultan’ın bir başka amacı da;
Baskının, zulmün, haksızlığın, kıyımın ve kırımın olmadığı iyi ve uygun bir düzeni getirmede öncülük etmekti. Bunu da Şah’la sembolize eden Pir Sultan, tüm bu olanlardan Sünni halkı değil, Osmanlı’nın siyasal erkini sorumlu tutmasından ötürü kavgası, sadece Osmanlı yöneticileriyle idi. Kimileri tarafından kasıtlı olarak öne sürüldüğü gibi onun idealindeki Şah, İran şahları değildi. Vecihi Timuroğlu tarafından da belirtildiği üzere Ali ve On İki İmam’dı onun yardım dileyip medet bekler olduğu Şah. Onda mevcut olan Şah sevgisi, hiç kuşkusuz ki Hz. Ali ve Tanrı sevgisidir. Bilindiği üzere Alevi geleneğinde Şah, önemli bir konuma sahiptir. “Cemlerde illallah çekilirken Ali Mürşit Güzel Şah sözleri terennüm edilir. Böylece Ali ile Tanrı Şah’ta bütünleştirilir” der Baki Öz.

Bütün bunları kim ya da niçin yapıyordu?
Saray’a ve saraylara karşı şiirlerini silah olarak kullanıp emekçi Anadolu insanının savunuculuğunu ve önderliğini üstlenen Pir Sultan’ın bütün bunları yapmasının bir tek nedeni vardı. O da insandı. O, yaptığı her şeyi insan için yapardı. İnsanı, her şeyin merkezine koyan Pir Sultan: “İnsanın her şey için değil, her şeyin insan için olduğu ve olması gerektiği” düsturunu savunuyordu. Çünkü ait olduğu felsefenin ilk şartıydı bu.

O; “Enel-Hak” demesinden ötürü sırasıyla elleri, ayakları, kolları, bacakları ve dili kesilerek işkenceyle yaşamına son verilen, dâra çekilen ve “sevgi ve yol uğruna can feda etmenin timsali” sayılan Hallac-ı Mansur gibi;

O;
Mansur Enel-Hak söyledi
Hakdır sözü hak söyledi

diyerek Mansur’u onaylamasından ötürü derisi yüzülerek yaşamına kıyılan ve “düşüncelerinden ödün vermeyen inanç adamı” kimliğiyle simgeleşen Seyyid Nesimi gibi;

O;
Hararet nârdadır sacda değildir
Dervişlik baştadır tacda değildir
Hakkı arar isen gönlünde ara
Kudüs’te, Mekke’de Hacc’da değildir

diyen Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli gibi düşünüyor ve onların izinden yürüyordu.

İnsandan büyük ne ola ki;
Yaradanından ötürü”

diyen Pir Sultan, insanın insana kulluğunun her türlüsüne karşıdır. 

Pir Sultan, bütün bunları yaparken bir yandan içinde yaşadığı topluma karşı olan görevini yerine getiriyor, öte yandan da bağlı bulunduğu kültürün felsefesinin gereklerini yapıyordu. Zira Alevilikte insan, özellikle de kâmil insan, her şeyin dışında ve üzerinde tutulur. Kısacası her şey insan merkezlidir.

Sığarız cihana sanma ki dardır
Bakarsan görürsün bu aşikârdır
Aradığın her şey insanda vardır
Tanrı’nın sıfatı kulda gizlidir

                                Sefil Hayranî 
                              (Mehmet Korkmaz)

Evet, bu dörtlükte de görüldüğü üzere Alevilik felsefesinde Tanrı’da mevcut olan tüm özellikleri insanda, özelliklede “kâmil insan”da bulmak mümkündür. Bu felsefe uyarınca insan en yüce varlıktır. Bundan ötürüdür ki sevilmesi, değer verilmesi ve saygı gösterilmesi gereken tek varlıktır, insan.

Pir Sultan Neden ve Ne Zaman Asıldı?
“1590’larda Kiğı (Bingöl)’de Türk ve Kürt boyları yeniden ortaya çıkan ikinci bir Düzmece Şah İsmail’in arkasında birleşmiş; eylemlerini, devlet baskısı karşısında huzursuz olan Yozgat, Sivas, Tokat yörelerine doğru genişletmişlerdi. Özellikle bu ayaklanmalar; Sivas yöresinde Pir Sultan’ın çevresinde düğümleniyordu. Pir Sultan gibi duyarlı, toplumcu ozan ve sanatçı birinin bu gelişmelere ilgisiz kalması düşünülemez. Onun, bu Alevi eylemlerine katılması, görev üstlenmesi, Alevilere sürekli uygulanan kırımın da bir gereği olmalı. Durum onu gösteriyor ki Pir Sultan, 1577 Düzmece Şah İsmail Eylemi’nden beri bu olayların -şöyle ya da böyle- içindedir. Düzmece Şah İsmaillerle ya da halifeleriyle sürekli ilişki içerisindedir. Gerçi ilkinde kıyımdan kurtulmuştur, ama 1589’lardakine katılması, bu aralar II. Murat döneminde yapılan İran Seferi üzerine Anadolu Alevilerine uygulanan geleneksel kırımdan kurtulamamıştır. Bilindiği gibi her İran’a sefer yapılırken Anadolu’da İran yanlısı olarak düşünülen Alevilere bir kırım operasyonu uygulanıyordu. Bu kez de uygulanan böyle bir operasyon sonucu Aleviler arasında oldukça etken olan, dilinde “Şah” sözünü bırakmayan, bu tutumuyla da Safevi yanlılığı izlenimi veren Pir Sultan, büyük bir olasılıkla 1590’larda Sivas’ta asıldı.”  der, Baki Öz, “Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları” adlı yapıtında.

Bize de gel oldu kanlı Sivas’ta
Hızır Paşa bizi astı bulunmaz.

diyen Pir Sultan, sözde padişaha karşı Şah’tan yana olduğu ve kendi imparatoruna karşı yabancı imparatoru tutması nedeniyle dar ağacına çekilmiştir.
Oysa şurası iyi bilinmeli ki Pir Sultan, halktan kopan bir Saray’a karşı direnmiştir. Sabahattin Eyuboğlu’nun ifadesiyle; “affedilemez suçu işleyen Pir Sultan değil, padişahın ta kendisidir”.
Gene Sabahattin Eyuboğlu’nun sözleriyle buna yanıt verelim: “Halka ihanet etmiş bir padişah, padişaha ihanet etmiş bir ozandan daha mı az suçludur?”
Padişahın, kendini İstanbul’daki Saray surları içine kapatması, halktan kopmasına neden olmuştur. Bu durumda halkın, kendisinden kopan padişahtan uzaklaşarak yanlarında yer alan Pir Sultan’a sarılmasından daha doğal ne olabilir ki?

Pir Sultan kendisini astıran Hızır Paşa’ya şöyle sesleniyor:

Ben Musa’yım sen firavun
İkrarsız şeytanı lâin
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür, dirilir

Evet, Pir Sultan ölüp dirildiği içindir ki padişahlar ferman yazdılar: “Asılsın” deyi. Kadılar, müftüler fetva verdiler: “Asılması caizdir” diye. Cellâtlar, beş yüz yıldan beri Pir Sultanları astılar, astılar ama öldüremediler bir türlü.
Zira Pir Sultanlar, irticanın karanlığına inat aydınlık yarınların her şafağında yeniden doğarlar birer birer.
İşte dar ağacında yaşamına son verildikten yüzyıllar sonra bile adına, “Kültür Etkinlikleri” düzenlenmesi bundandır.

2 TEMMUZ’A NASIL GELİNDİ?
2 Temmuz gününe gelmeden evvel Sivas’ın geçmişine kısa bir göz atmakta yarar var. Tarih öncesi dönemden bu tarafa bir yerleşim bölgesi olan Sivas; yüz ölçümü bakımından Konya ve Ankara’dan sonra yurdumuzun üçüncü büyük kentidir. Coğrafik sınırları içinde çeşitli inançta insanların bulunduğu Sivas, Alevi ve Sünnilerin bu kadar yoğun olarak iç içe yaşamış olduğu birkaç Anadolu kentinin başında yer almaktadır. Ancak kökeni daha eskilere dayanan bu karmaşa, 1980 öncesinden başlayan ve sonraki yıllarda da giderek yoğun hale gelen göç ile kent merkezinde Alevi nüfusun gittikçe azaldığı Sivas için yeni değil. Sivas’ın tarihi tam bir göçler ve istilalar tarihidir. Tarihi boyunca dinlerin, ırkların ve kavimlerin ya savaşarak ya da bir arada yaşamaya çaba göstererek, kimi zaman da bu işi gerçekten başararak var oldukları bir belde ve aynı zamanda ünlü Kral Yolu üzerinde oldukça büyük bir önem taşıyan bir konaklama yeri olan Sivas, hem Hititler hem de Frigyalılar zamanında sadece bir yerleşim birimi olmakla yetinmeyip bir merkez haline gelmiştir.

Hem Roma hem de Bizans İmparatorluklarının hâkimiyeti altında iken de yıldızı parlak bir kent olarak ilginin odağı durumuna gelen Sivas; özellikle Bizans ve Selçuklu İmparatorlukları zamanında Hıristiyan, Rum ve Ermenilerle Müslüman Türklerin bir arada yaşamalarına karşın bu dönemlerde “Tarihe Geçmeye Değer” ne bir din kavgası, ne de bir ırk savaşı yaşanmadığı halde Sivas’ın, Yıldırım Beyazıt zamanında 1398 tarihinde Osmanlı egemenliğinin altına girmesinden kısa bir süre sonra başlayan mezhep çatışmalarının “kördüğüm” haline geldiği bir kent durumuna dönüştü. Doğu’dan (İran’da Şah İsmail) gelmiş bulunan Şii faktörler ile Batı’dan (Osmanlı İmparatorluğu) gelmiş bulunan Sünni faktörlerin “Sivas-Erzincan-Malatya” üçgeninde kesişmesi üzerine mevcut kargaşa ortamı savaşa dönüştü. Böylece 1473 yılında yapılan Otlukbeli Savaşı sırasında 80.000 civarında Alevi katledilmiştir. Bu Alevilerin katledilmesi için Müftü Hamza Efendi’den: “Kızılbaşların kâfir ve dinsiz oldukları için bunları kırıp topluluklarını dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Tövbe ve pişmanlıklarına inanmamalı. Bu topluluk; hem kâfir, hem imansız hem de kötülük yapıcı olduklarından öldürülmeleri gerekir.” şeklinde bir fetva almasına karşın bununla yetinmeyip İbn-i Kemal’e: “Kızılbaşların malının helal, nikâhlarının geçersiz ve Kızılbaş öldürmenin caiz olduğunu” savunan “Fi Tetfiri’r Revâfız” adındaki risaleyi kaleme alması için emir veren Yavuz Sultan Selim’in Şii dağılımını kesin bir şekilde durdurması belki siyasî barışı belirli bir zaman için sağladı. Ancak öte taraftan başlatmış olduğu mezhep çatışmalarını, Osmanlının uygulamış olduğu yoğun iskân siyaseti sonucunda bölgedeki Sünni nüfusun, Alevi nüfus aleyhine arttırılması daha da körükleyici bir hale geldi. 

Anadolu’yu kasıp kavuran Celâli İsyanları sırasında hep önemli bir görev üstlenen Sivas; Sünni Osmanlı devletince bir “Fesat Yuvası”, Alevilerce de “Sünni Osmanlı despotizmine karşı başkaldırının bir sembolü”ydü. İnsanlar; Alevi-Sünni şeklinde iki farklı cepheye ayrılmış, ayrılmaya sıcak bakmayanlar buna zorlanmıştır. Mezhep çatışmaları da böylece hızlı bir şekilde önemli bir yol kat etmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra Sünni Osmanlı devleti de hem gücünü, hem de ağırlığını softa Sünni’den yana kullanır olunca Alevilere yapacak tek şey kalmıştı: Direnmek… İşte bu direniş bilinci ve zorunluluğu Pir Sultan’ın doğmasına neden olmuştu.
Günümüzde sadece edebiyat tarihçileri ile folklor araştırıcıları tarafından ilgi gösterilen bir halk ozanı olmaktan çok daha öteye giden bir anlam, önem ve ağırlığa sahip olan Pir Sultan; Anadolu’da zulme ve haksızlığa karşı baş kaldırının bir simgesi durumuna gelmiştir artık.

Kaçıncı ölmem bu hain
Pir Sultan ölür, dirilir

Kendisi için kurulan darağacına alnı temiz, başı dik bir şekilde yürüyen Pir Sultan tarafından dile getirilen bu şiir, 400 yıllık Sivas tarihinin bir tarafını gün ışığına çıkarıyor.
Bu katliamların, Osmanlı dönemiyle sınırlı kalacağını sananlar yanıldılar. Ne yazık ki bu katliamlar, cumhuriyet dönemine de damgasını vurmaktan geri kalmadı. Zira Osmanlıdaki gibi büyük ve şiddetli olmasa da yakın tarihimizde de can kırımları yaşanır oldu Pir Sultan diyarı Kanlı Sivas’ta.
Tarih 1967. Sivas-Kayseri maçı sonrasında patlak veren olaylar sonucunda 44 kişi yaşamını yitiriyor.
Yıl 1978. 17 Nisan tarihinde “Hamido” lakaplı Malatya Bağımsız Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu’nun PTT kanalıyla evine gönderilen bombalı bir paketin patlaması sonucunda yaşamını yitirmesinden birkaç ay sonra Pir Sultan diyarı Kanlı Sivas’a da sıçrayan olaylar; 20 Ağustos 1978 tarihinde başlayıp Eylül ayı boyunca sürüp gitti. 
Tarih 3 Eylül 1978. Alibaba Mahallesi’nde iki çocuğun kavgasıyla ateş alıyor olayın fitili. Bunun akabinde sergilemiş oldukları çirkinlikleri savunacak cesaretleri bulunmadığı ve tanınmaktan korktukları için yüzlerini maskelerle gizleyen geçmişi karanlık, emelleri kirli faşistler, önce kavga etmekte olan iki çocuğu ayırmaya çalışan yaşlıca bir Alevi’yi adamakıllı hırpaladıktan sonra: “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın”;“Müslüman Türkiye”; “Komünistler Moskova’ya” ve “Milli Devlet Güçlü İktidar” vb. sloganlar atarak saldırıya geçiyorlar. Önceden planlanan saldırı için hazırlıklar yapılmış ve hatta Sivas dışından şehre güç getirtilmişti.

Olay; yine her zaman olduğu üzere senaristler tarafından hazırlanan senaryo gereği: “Aleviler Alibaba Camii’ne Bomba Atarak Yaktılar” yalan ve karalama haberi, kısa süre içinde şehrin dört bir yanına ulaştırıldı. Bunun üzerine hepsi birer yılan gibi zehirli, içi kinle dolu emeli kirli, örümcek beyinli, sakat fikirli gerici yobaz cami cemaatinin sokağa dökülmesi üzerine yine o bildik manzaralar yaşanır oldu, Pir Sultan diyarı Kanlı Sivas’ta.

Başta Alibaba Mahallesi olmak üzere Alevilerin ikamet etmiş oldukları Gökçebostan, Altıntabak ve 4 Eylül mahalleleri ile daha önceden gizlice işaretlemiş oldukları Alevilere ait iş yerleri, ev ve arabaları yine ağzı salyalı yobaz ve faşistlerin saldırılarına maruz kalmıştı. Bu olaylarda Alevilerin ikamet etmiş oldukları Alibaba Mahallesi’nde bulunan Alibaba Camii’nin Aleviler tarafından bombalandığı haberini alan Nakşibendî ve Kadiri tarikatlarının örümcek beyinli ileri gelenleri, hiç tereddüt etmeden ve olayın doğruluğunu araştırmaya gerek bile görmeden hemen Alevilere karşı “cihat” ilan ettiler.

Oysa cami bombalanması haberi karşısında “toplumsal cinnet” geçiren bu ağzı köpüklü yobaz gürûh, bilmiyordu ki camiye adını veren Ali Baba ile Pir Sultan “musahip” yani can ve kan kardeşidirler. Bundan ötürü de Aleviler tarafından kutsal sayıldığını ve bunun için de Alevilerce bombalanamayacağını bilmiyorlardı. Hatta Alevilerin; yalnızca Sünnilerin camilerine değil, Yahudilerin havralarına, Hıristiyanların kiliselerine karşı da saygıda kusur etmediklerini ve hoşgörülü olduklarını hesaba bile katmamışlardı.

Bu yalan ve bühtan üzerine önceden hazırlıklı oldukları rahatça gözlemlenen bu softa cami cemaati, ellerindeki sopa ve silahlarla gruplar halinde kente dağılmaya başladılar. Önlerine gelen ve Alevilere ait olduğu önceden belirlenen ev, iş yeri ve araçlar tahrip edilmeye, yakılmaya ve yıkılmaya başlandı. Yüce Ozan Pir Sultan diyarı Kanlı Sivas semalarını, ağzı salyalı yobaz sürüsünün emelleri gibi kirli, yüzleri gibi kapkara dumanlar kaplamıştı. Çünkü gerici faşistler, sayıları yüzlerle ifade edilen ev, iş yeri ve otomobili tahrip etmiş, yakmış ve yıkmışlardı.

Günler boyunca devam eden bu kanlı çatışmalar karşısında kentin güvenlik güçlerinin, olayları önlemekte yetersiz kalması üzerine çevre illerden askeri birliklerin getirtilmesine ve bir dizi yasağın konmasına rağmen güçlükle kontrol altına alınabilen ve tedirgin bekleyişin egemen olduğu ve ecele faydası olmayan korkunun had safhada olduğu Kanlı Sivas’ta meydana gelen olaylarda bilânço ağırdı. 9 ölü, 100’ü aşkın yaralı ve faşistlerce benzin dökülüp yakılan onlarca ev, iş yeri ve araçlar… Evet, bu yakıcı karakterlerini, daha doğrusu karaktersizliklerini ortaya koyan örümcek beyinli, gerici yobazlarla kafatasçı faşistler; 1978’de de yaktılar,1980’de de yaktılar, 2 Temmuz 1993’te de…

Kin kusulan, kan akıtılan 1978 Olayları’nın takriben iki yıl sonrasında yine bitmek tükenmek bilmeyen senaryolar kaleme alınmaya başlandı. Yeniden yazılarak sahneye konan senaryo gereğince Temmuz 1980’le birlikte Sivas’ta üzeri küllenmeye başlanan korlar tekrar alev almaya başladı. Zira Kanlı Sivas’ta bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kin kusulacağa, kan akıtılacağa benziyordu. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Takvim yaprağındaki tarihler 1 Temmuz 1980’i gösteriyordu, sol bir grupla polisler arasında çıkan çatışmanın yaşandığı zaman. Olayda bir Alevi vatandaş yaşamını yitirirken 1’i polis olmak üzere 7 kişi de yaralanmıştı. Bunun üzerine harekete geçen ağzı salyalı ortaçağ özlemcisi yobazlarla işbirliği yapan kafatasçı faşistler Alevilere ait ev, işyeri ve araçları tahrip etmeye, yakıp yıkmaya başladılar. Ortam oldukça gergindi, Pir Sultan diyarı Kanlı Sivas’ta. Bundan ötürü sokağa çıkma yasağı kondu. 2 Temmuz 1980 günü, ülkenin bu duruma gelmesinde büyük pay sahibi olan ve “Bana, sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen ünlü devlet adamımız ve zamane Başbakanı Süleyman Demirel başkanlığındaki MC (Milliyetçi Cephe) Hükümeti, 214’e karşı 227 oyla güven tazelerken Kanlı Sivas’ta yine can kırımı yaşanıyordu, kan kokuyordu, kin kusuluyordu, feryadı figan yükseliyordu, kanlı gözyaşı akıyordu ve matem yaşanıyordu.

Alevilerin ikamet ettiği Alibaba Mahallesi’ndeki polis karakolu basılarak bir bekçinin öldürülmesi olayının Alevilere mal edilmeye çalışılmasından ötürü Alevi halk üzerindeki baskı, zulüm, kıyım ve kırım giderek yoğunlaşıyordu. Tam bir can pazarı yaşanıyordu, semalarında kara kara bulutların dolaştığı Pir Sultan diyarında. Yaralıların bile hastanelere götürülemediği bir ortamda Alevilerin ikamet ettiği Alibaba Mahallesi’nde ve öteki mahallelerde yiyecek bulmak ciddi bir sorun haline gelmişti. Onlarca insanın yaşamını yitirdiği, yüzlercesinin yaralandığı bu olaylar sonrasında Adana, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere yurdun dört bir yanına göçler başladı Sivas’tan. İşte Sivas’tan daha çok Sivaslının İstanbul’da yaşaması bundandır. Bundan ötürüdür ki Sivas’tan daha çok Sivaslı Adana’da yaşıyor. Bundan ötürüdür ki Sivas’tan daha çok Sivaslı Ankara’da yaşıyor. Ve bundan ötürüdür ki zalimin zulmüne karşı başkaldırının simgesi haline gelen Pir Sultan diyarı Sivas, artık âşıklar şehri ve Alevi yuvası imajını karanlıklara gömmüştür.

Burada sırası gelmişken bir noktanın altını kalın çizgilerle çizmekte yarar vardır. Tabi Sünnilerin tamamını, ağzı köpüklü yobaz sürüsü gericiler ve kafatasçı faşistlerle aynı güruh içinde görmek hem büyük bir gaflet hem de büyük bir haksızlık olur.
“Alevi Yuvası” ve “Ozanlar Şehri” “imajı”nı yitiren Sivas, militan haline dönüşen radikal dinci hareketin kendine üs olarak seçtiği ve at oynattığı bir kaç merkezden biridir artık. 

2 Temmuz 1993 günü “Gazanız mübarek olsun Müslüman kardeşlerim” diyerek Pir Sultan dostlarının kaldığı Madımak Oteli’ni ateşe vererek 33 canı diri diri yakan geçmişi karanlık, emeli kirli yobaz gürûhu kutlayan Temel Karamollaoğlu’nun 1989 yerel seçimlerinde Belediye Başkanı olarak seçilmesiyle birlikte radikal dinci gelişimin gittikçe hız kazanmaya başladığı bilinen bir gerçektir. Hiç çekinmeden yerel iktidarın tüm olanaklarını aleni bir şekilde kendi karanlık emelleri doğrultusunda kullanmakta olan Sivas Belediyesi, İslami grupların tamamının gelişmesinde etken bir görev üstlenmiştir. Vakıflar ve yurtlar aracılığıyla kentin hassas noktalarına konuşlandırılmış olan üç telli yobazlar, konuşlanmış oldukları bu yerleri birer vurucu güç yetiştirme merkezi haline dönüştürmüşler. Ortaokul çağında olan çocuklardan üniversite öğrencisi gençlere değin sayıları yüzlerle ifade edilen öğrenci; resmi rakamlara göre sayıları 93 olan bu yurtlarda hem teorik hem de pratik eğitime tabi tutulmuştur. 2 Temmuz Katliamı’nda, bu katliamı gerçekleştirenler arasında bulunan ve vurucu güç olarak kullanılanların, bu yurtlarda barınan ve eğitilen öğrenciler ile belediye çalışanları olduğu gerçeğini göz ardı etmemek lazım.

İş, sadece bu kadarıyla bitmiyor. Bütün bunların yanı sıra Arap ve İran sermayesi tarafından desteklenerek parasal kaynak sağlanan ve radikal dinciler tarafından örgütlenme aracı olarak kullanılan vakıflarda ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan şeriatçı faktörlerin yarar sağladıkları gerçeğini sözde laik yöneticilerimiz dışındaki hemen herkes, hatta Mısır’daki sağır Sultan bile duymuştur.

Günümüzde kentte, akıllara durgunluk veren bir hareket özgürlüğü ve örgütlenme kolaylığı içinde boş meydanda at koşturup cirit oynayan Sünni kökenli tarikatlar; “dinsiz” ve “kâfir” olarak niteledikleri Alevilere karşı pervasızca “cihat” ilan etme konusunda önemli bir görev üstlenerek kilit işlevini yerine getiriyorlar. Pir Sultan Heykeli olarak tanımladıkları “Ozanlar Anıtı”nın, 2 Temmuz Can kırımı sırasında kaidesinden sökülüp koparılan kafasının “tükürün” çağrılarıyla geçmişi karanlık, emeli kirli, ağzı köpüklü yobaz sürüsünün arasında elden ele dolaştırılması bunun bir kanıtı değil miydi?                                                                                                                           MEHMETKORKMAZ

 Canlar suskun, canlar umutsuz, canlar çaresiz koyu karanlık koridorlarında Madımak’ın…
-Ya faşistler?
Onlar memnun, onlar hoşnut. 
Devlet Baba’dan da… 
Askerden de… 
Polisten de…
Onlar düşman. 
Sana düşman…
Bana düşman… 
Ona düşman…
Düşünen insana düşman…
Onlar hoşnut yaptıklarından.
Tüm sarhoşluğuyla kutluyorlar, zaferlerini.
Alkışlarla… 
Ulumalarla… 
Islıklarla… 
Tekbirlerle…

Hoşnut onlar yaptıklarından da polisten de askerden de devletten de…
Şükranlarını sunuyor, bu katliamı gerçekleştirmede kendilerine yardımcı olan herkese.

Ya Madımak?
O hüzünlü. O ağlamaklı, O yaslı. 
Bağırası geliyor O’nun.
“Kurtarın!” diye. 

Ama bağıramıyor bir türlü.
Çünkü sesi boğazında düğüm düğüm… 
Çünkü sesi boğuk boğuk Madımak’ın.
Camı kırık pencerelerinden nazlı nazlı salınan tülü tutuşmuş… Canların ayak bastığı halısı tutuşmuş. 
Koyu karanlık koridorlarında çaresizce ölümü bekleyen canların sinesi tutuşmuş.
 Tutuşmuş içi Madımak’ın.
Tutuşmuş Madımak…
Yanar alev alev…..
Bağrına bastığı canlarla yanar Madımak…

...
 
Bugün 65 ziyaretçi (86 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol