HOŞGÖRÜ

HOŞGÖRÜ

 

Bektaşi’nin biri bir Mevlevi’ye:

Sizin hırkalarınızın yenleri neden bu kadar geniş olur? diye sorar.

Mevlevi:

-Başkalarında gördüğümüz kusurları örtmek için, der.

Bu kez de Mevlevi:

-Peki, sizin hırkalarınızın yenleri neden bu kadar dardır? diye sorar, Bektaşi’ye.

Bektaşi:

-Biz hiç kimsede kusur görmeyiz de ondan, der.

 

xxx

Evet, biz hiç kimsede kusur aramasak da, var olan kusurlarını hoşgörüyle karşılayıp görmezlikten gelsek de başkalarının bizde kusur arama yarışına girdiklerine maalesef tanık oluyoruz. Hem de sayısız örneklerle…

“Herkes dinî inançlarında özgürdür” der Anayasa’mızın 24. maddesi. Ancak bugüne kadar görülen o ki bu hüküm, kâğıt üzerine yazılmaktan öteye geçememiştir, bir türlü uygulamaya konulamamıştır. Çünkü geçmiş yıllarda “Din Dersleri”; günümüzde de “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” adıyla anılan ve konularının tamamı Sünni-Hanefi mezhebinin inançları doğrultusunda hazırlanan bu ders, ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu kılınmıştır.

Hatta bu zorunluluğun kaldırılması için AİHM’e başvuruda bulunulmuş. Bu başvurular, görüşülüp karara bağlanmıştır. Ancak bizim devletimiz, bu kararı uygulamamış. Uygulamadığı gibi bir de temyiz hakkını kullanmıştır. Bu da görüşülüp karara bağlanmasına rağmen bizimkilerde hala bir kıpırdama belirtisi görülmüş değil.

                               *

İŞTE AİHM’NİN BU KONUDAKİ KARARLARI:

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), eğitimde zorunlu din ve ahlak kültürü derslerine karşı Ankara'dan davacı olan 14 Türk vatandaşının 2011 yılında açtığı davada kararını bugün açıkladı.

AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) eğitim hakkıyla ilgili maddesinin ihlaline hükmetti.

Mahkeme, oy birliğiyle aldığı kararda, Türk hükümetinden "zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini" istedi.

AİHM, 2011’de açılan “Mansur Yalçın ve diğerleri” davasında 16 Eylül 2014’te oybirliğiyle aldığı kararda, Türk hükümetinden zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini talep etmişti.

Ankara, bu kararı kendisine tanınan sürenin son gününde temyize götürdü. İtirazı değerlendiren Büyük Daire’de görevli 5 yargıçtan oluşan panel davayı gündeme almayı gerekli görmedi. AİHM’den Büyük Daire tarafından alınan kararla ilgili herhangi bir yorum yapılmadı. Bunun nedeni ise panelin başvuruyu gerekçe göstermeksizin kabul etme ya da reddetme hakkına sahip olması. Türkiye’nin itirazının ve temyiz talebinin geri çevrilmesi kararın nihai nitelik kazanması sonucunu doğurdu. Temyiz süreci kapanan dava nihai hal aldığından Ankara, kararın gereklerini yerine getirme ve dikkat çekilen mağduriyetleri giderme konusunda adım atmak zorunda.”

                                       *

-Peki, ben Hanefi mezhebinden değil de Şafii ya da Alevi isem o zaman n’olacak?

-Sen ne olursan ol bunu okumak zorundasın diyorsun.

-Öyleyse neden “Herkes dinî inançlarında özgürdür” ibaresini Anayasa’nıza koyuyorsunuz?

Sen Anayasa’na bu ibareyi koyacaksın, ama uygulamada bunun tersi bir tutum izleyeceksin. Sonra da kalkıp özgürlükten dem vuracaksın. Özgürlük bunun neresinde?

Anayasa’mızın 24. maddesinde ve ilgili öteki yasalarda belirtilen açık hükümlere rağmen egemen mezhebin inancı doğrultusunda hazırlanan bu ders kitabında yer alan konular, öteki mezhep ve inançlarda olan insanlara bir zorunluluk olarak dayatılmıştır. Hem de lâik olduğu savunulan bir ülkede.

-Lâik bir ülkeye yakışır mı bu? diye sorarlar adama.

Nasıl bir yanıt vereceksiniz o zaman? Doğrusu bu yanıtınızı şimdiden merak ediyorum.

Ben namaz kılmıyorum, kılmak da istemiyorum. Oruç tutmuyorum, tutmak da istemiyorum.  Bu ülkede yaşamam için ille de bunları yapmak, yerine getirmek zorunda mıyım ben? Anayasa’ya koyduğunuz hükme göre “Hayır”, yaptığınız uygulamaya göre “Evet” diyorsunuz. Bunun hangisi doğru? Din, birey ile Tanrı arasındaki bir konu değil mi? Neden üçüncü kişiler giriyor araya? Neden siz, Tanrı adına konuşuyorsunuz? Siz avukatı mısınız o’nun? Her şeye muktedir olarak gördüğünüz o Tanrı, kendisini savunmaktan ve kendisine haksızlık yapan insanlardan hesap sormaktan o kadar güçsüz ve aciz midir ki siz onun avukatlığına soyunuyorsunuz? Bunu anlamış değilim. Madem Anayasa’da ve ilgili öteki yasalarda yer alan açık hükümlere rağmen bir dayatma yapıyorsunuz. O zaman çıkarın Anayasa’nızdaki ve ilgili öteki yasalardaki hükümleri. Neden dürüst davranmıyorsunuz? Madem bu dayatmayı yapıyorsunuz o zaman “Cumhuriyetle yönetiliyoruz”,  “Lâik”iz (zira laiklik diye bir kavram da yoktur artık) demeyin bari.

Softaların ağızları her açıldığında: “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” diye söylenir dururlar. Ben ne Allah’tan korkarım, ne de kuldan utanırım. Ben, sizin gibi insanların canına, malına, namusuna hor gözle bakmıyorsam, çalıp çırpmıyorsam, yalan söylemiyorsam, kimsenin hakkını gasp etmiyorsam neden korkayım Allah’tan, neden utanayım kuldan?

Bütün bu dayatmaları yerine getirmek gibi bir zorunluluğum yoktur, benim. Ama camiye, kiliseye, havraya gidene de, oruç tutup namaz kılana da, kendi inançlarına göre ibadetlerini yapana da karşı değilim. Tam tersine saygı duyuyorum onların inançlarına. Ben, yalnızca başkalarının inançlarına gösterdiğim saygının aynısının başkalarınca da bana gösterilmesini istiyor ve diliyorum.

Hepsi bu kadar.

Bundan daha doğal ne olabilir ki? Bunları istemek ve beklemek benim hakkım değil mi?

Ama maalesef bu mümkün değil ülkemizde. Mümkün olmadığı da delillerle sabittir.

-Nasıl mı?

-Anlatayım.

Siz, İslamiyet tarihi boyunca oruç tuttuğu, camiye gittiği, namaz kıldığı için horlanan, dışlanan, ezilen, dövülen, işkenceye tabi tutulan, katledilen birini duydunuz ya da okudunuz mu?

-Hayır.

Günümüze değin ne bu tür bir olaya tanık olunmuş, ne de böyle bir olay söz konusu olmuştur. Tarihte böyle bir olaya rastlamak mümkün değildir.

-Peki, bunun aksi olmuş mudur?

-Evet. Hem de binlerce kez…

 

Örnek mi istiyorsunuz? Buyurun size binlerce örnekten sadece birkaçını sunayım:

Örneğin 19–26 Aralık 1978 tarihleri arasında yaşanan ve 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilen Maraş Olayları’nda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunun yüzde 80'i Maraş'ı terk etmiştir. 

22 Aralık günü Cuma namazında Maraş Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri; olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında "Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır" diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, "Allah için Alevileri, gâvurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun" diyorlardı.

Örneğin Elazığ’da 12 Eylül 1978 günü başlayıp 6 Aralık 1978 gününe kadar aralıklarla devam eden kanlı olaylar sırasında 90’ın üzerinde Alevi katledildi, yüzlercesi yaralandı.

Örneğin Çorum’da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen, siyasi ve dini temelli olarak ortaya çıkan kanlı olaylar. Ülkücülerin, Alevi Mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesi’ne saldırması üzerine, çoğu Alevi olmak üzere resmi kaynaklarca 57 sol görüşlü yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar.

Örneğin Malatya’da 17 Nisan 1978 tarihinde başlayan olaylarda sağcı militan grubun öncülük edip kışkırtarak sokağa dökme başarısını elde ettiği ortaçağ özlemcisi, beyni küflü gerici yobazlar, ellerindeki sopalarla Alevilere ait ev, işyeri ve araçları tahrip ederek, kundaklayarak, yağmalayarak maddi zarar verirken, öte yandan da ellerindeki silahlarla kadın-erkek, yaşlı-genç, büyük -küçük ayrımı yapmaksızın rast gele taramaya başladılar, Alevileri. Kanlı baskınlar neticesinde sayıları onlarla ifade edilen Alevi yurttaş yaşamını yitirirken, çok büyük bir bölümü de yaralandı.

Örneğin 4 Mayıs 1987'de oruç tutmadığı için ülkücüler tarafından bıçaklanarak öldürülen Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Mehmet Şirin Tekin. 4 Mayıs 1987 günkü Hürriyet’in ilk sayfasındaki habere göre 3 Mayıs 1987 günü Van Üniversitesi Kampüsü’nün hemen karşısındaki bir kafede arkadaşlarıyla oturan Mehmet Şirin Tekin adlı öğrenci, oruç tutmadığı için bıçaklanarak öldürülmüş. 30 kadar öğrencinin, oruç tutmayan öğrencilere taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırısında 5 kişi de ağır yaralanmış...

Örneğin 1998'de Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğrencisi Kenan Mak'ın oruç tutmadığı için öldürülmesi..

Örneğin 1998'de Malatya İnönü Üniversitesi öğrencisi Ümit Cihan Tarho’nun oruç tutmadığı için öldürülmesi

Örneğin 12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde İstanbul’da Alevi vatandaşların çoğunlukta yaşadığı Gazi Mahallesi'ndeki dört kahvehane ve bir pastane aynı anda kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla açılan ateşle tarandı. İstanbul’un birçok bölgesine de sıçrayan olaylar sonucu 40'ın üzerinde ölü ve yüzlerce yaralı vardı.

Örneğin Erzurum’da Ramazan’ın ilk gününde saat 10.30 sıralarında Erzurum’un Yakutiye ilçesi Cumhuriyet Caddesi üzerinde meydana geldi. Cadde üzerinde bir alışveriş merkezine giden üniversite öğrencisi bir genç kız, AVM’nin kapalı olması nedeniyle sigarasını yolun kenarında içmeye başladı. Bu sırada “Ramazan ayında neden oruç tutmuyorsun da burada sigara içiyorsun?” diyen iki erkeğin, kadına tepki göstermesi kadın; “Bu durumdan size ne?” diyerek tepki göstermesi üzerine taraflar arasında gerilim yaşandı. Olayı gören trafik polisleri hemen duruma müdahale ederek kadın ile iki erkek arasında yaşanan tartışmayı sonlandırdı.

Örneğin 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas- Madımak Oteli’nde ateşe verilerek diri diri yakılan 33 canın katledilmesi olayında görüldüğü üzere kendileri gibi düşünmediği, kendisi gibi inanmadığı, kendisi gibi camiye gidip namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için horlanan, dışlanan, ezilen, dövülen, işkenceye tabi tutulan ve katledilen insanların sayısı yüz binlerle telaffuz edilir noktaya ulaşmıştır. Hem de devlet adına, devlet eliyle. Hem de padişahların fermanları, kadıların müftülerin fetvalarıyla. Hem de Müslümanlık adına. Bu mudur Müslümanlığınız? Bu mudur insanlığınız?

Bu tür katliamlarla doludur, tarih sayfaları. Hem de devlet tarafından tutulan vakanüvisler tarafından kaleme alınan tarihlerde yazılıdır, bütün bunlar. Nesimi’nin yüzülüşünü silebilir misiniz tarih sayfalarından? Perdeleyebilir misiniz Bedreddin’in asılışını, Pir Sultan’ın dara çekilişini?  Hallaç’ın boynuna yağlı kement geçirmedik, Kerbelâ Vakası diye bir olay yaşanmadı, bilmiyoruz diyebilir misiniz? Sivas-Madımak Oteli’ni ateşe verip 33 kişiyi diri diri yakmadık diyebilir misiniz?

-Diyemezsiniz. Çünkü gücünüz yetmez buna. Çünkü tarihinizde yazılıdır. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da kırıklarla doludur, karneniz.

Teoride “özgürsünüz” diyorsunuz, uygulamada set çekiyorsunuz önümüze. Ben inanışımda özgür bir birey isem eğer bırakın beni, sizin gibi değil kendim gibi yaşayayım. Şart mı sizin gibi, kula kul olmak? Benim birey olarak yaşamak hakkım yok mu? Benim birey olarak yaşamak istiyor olmam neden zor geliyor size?

 

Sonuç olarak; “Ağzı olan konuşur” misali mikrofonu kapan herkes, “Müslümanlık, hoşgörü dinidir” diyerek nutuklar atar.

İnsanların başını gövdesinden ayırmak mıdır, hoşgörü?

İnsanları diri diri yakmak mıdır, hoşgörü?

Sigara içen bir genç kıza saldırmak mıdır, hoşgörü?

Oruç tutmuyorlar diyerek film setini basıp oradakileri tehdit etmek, ağza alınmayacak küfürler savurmak mıdır, hoşgörü?

Bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür.

 Yazımı, 1772-1846 tarihleri arasında yaşayan halk şairi Dertli’nin bir şiiriyle sonlandırmak istiyorum.

 

Telli sazdır bunun adı 

Ne ayet dinler, ne kadı 

Bunu çalan anlar kendi 

Şeytan bunun neresinde? 

 

Abdest alsan aldın demez 

Namaz kılsan kıldın demez 

Kadı gibi haram yemez 

Şeytan bunun neresinde? 

 

Venedik’ten gelir teli 

Ardıç ağacından kolu 

Be Allah’ın şaşkın kulu 

Şeytan bunun neresinde? 

 

İçinde mi, dışında mı?

Burgusunun başında mı?

Göğsünün nakışında mı?

Şeytan bunun neresinde? 

 

Dut ağacından teknesi 

Girişten bağlı perdesi 

Behey insanın teres'i 

Şeytan bunun neresinde? 

 

Dertli gibi sarıksızdır 

Ayağı da çarıksızdır 

Boynuzu yok, kuyruksuzdur 

Şeytan bunun neresinde?

 

                                                        DERTLİ

 

 

 

 
Bugün 11 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol