ÇORUM OLAYLARI…
Kılıç Arslan II’nin 1175 yılında Anadolu Selçuklu İmparatorluğu topraklarına kattığı ve Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılışına değin süren dönemde kentte yaşanan en önemli olay, “Baba İshak Ayaklanması”dır. 1240 yılında patlak veren ve “Babaî İsyanı” olarak da anılan bu ayaklanma kenti derinden sarstı.
1243 yılında meydana gelen Kösedağ Savaşı’nın sonrasında İlhanlıların egemenliğine giren ve XV. yy.dan başlayarak değişik aralıklarla XVII. yy.a değin devam eden Celalî Ayaklanmaları’nın geniş ölçüde zararlara yol açtığı Çorum, Osmanlı topraklarına ilk katılışında “Eyalet-i Rum” adı verilen ve merkezi Sivas olan eyaletin sancak merkezlerinden biriydi.
M.Ö. 5000–3000 yılları arasında süren Bakırtaş Dönemi’nden başlayarak bir yerleşim merkezi olan ve M.Ö. XIX- M.Ö. XVIII. yy’larda Asurlar tarafından bir ticaret kolonisi kurulan Çorum da birçok Anadolu kenti gibi çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır.
Günümüzde olduğu üzere Osmanlı’da da Sivas, Tokat, Amasya illeri gibi bir Alevi yatağı olmasından ötürü devlet güçlerince sürekli baskı ve denetim altında tutulan Çorum’da, günümüzde de sürdürülen baskılar geçmişi aratmayacak bir şekilde devam ediyor.
27 Mayıs 1980 tarihinde Ankara’da MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesinin hemen sonrasında MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in: “Ülkede iç savaş çıkması isteniyor” şeklindeki açıklamasından sonra bütün yurtta olduğu gibi Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Çorum’da da 28/29 Mayıs 1980 tarihlerinde çok büyük olaylar yaşandı.
10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde, eski belgelerde adı Ninova olarak geçen Kerbela’da, Hz. Muhammed’in sevgili torunu ve Hz. Ali’nin ciğerparesi Hz. Hüseyin ve 72 aile efradını hunharca şehit ederek, Hz. Hüseyin’in başını kestiren büyük büyük babaları Yezid’in izinden yürüyen devlet destekli, beyni örümcek ağıyla örülü, çağ dışı zihniyetli gerici yobazlar ve kafatasçı faşistler, Kerbelâ Katliamı’ndan tam 1600 yıl sonra Çorum’da Alevi yurttaşların toplu bir şekilde ikamet ettikleri semt ve mahallelere gece baskınları düzenleyerek evlerini, iş yerlerini ve araçlarını yaktılar, yıktılar ve yağmaladılar.
Tam bir soykırıma dönüşen bu katliam sırasında sıcacık yataklarında mışıl mışıl uyuyan, ellerindeki al kınaları hâlâ solmayan gelinler, civan gibi delikanlılar, masum bebeler katledildiler birer birer.
Sayıları onlarla ifade edilen masum canın katledildiği kanlı olaylar, kentte sokağa çıkma yasağı konmasına rağmen kontrol altına alınamayınca çevre illerden askeri birlikler gönderildi Çorum’a.
Bu soykırım, sadece Çorum merkezinde değil, Çorum’un ilçe ve köylerinin yanı sıra Amasya’nın Merzifon ilçesinde de başlatıldı. Tek suçları “Alevi olmak” olan onlarca suçsuz, günahsız masum insan birer birer katledildi. Evleri, iş yerleri, araçları kundaklandı, yağmalandı, yakıldı, yıkıldı. Bu kanlı olaylar üzerine Amasya’nın Merzifon ilçesinde de sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
30 Mayıs 1980 günü sokağa çıkma yasağına uyulmayan Çorum merkezinde barikatlar kuran taraflar arasında yaşanan şiddetli çatışmalar neticesinde çok sayıda yurttaşın yaralandığı sonradan ortaya çıktı. Otomatik silahların kullanıldığı şiddetli çatışmaların yanı sıra kent merkezinin pek çok semtinde, Alevi yurttaşlara ait olduğu önceden saptanan birçok ev, iş yeri ve araç tahrip edildi, kundaklandı, yağmalandı. Kent merkezinin yanı sıra merkeze bağlı 57 pare köyün giriş ve çıkışına barikat kuran halk, elde silah gece-gündüz nöbet tutmaya başladı. Çorum Çimento Fabrikası’nda işçiler işbaşı yapmadı. Katliamın devam ettiği kentte bir yandan Alevi nüfusun yoğun olarak bulunduğu semtlere göç yaşanırken, öte yandan da Çorum’dan başka kentlere yoğun göç başladı.
Yaraların derinden derine kanadığı, suların bir türlü durulmak bilmediği Çorum’da Temmuz 1980’le birlikte olaylar yeniden tırmanmaya, küllenen korlar alevlenmeye başladı. 1 Temmuz’u 2 Temmuz’a bağlayan gece sabaha değin devam eden kanlı çatışmalar neticesinde 3 kişi yaşamını yitirirken, 11 kişi de yaralandı. Kanlı çatışmalar sonrasında dışarı çıkmanın mümkün olmadığı, çatışmalarda yara alan insanların hastanelere bile götürülemediği bir ortamda gıda maddesi bulmanın bir sorun haline geldiği Çorum’da güvenlik güçlerinden umut kesen insanlar, gruplar halinde kendi bölgesine, çevresinde bulduğu birkaç şeyle barikatlar oluşturmaya çalışarak kendi can ve mal güvenliklerini sağlamaya başladılar.
İçin için kaynayan Çorum’da bir türlü dinmek bilmeyen ve gün geçtikçe daha da tırmanan olaylar, mevcut güvenlik güçlerince önlenemeyince düzenin sağlanması amacıyla çevre illerden kente askeri birlikler gönderilmeye başlandı. 1 Temmuz 1980 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağının devam ettiği bir ortamda 3 Temmuz 1980 tarihinde Vilayet Konağı tarandı. Bu olayın bir gün sonrasında yani 4 Temmuz 1980 günü alev alev yanan Çorum’un semalarını kara kara dumanlar kaplamıştı. Çünkü Alevilere ait pek çok iş yeri, ev ve araç kundaklanmış, yağmalanmıştı.
Ta Emevilerden bu yana süre gelen “Din elden gidiyor” teraneleri ne yazık ki hâlâ devam ediyor günümüzde. Bu nedenledir ki tüm ülkede olduğu gibi Çorum’da da Aleviler, yine bildik bir komployla karşı karşıyaydılar. Çünkü 4 Temmuz 1980 günü, önceden planlanan senaryo gereğince görevlendirilen sağ görüşlü militan gencin, Cuma namazının büyük bir kalabalık tarafından kılındığı Ulu Cami’ye giderek orada bulunan cami cemaatine aslı astarı olmayan, gerçekle yakından uzaktan bir ilgisi bulunmayan: “Kızılbaş komünistler Alaattin Camii’ni yaktılar” yalanını söylemesiyle sokağa dökülen eli sopalı, silahlı gerici, faşist güruh, gruplar halinde kentin değişik yerlerine dağılarak Alevilere ait olduğu önceden saptanan ne kadar ev, iş yeri ve araç varsa kundakladılar, yağmaladılar.
5 Temmuz 1980 günü bir taraftan gergin bir bekleyiş sürerken, öte yandan da sokağa çıkma yasağının bulunmasına rağmen ölü sayısının 15’e yükselmesiyle kentteki mevcut gerginlik bir kat daha arttı. Çünkü eli kanlı katiller tarafından katledilen ve Alevi olmaktan başka hiçbir suçu bulunmayan 7 kişinin cesedi bir çukurun içinde bulunmuştu. Böylece bu tüyler ürpertici katliamla kentteki ölü sayısının her geçen dakika daha da artacağından endişe duyuluyordu. Çünkü endişe duymayı gerektiren haklı nedenler vardı ortada.
—Peki, sokağa çıkma yasağına rağmen bir çukurda cesetleri bulunan yedi kişiyi eli kanlı yobaz ve kafatasçı faşistler tek başlarına mı katledip atmışlardı oraya?
—Hayır. İşbirlikçileriyle beraber yapmışlardı bu işi.
—Kimlerdi bu eli kanlı katillerin işbirlikçileri?
Bu soruya, bu olaydan yaklaşık iki buçuk yıl önce 24 Mart 1978 günü saat 16.00’da evinin önünde eli kanlı katiller tarafından katledilerek yaşamına son verilen yürekli savcı Doğan Öz’ün yanıtı aynen şöyledir:
“Bütün bu çalışmaların içinde askerî ve sivil güvenlik güçleri vardır. Sivil güvenlik güçleri, MİT elemanları ve 1. Şube görevlileri kullanılmaktadır. Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir.”
Çorum’da eli kanlı gerici yobaz ve kafatasçı faşistlerin devlet içindeki işbirlikçileriyle birlikte işledikleri katliamlar neticesinde yeni yeni cesetlere ulaşılırken, Alevi yurttaşlar kendi güvenliklerini tehlikeye atmamak için kurdukları barikatların dışına çıkamıyorlardı.
7 Temmuz 1980 günü Çorum’da daha önce ilan edilen sokağa çıkma yasağının kaldırılmasına karşın barikatlar yerlerinden kaldırılmadıkları gibi bu barikatların arkasında bulunan Alevi yurttaşlar da çok zor durumda kalmadıkça ve zorunlu olmadıkça kendi mahallelerinin dışına çıkmamaya özel bir itina gösteriyorlardı. Yaşanan bu katliam üzerine Çorum’da 8 Temmuz 1980 tarihinde göç olayı daha yoğun olarak yaşanmaya başlandı.
Soykırıma dönüşen bu olayların yavaş yavaş kontrol altına alınabildiği 10 Temmuz 1980 tarihine gelindiğinde çoğu Alevi olmak üzere resmi kaynaklarca 57 sol görüşlü yurttaşın öldüğü ve yüzlerce kişinin de yaralandığı ortaya çıktı. Bu can kaybının yanı sıra Alevilere ait çok sayıda ev, iş yeri ve araç kundaklanmış ve yağmalanmıştı.
Bir soykırıma dönüşen bu kanlı olayların hemen sonrasında tedirgin bekleyişin had safhaya ulaştığı Çorum’dan yaklaşık 600 Alevi aile başka kentlere göç etmek zorunda kalmıştı.
MEHMET KORKMAZ
EMEKLİEĞİTİMCİ