GEÇ KALAN POLİS
GEÇ KALAN POLİS

O günkü yaprağında da 12 Eylül 1980 yazılıydı, Saatli Maarif Takvimi’nin. Günlerden Cuma’ydı. Saatler gecenin 03.00’ünü gösteriyordu. Herkes sıcacık yatağında uyuyordu mışıl mışıl. Kimileri daldığı derin uykusunda renkli rüyalar görüyor, kimileri de kâbus dolu dakikalar yaşıyordu, tıpkı Makbule Yenge gibi.
Kan ter içinde kalmıştı, Makbule Yenge uyandığında. Korku sarmıştı bedenini. Kötü bir kâbus görmüştü rüyasında. Doğruldu, oturdu yatağına yarı uykulu bir şekilde. Kendine gelmeye, gördüğü kâbusun etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Tam da bu sırada dışarıdan birtakım seslerin geldiğini fark etti.Anlamaya çalışır, ama olmaz. Çünkü sesler uğultu halinde geliyordu. Net olarak anlaşılamıyordu.
—“Bu sesler gördüğüm kâbusun etkisinden olsa gerek. Yoksa gecenin bu saatinde bu sesler ne diye?” diyerek kendine moral verip teselli bulmaya çalışıyordu. Ancak aynı sesler bir daha yankılanır Makbule Yenge’nin kulağında.Bu kez sesin geldiği yöne doğru kulak kabartır. Sonra kendi kendine:
—Yok… Yok… Bu sesler kâbusun etkisinden falan değil, gerçeğin ta kendisidir, der.
Evet, gerçekten de gördüğü kâbusun etkisinden falan değildi.Dışarıdan birtakım seslerin geldiği doğruydu. Hem de belediye hoparlöründen…
Ama bir türlü anlaşılamıyordu söylenenler. Giderek serinlemeye başlayan sonbaharın 12 Eylül gecesinde hafif hafif esen rüzgârın etkisiyle yankılanan sesler, uğultulu bir biçimde geldiği için net olarak anlaşılamıyordu.Bu manzara ürkütüyordu Makbule Yenge’yi. Korku sarmaya başlamıştı bedenini.Bunun için olanlardan bihaber bir şekilde uyuyan eşini uyandırmaya karar verir.Eliyle uyuyan eşi Hüseyin Amca’yı dürterek uyandıran Makbule Yenge, korkulu ve telaşlı bir ses tonuyla, yarı uykulu kocasına:
—Kalk hele kalk, der.
—Ne var kadın? Uykunun en tatlı yerinden uyandırıyorsun adamı.Bırak da uyuyalım, der kocası Hüseyin Amca.
—Bak hele bir şeyler söylüyorlar belediye hoparlöründe. Ama ne söyledikleri anlaşılamıyor, der Makbule Yenge.            
Eşi Hüseyin Amca kızgın bir ses tonuyla:
—Dur kadın uyuyalım, ne sesi gelecek? Sen gaipten sesler alıyorsun galiba. Gecenin bu saatinde belediye hoparlöründen kim, neyi anons edecek?diyerek azarlar eşini.
Makbule Yenge:
—Vallahi ben gaipten ses mes almıyorum. Duyduklarım gerçek seslerdir. Belediye hoparlöründen bir şeyler söylüyorlar, der.
Tam da bu sırada aynı sesler bir daha yankılanır belediye hoparlöründen. Kocasını ikna çabası içinde olan Makbule Yenge:
—Bak işte, yine konuşuyorlar, der.
Kocası Hüseyin Amca:
—Evet, evet ben de duyuyorum, der.
—Ben söylüyordum sen inanmıyordun. Bak işte kulaklarınla duyuyorsun. Şimdi ne diyeceksin merak ediyorum?
Kocası:
—Nerden bileyim ben…
—Yoksa bir şeyler mi oldu birilerine?
—Yok, canım onu da nereden çıkardın? Öyle bir şey olsa bile gecenin bu saatinde ne diye hoparlörden duyursunlar ki?
—N’olabilir peki?
—Bilemem ki…
Bu arada aynı ses, aynı sözcükleri bir daha tekrarlamaya başlar belediye hoparlöründen.
Aynı uğultulu sesleri bir daha duyan Hüseyin Amca:
—Allah… Allah… Hayırdır, inşallah. Gecenin bu saatinde bu anons da neyin nesi? der kendi kendine.
Sonra söylenenleri daha anlaşılabilir kılmak amacıyla pencerenin bir kanadını açıverir. Ama nafile. Gecenin sessizliğinden ötürü yankılanan ses net olarak algılanamıyordu bir türlü. Bu nedenle söylenenleri daha anlaşılabilir bir şekilde duyabilmek için dış kapıya yönelir. Ancak, kendisinden daha pratik davranarak dış kapının arkasına dayanan karısı Makbule Yenge tarafından önü kesilerek dışarı çıkması engellenir.
Bir yandan dış kapının açılmasını engellemeye çalışan Makbule Yenge, öte yandan:
—N’olur kurbanın olayım dışarı çıkma, diyerek kocasına yalvarmaya başlar.
Ancak Hüseyin Amca:
—Korkma yahu bir şey olmaz. Bırak dışarıya çıkalım da neyin ne olduğunu öğrenelim, der.
Ama Nuh deyip Peygamber demeyen Makbule Yenge:
—Hayır… Seni bu durumda dışarı bırakmam mümkün değil. Çıkamazsın dışarı, boşuna uğraşma, der.
Çıkardın-çıkamazdın, olurdu-olmazdı derken karı-kocanın bu gürültüsüne uyanan Hüseyin Amca’nın yanında okuyup liseye devam eden yeğen Cihan, antreye çıkıp amcası ile yengesinin dış kapının arkasında tartıştıklarını görünce korkulu ve telâşlı bir ses tonuyla:
—Ne o yenge bir şey mi oldu yoksa? diye sorar.
—Yok, oğlum bir şey yok, der Makbule Yenge.
Cihan:
—Bir şey yoksa gecenin bu saatinde dış kapının eşiğinde neyi tartışıyorsunuz? diye sorar.
Bunun üzerine araya giren Hüseyin Amca:
— Korkma oğlum. Dışarıdan, belediye hoparlöründen bir ses geliyor.Bir anons yapılıyor. Ama ne söylendiği anlaşılmıyor. Gecenin bu saatinde belediye hoparlöründen anonsun yapılması telaşlandırdı beni. Daha doğrusu korkuttu beni. Ne söylendiğini anlamak için dışarı çıkmak istiyorum. Ama gördüğün gibi yengen dışarı çıkmama engel oluyor. Onun için mecalleşip duruyoruz, der.
Kendisine doğru yöneldiği yengesinin kolundan tutarak ayağa kaldıran lise öğrencisi yeğen Cihan:
—Bundan korkulacak ne var ki yenge? Bırak dışarıya çıkalım da neler olup bittiğini öğrenelim, der.
Liseli yeğen Cihan’ın bu sözleri üzerine içi birazcık ferahlayan Makbule Yenge, dışarıya çıkmaya engel olmaktan vazgeçerek kapının arkasından yana çekilir ve kapı açılıp balkona çıkılır. Bu üçlünün, iki katlı evlerinin ikinci katının balkonuna çıkmasından bir süre sonra aynı anons bir daha tekrarlanır belediye hoparlöründen.
Evet, gecenin 03.00’ünden beri her 7–8 dakikada bir tekrarlanan anons şöyledir:

-“Sevgili Vatandaşlar;
Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Sakin olunuz.Korkuya ve tedirginliğe mahal yoktur. Zira her şey Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolü altındadır. Bu olağanüstü durum nedeniyle sokağa çıkma yasağı konmuştur. Vatandaşlarımızın ikinci bir emre kadar bu yasağa uymaları önemle rica olunur.                                                                  
                        Sıkıyönetim Komutanlığı”

Söz konusu duyurunun belediye hoparlöründen anonsundan sonra liseli yeğen Cihan:
—Ordu yönetime el koymuştur der amcasına.
—Yani?
—Evet… Darbe yapılmış, amca der.
Araya giren Makbule Yenge:
—Yazık… der.
—Kime yazık yenge? diye sorar liseli yeğen Cihan.
Makbule Yenge:
—Kime olacak yavrum? Halktan başka kime ne olabilir ki? Sebi sübyan yine ayakaltında ezilir, der.
Hüseyin Amca:
—Ne yapalım başa gelen çekilir, der.
Balkondaki sohbet burada biter. Üçlü girer içeriye ve kapanır dış kapı. İçeri girdikten hemen sonra siyah-beyaz televizyonu açan liseli yeğen Cihan, amcası ve yengesiyle otururlar televizyonun karşısına. Marşlar çalınıyordu, 56 ekran siyah-beyaz, tek kanallı devlet televizyonundan rap… rap…yürüyen askerlerin görüntüleri eşliğinde. Birden kesilen bu görüntülerin yerine ekranda belirmeye başlayan omzu kalabalık komutan:

 “ Sevgili vatandaşlar;
Sizleri terör belasından kurtarmak ve acılarınıza son vermek-oysa daha büyük acılar yaşattılar halka-üzere Türk Silahlı Kuvvetleri olarak yönetime el koyduk. Korku ve endişeye mahal yoktur. Her şey kontrol altındadır.Tüm yurtta asayiş berkemâldir… vb.” cümlelerle halka sesleniyordu.
Omzu kalabalık komutanın konuşmasının nihayete ermesinin ardından siyah-beyaz tek kanal devlet televizyonunun ekranından tekrar Rap… Rap… Rap…yürüyen askerlerin görüntüleri belirmeye başlar.
Daha sonra kısa aralıklarla ve sırasıyla, önce omzu kalabalık komutanın netekimli konuşmaları, sonra Rap… Rap… Rap… yürüyen askerlerin görüntüleri süsler oldu, siyah-beyaz, tek kanal devlet televizyonunun ekranını.
Daha sonraları ilerleyen saat ve günlerde birbirini kovalayan 1.3.5.7.10nolu bildirilerle birlikte, özellikle ayak kısmı görüntülü, postal sesli rap… rap’lı asker yürüyüşleri, marşlar ve omzu kalabalık komutanın netekimli konuşmaları gelir, siyah-beyaz, tek kanal devlet televizyonunun ekranına.
Kimi zaman da:

 “99 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 100 Nolu Bildirisidir:
Sevgili vatandaşlar;
Aşağıda açık künyesi yazılı bulunan Cibali Karakolu’nun emekli bekçisi Murtaza oğlu, ev karısı Sakine’den doğma, Kars ili Cılavuz kasabası nüfusuna kayıtlı 1965 doğumlu Asım Celepoğlu isimli terörist idam edilmek üzere acele tarafından aranmaktadır. Yerini bilenlerin ve bulanların Allah rızası için en yakın askeri makama ihbar etmeleri önemle rica olunur.
Teröristin Kimlik Bilgileri      
Adı ve Soyadı: Asım Celepoğlu
Baba adı: Murtaza
Ana Adı: Sakine
Doğum Yeri: Cılavuz
Doğum tarihi: 12 Eylül 1965
İşi: Boşta gezer.

                                99 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı”
      
Şeklindeki bildiriler siyah-beyaz, tek kanal devlet televizyonunun müdavimleri arasına katılır.
“100 Numaralı Bildiri”nin yayınlanmasının sonrasında halktan gelen tepkiler ve  “15 yaşındaki bir çocuk nasıl idam edilir?” sorusunun basında yer alması üzerine “99 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı” şu bildiriyi yayınlar:

“Sevgili vatandaşlar;
Sakın ola ki kimi gazeteler tarafından maksatlı olarak gündeme getirilen sorulara itibar etmeyesiniz. 15 yaşındaki bir çocuğun idam edileceği hususu külliyen yalandır. Çünkü biz, bu teröristi; bizim kanalımızla babası tarafından mahkemede açılacak davada yaşı büyütüldükten sonra idam edeceğiz.Yani şimdi yaşı, 18 olarak değiştirilecek olan bu teröristi asmayıp da besleyelim mi? Netekim atalarımız da “yılanın başı küçükken ezilmelidir”dememişler mi? Biz de öyle yapıyoruz işte.                      

                           99 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı”

Biz tekrar Hüseyin Amcaların evindeki ilk günümüze dönelim.
Tarih: 12 Eylül 1980
Günlerden Cuma. Saatler ilerlemiş, ufuktan doğan Güneş, üzerinde darbe karanlığı bulunan ülkeyi aydınlatmaya başlamıştı yavaş yavaş. Hüseyin Amca’nın ilkokula giden Cemil, Celil, Cibril adlarındaki çocukları ile henüz dört yaşında olan Kamil de uyanmışlardı. Ancak onlar olanlardan habersizlerdi henüz. Makbule Yenge sabah çayını demlemiş, kahvaltı sofrasını hazırlamıştı. Hep birlikte oturdular kurulan yer sofrasına. Kahvaltılarını yaptıktan sonra sofradan kalkan çocuklar sabahçı oldukları için okula gitmek üzere hazırlanmaya başladılar. Onların hazırlanmaya başladıklarını gören Hüseyin Amca:
—Çocuklar, hazırlanmayın boşuna, der.
—Neden?
—Bugün okula gitmeyeceksiniz çünkü…
—Amma baba gitmezsek öğretmenlerimiz kızar bize. Pazartesi günü ne diyeceğiz onlara? diye sorarlar çocuklar.
Hüseyin Amca:
—Kızmazlar çocuklar kızmazlar. Onlar da bugün gitmeyecekler okula,der.
Çocuklar:
—Onlar neden gitmiyorlar ki? diye sorarlar.
—Bugün okul yok…
—Ama bugün ne hafta tatili, ne de bayramdır. Okul neden kapalı olsun ki?
—Çünkü asker amcalar öyle istiyorlar da ondan, der babaları.
—Ama baba asker amcaların görevi ayrı, okullar ayrı. Onlar ne diye karışıyorlar ki okullara? diye sorar en büyük oğlan Cemil.
Dördüncü sınıfa giden Cemil’in bu sorusu üzerine o zamana kadar baba ile çocukları arasındaki konuşmalara sadece kulak misafiri olmakla yetinen liseli yeğen Cihan sessizliğini bozarak araya girer:
—Olur, çocuklar olur, burası Türkiye. Onun için asker amcalar yalnız okullara değil, her şeyimize karışırlar, der.
Hüseyin Amca’nın küçük oğlu Cibril:
—Çişimize de mi karışırlar? diye sorar.
Gülüşmeler… Kahkahalar…
Liseli yeğen Cihan:
—Vallahi çocuklar Güneş’e karşı işiyorsunuz diye çişimize de karışabilirler, tıpkı işimize karıştıkları gibi.
Çocuklar babalarına:
—Olur mu öyle şey baba? diye sorarlar.
Babaları:
—Olur, çocuklar olur. Neden olmasın ki? der.
Çocuklar:
—Peki, neden işlerimize karışıyorlar ki? Başka işleri yok mu onların? diye sorarlar.
Babaları:
—Olmaz olur mu çocuklar? Başka işleri de var elbette. Bakın çocuklar hemen her gün televizyondan çeşitli haberler duyuyoruz. Mesela bir gün: "İstanbul’da üniversite öğrencilerinin üzerine ateş açıldı. Olayda sol görüşlü beş öğrenci yaşamını yitirirken çok sayıda öğrenci de yara aldı.Saldırganlar ellerini kollarını sallaya sallaya olay yerinden uzaklaştılar.” Bir başka gün : “Ankara’da İşçi Partisi’ne üye olan yedi genç elleri bağlı bir şekilde kurşuna dizildiler” vb. haberlerin verildiğini hepimiz bilmiyor muyuz?der.
—Biliyoruz ...
—İşte çocuklar! Asker amcalar, İstanbul’da o üniversite öğrencilerini silahla tarayarak beş kişiyi öldürüp bilmem kaç kişiyi yaralayan;Ankara’da İşçi Partisi’ne kayıtlı oldukları için yedi genci elleri arkadan bağlı bir şekilde kurşunlayarak yaşamlarına son veren; Maraş’ta kadın-erkek,genç-yaşlı demeden suçsuz ve günahsız insanları katleden, ya da benzeri olaylarda emekçi halkı ve onların çocuklarını katlederek yaşamına kasteden o eli kanlı katilleri, o halk düşmanlarını yakalayarak hak ettikleri cezaları vermek için karışırlar her şeye, der.
Liseli yeğen Cihan:
—Orası şimdilik belli değil amca. Eli kanlı katilleri mi, yoksa mazlum halkı mı yakalayıp cezalandıracaklar, onu ileride hep birlikte göreceğiz, der.
Bu sırada her şeyden habersiz oyuncaklarıyla oynayan dört yaşındaki Kamil babasına:
—Sen daireye gecikmiyor musun baba? der.
Bu sorunun sorulmasıyla gülüşmeler ve kahkahalar başlar.Ağabeylerinin bu gülüşmelerine sinirlenen küçük Kamil:
—Ne gülüyorsunuz? diye çıkışır.
En büyük ağabeyi Cemil:
—Lan biz sabahtan beri neyi konuşuyoruz? diyerek azarlar Kamil’i.
Küçük Kamil:
—Babam okullar tatildir dedi, der.
En büyük ağabeyi Cemil:
—Eeee?
—Eee’si var mı? Babam okula mı gidiyor sanki? O daireye gidiyor. Devlet Daireleri de kapalı değil ya?
Hüseyin Amca:
—Bak yavrum, ben de daireye gitmeyeceğim. Çünkü bugün yalnız okullar değil, daireler, iş yerleri, bakkallar ve bütün dükkânlar da kapalıdır.Bunun için bugün hiç kimse dışarı çıkmayacak. Herkes evinde oturacaktır, der.
Küçük Kamil:
—Biz de mi? diye sorar babasına.
Babası:
—Siz nereye gideceksiniz ki? diyerek sorusunu soruyla yanıtlar Küçük Kamil’in.
Küçük Kamil:
—Sokağa oyun oynamaya, der
Babası:
—Kapının önünden uzaklaşmadan çıkıp oyun oynayabilirsiniz. Oyun oynamak da yasak değil ya… der.
Çocuklar hep bir ağızdan:
—Oleyyy… diye sevinç çığlıkları atarlar.
Sonra atarlar kendilerini sokağa, başlarlar oyuna. Ama bu sevinçleri fazla uzun sürmez çocukların. Çünkü birkaç dakika sonra sokakta peş peşe geçen cemselerin içinde bulunan eli silahlı askerleri görür görmez korkularından zor atarlar kendilerini eve. Bundan sonra da kentin dört bir yanına dağılmış askerleri ancak pencereden perde arkasından izlerler gizli gizli.
—Ya sonraki günlerde?
Evet, sonraki günlerde kimi zaman yalnızca askerler, kimi zaman yalnızca polisler, ama daha çok da asker-polis işbirliği içinde sık sık kuşatma altına aldıkları mahallelerde ya da kentin tamamında arama eylemleri gerçekleştirirler. Kimi zaman da yalnız bir evi aramak için bir sokağın tamamını, hatta bütün bir mahalleyi kuşattıkları bile olur. Her yer aranır didik didik. Çoğu zaman da özellikle sol içerikli sıradan kitaplara, ülke ve dünya klasiklerine ve hatta ansiklopedilere bir daha geri verilmemek üzere el konur ve derdest edilen sahipleriyle birlikte alınıp götürülürler. Evlerinden alınan suçsuz masum insanlar, özellikle de gençler tutuklanır, uzun süren sorgulara ve işkencelere tabi tutulurlar. Çıkarıldıkları savcılıklarda suçsuz bulunarak salıverilene değin kendilerinden haber alamayan aileleri korkulu bir bekleyiş içine girerlerdi.
Eh! Hal böyle olunca da ister istemez bir korku, bir panik ve tedirginlik havası egemen olmaya başlar halkta.
—Bizim evi ne zaman arayacaklar? Onlara göre yasak kitap var mı bizim evde? Bizim evi aradıklarında kimi ya da kimleri gözaltına alacaklar? vb. sorular hep dolaşır durur zihinlerde.
Üzerinden birkaç ay geçmiştir, 12 Eylül’ün. Havalar soğuyan yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlamıştır artık. Sonuna kadar açık tutulan kapı ve pencereler sıkı sıkıya kapanır, halılar-kilimler serilir, yorganlar battaniyeler örtülür ve sobalar kurulur olmuştur artık.
Hüseyin Amcaların evinde haftanın iki günlük tatili dışında kalan beş iş gününde Hüseyin Amca devlet dairesindeki işine, liseli yeğen Cihan ile Cemil, Celil, Cibril okullarına giderlerken, Makbule Yenge ile küçük oğlu Kamilde evde kalırlardı. Makbule Yenge kendilerine ait betonarme, sac çatılı, iki katlı evlerinin ikinci katında bulaşık yıkarken dört yaşındaki oğlu küçük Kamilde kimi zaman mutfakta, kimi zaman odada, kimi zaman da salonda gümbür gümbür yanan sobanın yanında kırık ve eski üç-beş oyuncağıyla oynar durur. Oyun oynamaktan sıkıldığı zaman evlerinin balkonuna çıkıp çevreyi izlemek isterdi.Ancak dışarıya çıkmaya korktuğu için bu ihtiyacını perdesinin arkasına gizlendiği pencereden dışarısını izleyerek gidermeye çalışırdı.
Günlerden bir gün Makbule Yenge günlük rutin işlerinden biri olan ev temizliğiyle meşguldü. Sıra salonun temizliğine gelmişti. O salonun temizliğiyle uğraşırken dört yaşındaki küçük oğlu Kamil de salon penceresinin perdesinin arkasına gizlenmiş sokağı izliyordu. Bir ara mahalleyi abluka altına alan asker ve polisler göründü küçük Kamil’in gözüne. Asker ve polisleri görür görmez:
—Anneee… Çabuk gel buraya, diye bağırır.
Annesi Makbule Yenge:
—Yine n’oldu oğlum? Oyalama beni. Bırak da bir an önce şu işimi bitireyim, der.
Küçük Kamil korku dolu bir ifadeyle:
—Çabuk gel… Bak askerler, polisler… der.
Makbule Yenge:
—Yalan söyleme oğlum, der.
Küçük Kamil:
—İnanmazsan gel de bak. Asker ağabeylerle polis amcalar dolaşıyorlar sokakta, der.
Temizlik işini bırakan Makbule Yenge hemen koşar pencereye.Pencereden dışarıya baktığında inanamadı gözlerine. Çünkü her yer asker-polis kaynıyordu. Mahalleyi kuşatmış evleri arıyorlardı birer birer. Bu duruma gözleriyle tanık olan Makbule Yenge, bedeninin egemenliğini çoktan korku ve paniğe terk etmişti. Aslında evlerinde suç sayılabilecek hiçbir şey yoktur. Bunu o da biliyordu. Ama buna rağmen dişlerinin zangırdamasına ve ellerinin tir tir titremesine engel olamıyordu bir türlü.
Derken kötü bir şey takılır Makbule Yenge’nin aklına: “Ya liseli yeğen Cihan’ın yasak kitapları varsa ?” diye.
Bu olmadık şüpheyle bir anda kendisini kaybeden Makbule Yenge’nin korkusu, heyecanı, tedirginliği birden iki katına çıkıverir. Hemen küçük oğlu Kamil’e:
—Bak oğlum ben Cihan abinin odasına gidiyorum. Sen buradan ayrılma. Gözün dışarıda olsun. Polis amcalarla asker ağabeyler bizim eve doğru gelince bana haber ver, der.
Küçük oğul Kamil:
—Tamam anne. Sen merak etme, der.
Makbule Yenge, telâşlı bir şekilde, korku dolu bir ruh hali içinde dalar hemen liseli yeğen Cihan’ın odasına. Başlar orada bulunan kitapları karıştırmaya. Sonra kendi kendine:
—Bunların hangisi yasaktır acaba? der.
Sonra çaresizlik içinde bakar durur kitapların sağına soluna.Çaresizliği de okuma-yazma bilmemesinden kaynaklanıyordu. Okur-yazar olsaydı orada bulunan kitapların tamamının ders ve yardımcı ders kitaplarından oluştuğunu bilir ve telaşlanmasına gerek kalmazdı.
Makbule Yenge’nin o haleti ruhiye içinde hangi ölçüte göre bir seçim yaptığını anlamak oldukça güçtür. Ama buna rağmen tamamı ders ve yardımcı ders kitaplarından oluşan kitapların birkaçını kucağına aldığı gibi küçük oğlu Kamil’in de bulunduğu salona, gümbür gümbür yanan odun sobasının başına gelir.Bir eliyle kitapları tutarken öteki eliyle de sobanın üst kapağını açar ve kitapları, alev alev yanan sobanın içine atar birer birer. Kitapların bir an önce yanıp kül olması için de eline aldığı uzunca demir çubukla karıştırır, durur sobayı…
Pencerenin kenarında, perdenin arkasına gizlenerek camdan dışarısını gözleyen küçük Kamil, bir yandan mahalleyi kuşatma altına alarak evlerde arama yapan asker ağabeylerinin ve polis amcalarının kendi evlerine doğru gelip gelmediklerini gözetlerken, öte yandan da pür dikkatle annesinin yaptıklarını izliyordu. Annesinin kitap yakma işini bitirdiği bir sırada sokaktaki asker ve polislerden bir bölümünün kendi evlerine doğru yöneldiklerini görür. Bunun üzerine:
—Anneee… Geliyorlar… diye seslenir.
 “Nasıl olsa yasak kitapları yaktım” düşüncesinin verdiği bir rahatlık içinde hareket eden Makbule Yenge gayet sakin bir şekilde:
—Ne bağırıyorsun oğlum, gelirlerse gelsinler, der.
Bu son konuşmanın üzerinden iki-üç dakikalık bir zaman dilimi geçmişti ki evlerinin dış kapı zili çalmaya başlar. Zili çalanların polis olduğunu içeriden gören Makbule Yenge:
—Kim o? diye seslenir.
Dışarıdan:
—Aç, polis yanıtı gelir.
Yanında küçük oğlu Kamil’in bulunduğu Makbule Yenge açar kapıyı.Kapının dışında bekleşen polislerden biri:
Evinizi arayacağız yenge, der.
Annesi Makbule Yenge’nin her hangi bir şey söylemesine fırsat vermeyen küçük Kamil:
—Siz geç kaldınız polis amca, der.
Polislerden biri:
—Neden? diye sorar.
—Annem hepsini yaktı, der küçük Kamil.
—Neyi yaktı? diye sorar.
Kamil:
—Yasak kitapları...


                                                 Mehmet KORKMAZ
                                                 Emekli Eğitimci
 
 
Bugün 36 ziyaretçi (55 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol