APOLLON VE AŞKLARI




   

===APOLLON VE AŞKLARI====

 

APOLLON 

Gün ışığının parlak tanrısıdır, Apollon. Yunan mitolojisinde Girit Adası’nda Minos Çağı’nda hayvanların kutsal efendisi olarak bilinen Paean ya da Paian’ın soyundan gelir. Zeus’un, güzel saçlı Leto’dan doğma oğludur. Başka bir ifadeyle babası, ışığın geldiği gökyüzü olan Zeus, annesi de karanlık gece olan Leto'dur. Lekesizliği ve bakireliği simgeleyen av tanrıçası Artemis’in ikizidir. Her sabah, gecenin koynundan çıkan Eos (Şafak); günün aydınlık saatlerinin efendisi ve ışığın tanrısı Apollon'un geldiğini muştular. Apollon'un doğuşu şöyle anlatılır:

Keos ile Phoebe (Parıltı)’nın Leto adında çok güzel bir kızları vardır. Onun güzelliğini gören Zeus, hemen göz koyar ona. Bir fırsatını bulunca hemen onunla birlikte olur. Hera, Leto’nun, kendi kocasından çocuk beklediğini öğrenir. Bu yüzden kendisine dünyayı dar etmek için kızcağıza yapmadığını bırakmaz. Tanrıça Demeter'e, Leto'ya doğum yapacak bir yer vermemesini söylerken, doğum tanrıçası Eilethyia'nın da Olympos'tan aşağı inmesine izin vermez. Zeus, sevdiği kadına yardım etmek amacıyla şeklinde gökten attığı bir taş, yüzen bir adanın kıyısındaki kumsala düşerek bir ada oluşturur. Küçücük bir taştan oluşturduğu bu adayı, denizin derinliklerindeki bir kayaya sıkıca bağlar. Yorgunluktan bitap düşen Leto, adaya vardığı zaman şunları söyler:

-"Ey ada! Bana acı ve çocuğumu dünyaya getirmem için bana bir yer ver. Eğer sen oğlumu göğsüne basar, kayaların arasında barındırır, ona bir tapınak yaparsan, sen şenlenecek, zenginleşeceksin. Çünkü karnımda taşıdığım tanrı için halk, buraya akın akın kurban kesmeye gelecektir.”

Adanın üstünden eserek geçen rüzgâr:

-"Leto için rahat etsin, senin oğlunu alacağım, yalnız doğuracağın çocuğun daima bende kalması için onu kandıracağına dair söz ver.” der.

Bunun üzerine Leto:

-"Namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum” der.

Doğum sancılarıyla kıvranan Leto’nun çevresi, onun bir an önce kurtulmasını isteyen tanrıçalar tarafından sarılır. Bu sırada Tanrıça İris, kinci Hera'nın hilelerini boşa çıkarıp doğum tanrıçası Eilethyi’yı Olympos'tan kaçırarak adaya indirir. Uzun sevinç çığlığı atan Apollon, ışığın içinden doğar. Olympos'tan aşağı inen Themis, yeni doğan bebeğe Ambrosia ve Nektar sunar.

Tanrısal içkiyi içen Apollon, kımıldamaya başlayınca annesinin sardığı kundak yırtılır, gümüş kemer parçalanır, altın işlemeli bağlar kendiliğinden kırılıp düşer. Parlak yüzlü tanrı bağırarak:

-"Bana uyumlu sesler çıkaracak bir Lir getirin. Bir elime de ok ve yay verin, mucizeler göstermek istiyorum" der.

Apollon bunları söyleyerek kendi adasının kısır toprağı üzerinde yürümeye başlar. Bastığı her yerden rengârenk çiçekler başkaldırır, otlar biter ve ada, cennete dönüşür.

 Leto, İki koluyla Fenike ağacına sarılarak

dayadı çimenlere dizlerini,

ve çocuk gün ışığına çıkıverdi,

Sevinç çığlıkları kopardı tanrıçalar hep bir ağızdan.

İşte o zaman, ey Phoibos, yıkadı seni tanrıçalar

kutsal elleriyle arı, duru bir suda,

yepyeni bir kundağa sardılar,

incecik, kar gibi ak bir kundağa,

sonra başına altın şeritler doladılar,

anası emzirmedi altın kılıçlı Apollon'u,

Themis tanrıça nektar sundu ona

ve bal gibi ambrosia sundu ölümsüz elleriyle.

Dile gelmez bir sevinç kapladı yüreğini Leto'nun.

... Çiçekler içindeydi şimdi, çiçekler içinde Delos,

tıpkı ormanlarla kaplı bir dağ doruğu gibi.

Ey uzağı vuran Apollon, ey gümüş yaylı,

kimi vakit çıkarsın kayalı Kynthos'un doruğuna,

atkılarda dolaşırsın, İnsanlar arasında kimi vakit,

sensin efendisi Lykia'nın, sevimli Maionia'nın efendisi

Miletos da senindi, kıyıdaki o büyülü şehir senin malın,

nice tapınakların oldu senin, nice kutsal koruların oldu;

yüce dağ başları şenin oldu, ovalara bakan dağ başları,

senin oldu denize dökülen nice ırmaklar;

ama gönlünü sevindiren yer, ey tanrı, Delos'tu. asıl.

 

Yunan mitolojisinde en önemli yere sahip olan tanrılardan biridir, Apollon. Başlangıçta Kıta Yunanistan'a has bir tanrı olarak kabul edilirdi. Ancak sonradan yapılan araştırmalar, onun Anadolu kökenli bir tanrı olduğunu gün ışığına çıkarmıştır. Apollon sözcüğü de Yunanca bir sözcük değil, zaten. Azra Erhat, Apollon'un asıl doğum yerinin Anadolu kıyıları, başka bir ifadeyle Lykia ve özellikle Patara kentinde doğduğunu söyler. Apollon, İlyada'nın bazı bölümlerinde, Lykegenos sıfatıyla da anılır. Likyalı anlamına gelen bu sıfat, onun Likya bölgesiyle ilişkisinin bir ifadesidir. Adının geçtiği efsanelerde okçu, gümüş yaylı ya da hedefi vuran anlamına gelen farklı sıfatlarla da anılır. Efsanelerin bazılarında parlak, ışık saçan anlamındaki Phoibos sıfatı kullanılır.

Gümüş bir yayı, en uzağa atan Apollon, okların tanrısıdır. Okları, hedefini hiç bir zaman şaşırmazmış. İkizi Artemis ile paylaştığı okçuluk yeteneği, ona büyük bir üstünlük sağlar. Apollon ve Artemis'in oklarıyla ölmek tatlı, acısız, uykuya dalar gibi huzurlu bir ölüm demekmiş.

Tıp, onun tarafından insanlara öğretilmiştir; iyileştirici tanrıdır. İnsanları suçlarından arındırır. Ama bununla birlikte oklarıyla çevreye veba ve ölüm de saçar (İlyada'da Troya Savaşı’nda oklarıyla Akha ordularına veba salmıştır).

Yalanı hiç sevmez. Işığın ve gerçeğin tanrısıdır. Dört atlı arabasıyla her gün göğü bir uçtan öbür uca dolaşırmış. Bu dolaşımın sonucunda da güneş doğarmış.

Apollon, bilicilik tanrısıdır. Apollon’un ilham verdiği insanlar bilici, kâhin veya falcı olurlar. Bilicilik, İlkçağ'da çok önemli bir sanattır. Yunan efsanelerine göre Delphoi, önemli bir bilicilik merkezidir. Efsaneye göre; Gaia, Python adında bir ejder doğurur. Python, Delphoi'deki bilicilik merkezinin bekçisi olur. Buranın ilk adı da Python imiş. Apollon, doğumunun dördüncü gününde, Hephaistos tarafından kendisine yapılan oklarıyla silahlanarak Delphoi'a gider, Python'u öldürür ve aynı yere kendi kehanet merkezini kurar. Didim’deki bilicilerin çoğu kadındır. Bu bilici kadınlar, ellerinde bulunan kutsal bir asayla kuyunun başında oturur, kuyudaki sularda gördükleri ışıltıları yorumlayıp rahiplere bildirirler. Troya kralı Priamos’un kızı Kassandra, bu bilici kadınların en ünlüsüdür.

Musagetes denilen Musalar Korosu’nun yöneticisi olarak ünlenen Apollon, güzel sanatların, bilimin ve müziğin koruyucusudur. Ancak kimi yetenekleri konusunda çok kıskançtır. Bu özelliğini, Phrigyalı Marsyas'a karşı öfkesini işleyen bir mitosta bariz bir biçimde görmek mümkündür. Marsyas, iki delikli kavalın mucidi olarak bilinirse de bu kaval, ilk kez tanrıça Athena tarafından bulunmuştur. Athena günün birinde bir dere kenarında kavalını çalarken derenin suyunda yansısını görür. Kavalı çalarken şişen yanaklarının çirkinleştiğini fark eder. Bundan ötürü bir daha çalmamaya ant içtiği kavalı, dereye atar. Athena tarafından suya atılan bu kaval, Marsyas tarafından bulunur. Kavalı bulan Marsyas, onu çalmaya başlar. Zamanla ustalaşır ve Musalar Korosunun yöneticisi olur. Kendine çok güvenen Marsyas, Apollon’un liriyle yarışmaya kalkışır. Apollon, ‘galip gelenin, yenilene istediği cezayı vermesi’ koşuluyla yarışmayı kabul eder. Musalar ve Phrigya kralı Midas da hakem olarak tayin edilirler. Yarışma neticesinde Musalar, Apollon'u Kral Midas da Marsyas'ı birinci seçer. Buna çok sinirlenen Apollon, Midas'ın kulaklarını eşek kulaklarına dönüştürür. Marsyas’ı da bir çam ağacına bağlar ve diri diri derisini yüzer. Daha sonra yaptığından nedamet duyan Apollon, lirini bir daha çalmamak üzere kırarken, Marsyas'ı bir ırmağa (Çine Çayı) dönüştürür.

Aletlerden ok, yay ve lir; hayvanlardan kurt, yunus balığı, kuğu, karga; bitkilerden defne, palmiye ve zeytin ağacı tanrının simgeleridir.

Lapithai kralı Phlegyas’ın kızı Koronis; Pinios’un kızı Daphne; Okeanos ile Tethys’in kızı Klytia; Kadmos’un kızı Leukothae (İno) gibi nymphelerin (su perileri) gönlünü çelen Apollon, sonbahar gelince sürekli temiz olan ülkeye yani kuzeye gider, ilkbahar gelince de şarkılar ve törenler eşliğinde Eski Yunan’a dönüş yaparmış. Çok yönlü bir kişiliğin sahibi olan Apollon; Ege uzlaştırmacılığına denk düşer şekilde tanrıların pek çoğunu bünyesinde bir araya getirir. Apollon aktivitelerinin bir kısmı, onun; Güneş Işınları gibi ya hastalığa maruz bırakan ya da sağaltan okların sahibi olan Güneş tanrısı olduğunun bir ifadesidir.

Heykellerinin ilk yapılanlarında omzunda hep bir kuzu taşır şekilde sembolize edilen ve bir Lykeus yani Kurt öldürücü olarak bilinen Apollon; hayvan sürülerinin koruyucu tanrısıdır. Fare-tanrı Sminth’in görünümüne bürünmüş bir örneği olan Apollon; aynı zamanda bir fare yakalayıcısı olan Smintheus’tur da. Asırlar boyu dünyanın dört bir yanından gelen hazinelerle dolup taşan Delphoi Tapınağı’nın kehanetleriyle insanları akın akın çeken bilici rahibesine ilham kaynağı olan da Apollon’dur.

 

APOLLON-DAPHNE AŞKI

Artemis gibi bâkire kalmaya ant içtiği için sürekli erkeklerden kaçan güzel bir kız yaşarmış. Adı, Daphne’dir bu güzeller güzeli kızın. Irmak Tanrı Peneus’un kızıdır. Ormanlarda tek başına dolaşmaktan büyük zevk alırmış. Ay ışığında avlanmak, yabani hayvanları kovalamak, bu hayvanların derilerinden faydalanmak Daphne’nin en büyük eğlencesiymiş. Koştukça rüzgâra savrulurmuş, uzun dalgalı saçları… Bir adamın karısı olarak yaşamayı aklının ucundan bile geçirmeyen Daphne, erkeklerden çok iğrenirmiş. Bu nedenle her fırsatta kendisinden torun isteyen babasına; “Ey, dünyaya gelmeme vesile olan sevgili babacığım, kadınlık görevlerini bilmeden ve birisinin karısı olmadan, bağımsız olarak yaşamama izin ver... Zeus, kızı Artemis’e nasıl sonsuz bakirelik bağışladıysa, sende bu lütfû esirgeme benden” dermiş.

Daphne hakkında iki efsane bulunmaktadır. Birinci efsane şöyledir: Günün birinde Thessalia’da, kıyıları ağaçlarla bezenen Peneus Irmağı’nın kıyısında gezinen Apollon, orada çok güzel bir kızla karşılaşır. Daphne’dir, güzelliği dillere destan bu kızın adı. Yıldız gibi parıldayan ışıl ışıl gözlerine, dolgun dudaklarına, narin ellerine vurulan Apollon’un yüreği, Daphne’ye sahip olma arzusuyla yanıp tutuşur.

Apollon’un arzu dolu bakışlarını fark eden Daphne, bir rüzgâr gibi göğün boşluğunda hızla kayarak ayın yuvarlak ve yaldızlı çehresini tülle örten bulutlar gibi koşarak uzaklaşır, ondan. Daphne’nin kendisinden uzaklaştığını gören Apollon, arkasından yalvararak: “Dur, güzel peri kaçma benden. Beni, senin ardında dolaşmaya zorunlu kılan senin âşkındır. Koşma ki düşüp narin ellerin berelenmesin, yoksa acına dayanamam ben. Senin ardına düşen kişi, ne bir dağlı ne bir sığır çobanıdır. Delphoi toprağının, Klaros’un, Tenedos’un, Patara’daki kral sarayının efendisi olarak bilinirim ben. Babam, tanrıların tanrısı Zeus’tur benim. Geçmiş zamanlarda olanlardan ve gelecek zamanlarda olacaklardan ancak benim sayemden haberdar olunur. Sıradan biri değilim ben.” dermiş.

Apollon bir yandan böyle yalvarırken öte yandan koşarmış kızın ardından. Onu yakalamak üzeredir. Sıcak nefesiyle okşamaya başlamıştı, Daphne’nin havada uçuşan saçlarını. Giderek kuvvetten düştüğünü, yorulduğunu hissetmeye başlayan Daphne, olduğu yerde durup yeryüzünün anası Gaia’ya: “Ey toprak ana, üstümü kapat. Gizle, kurtar beni!” diye yalvarmaya başlar. Tam o sırada bir uyuşma belirir narin bedeninde. Kolları soğumaya, nazik ve küçük ayakları toprağın içine kök salmaya başlar. Gri renkli bir kabuk, olgun ve yumuşacık göğsünü kaplar. Kokulu saçları yaprağa, körpecik kolları dallara dönüşüverir, Daphne’nin. Yüzü görünmez olur, yaprak yığınları arasında. Buna rağmen güzelliğinin parıltısından hiçbir şey yitirmemiştir. Şaşkındır, peri kızını kucaklamak isterken defne ağacının gövdesine çarpan Apollon. Öpücüklere boğmak ister, narin bedeni ağaca dönüşen Daphne’yi. Ama dallar kaçar gibidir, onun dudaklarının dokunuşundan. Gövdesine sıkıca sarıldığında Daphne’nin kalbinin henüz çarptığını anlar. Bunun üzerine; “Karım olamadın ama bundan böyle ağacım olacaksın, benim. Taç gibi taşıyacağım seni başımın üstünde, lirimin süsü, okumun kılıfı sen olacaksın bundan sonra. Zafer kazanmışların tacı, sen olacaksın. Nasıl ki genç kızlık saçlarına makas zarar vermemişse, yemyeşil yapraklarını kış bile dökemeyecektir, senin. Her mevsimde güzelliğinin süsü olacaktır yaprakların. Adın, Defne olacak bundan sonra.” der, Apollon. Bunları söyleyince defne ağacı, Tanrı’nın lütfuna teşekkür edercesine dallarını yavaşça sallar ve başını saygıyla eğer, öne doğru.

Hakkındaki söylencenin ikincisi bir Lakonia söylencesidir. Buna göre Eleia Kralı’nın Leukippos adlı oğlunun kendisine âşık olduğu Daphne, av tanrıçası Artemis’in hizmetinde çalışan vahşi bir bakiredir. Leukippos, ona yakın olabilmek için kadın kılığına girerek arkadaşlarının O’nun arasına karışır. Ama yıkanmak için giysilerini çıkarmamakta direnen Leukippos, kimliği ortaya çıkınca kızlar tarafından öldürülmekten son anda kurtulur. Bir başka anlatıma göre ise Leukippos, Apollon’un, kızı korumakla görevlendirdiği nenfler tarafından öldürülür. Ancak bu, Apollon’a mutluluk getirmez. Zira Irmak Tanrı Peneus’un kızı Daphne, yine yüz vermez, tanrıya.

 

APOLLON-KORONİS AŞKI

Apollon bütün yakışıklılığına ve akıllılığına rağmen aşk ilişkilerinde çok umutsuz sonuçlarla karşılaşmıştır. Gerçek sevgiyi bulmakta zorlanmıştır. Lapithailerin Phlegyas adlı kralının kızı olan Koronis, Apollon’un ilk sevgililerindendir. Apollon ile sevişerek hamile kalan Koronis, anne olacağı sırada Iskhys adındaki Arkadhialı biriyle evlenir. Günün birinde; Apollon tarafından sevgilisi Koronis’i gözetlemekle görevlendirilen bir karga, Apollon'a kötü bir haber getirir. Sevgilisinin kendisine ihanet ettiğini ve Iskhys adlı Arkadhialı bir gençle evlendiğini söyler. Buna çok üzülen Apollon, kargayı lânetler. Lânetlenen karganın tüyleri birden bire kararmaya başlar. Oysa bu karga, o güne kadar süt beyazı renkte güzel bir kuş imiş. Kargayı lânetleyen Apollon, oklarından birini savurarak hem kendisine ihanet eden sevgilisi Koronis’i hem de kocası Iskhys'i öldürür.

Bazı kaynaklara göre ise kendisine ihanet eden sevgilisinden ve kocasından intikam almak isteyen Apollon, bu konuda kız kardeşi Artemis’ten yardım ister. Bunun üzerine Artemis, Koronis ile kocası Iskhys'i, ateşe verdiği odun yığınının üzerinde yakar. Koronis'in cesedi, yarı yanmış haldeyken olay yerine gelen Apollon, onu ateşten çıkarıp karnını yardırınca karnından canlı bir erkek çocuk ortaya çıkar. Bu çocuk, hekimlik tanrısı olacak olan Asklepios’dur.

Apollon, oğlu Asklepios’u eğitmesi için Kheiron adında ünlü bir bilgine teslim eder. Birçok Yunan tanrısını yetiştiren Kheiron, genç Asklepion’a tıp öğretir. Çok geçmeden Asklepios, bütün Yunanistan’ın en ünlü hekimi olur. Onun sayesinde insanların ömrü uzar. İnsanlar daha çok yaşamaya başlar. Buna çok öfkelenen cehennemin efendisi Hades, makamına çıktığı Zeus’a, Asklepios’un hekimliğe başlamasıyla cehenneme gelen ölü sayısının azlığından dert yanar.

Ünü dört bir yana yayılan Asklepios, günün birinde bir ölüyü diriltir. Aşk tanrıçası Aphrodite’in genç yaşta ölen bir sevgilisini tekrar hayata kavuşturur. Bunun üzerine hemen harekete geçen büyükbaba Zeus, Kyklopslara bir yıldırım ısmarlar. Kyklopsların kendisine yaptığı yıldırımı, torunu Asklepios’a göndererek onu Tartaros’a yollar. Asklepios’un ölümüne çok üzülen baba Apollon, korkunç bir intikam alır, Kyklopslardan. Oklarını savurarak birer birer öldürür onları. Ardından da günahlarını affettirmek amacıyla çobanlık yapmaya başlar.

Başka bir anlatıma göre de Asklepios, annesine oynanan bütün bu oyunların arkasında babası Apollon’un olduğunu öğrenir. Tüm gerçekleri öğrenince Delphoi’ye yürür. Delphoi’de bulunan Apollon Tapınağı’nı ateşe verir. Bunun üzerine babası Apollon tarafından atılan okların hedefi olan Asklepios, yaşamını yitirir ve Tartaros(cehennem)’a atılır.

 

APOLLON-KASSANDRA AŞKI

Troya kralı Priamos ile Hekabe’nin kızlarıdır. Güzelliği, dillere destan bir kızdır. Kassandra’nın bu harikulâde güzelliğinden haberdar olan tanrı Apollon, ona âşık olur. Hemen yaşlı Priamos’a gider, kızını ister. Kızını kendisine vermesi durumunda ona kehânet yeteneği bahşedeceğini söyler. Teklifi kabul eden Kassandra, Tanrı’dan kehânet yeteneğini alır. Kehânet yeteneğini elde eden Kassandra, Apollon'a verdiği sözü yerine getirmez. Söz verdiği halde kendisiyle birlikte olmayan Kassandra’ya sonsuz öfke duyan Apollon, ağzının içine tükürerek kendisine armağan ettiği kâhinlik yeteneğini etkisiz kılar. Kassandra, yaşanan bu olayın sonrasında geleceği görür, ancak gördüklerini söylediğinde kimseyi inandıramaz. Zira Kassandra, Troya tarihinin bütün olaylarını önceden görmüş ve söylemiştir. Ancak onun söylediklerine hiç kimse inanmamıştır. Nihayet on yıl devam eden Troya Savaşı’nın ardından kendisini tutsak alan Agamemnon tarafından Yunanistan'a götürülmüştür. Yunan trajedi şairi Euripides tarafından M. Ö. 415 yılında yazılan Troades adlı tragedyaya göre Kassandra, Agamemnon’dan ikiz çocuk doğurur. M. Ö. 525–M. Ö. 456 arasında yaşayan Yunan tragedya yazarı Aiskhylos tarafından M. Ö. 458’de kaleme alınan Agamemnon adlı tragedyaya göre Truva Savaşı sonrasında Mykenai’ye dönen Agamemnon-Kassandra ikilisinden Agamemnon, karısının sevgilisi Aigisthos tarafından öldürülürken Kassandra da Agamemnon’un karısı Klytaimnestra’nın elinden can verir. Ölümü sonrasında tapınım gören Kassandra, Aiskhylos'un Agamemnon adlı tragedyasının esin kaynağıdır. Bu yapıta göre Kassandra, kendi ölümünü de önceden görüp çevresindekilere söyler. Ama kimse onun bu söylediklerine aldırmaz. Tragedya'nın sonunda ölmeden önce, kendisine kehaneti bahşeden Apollon’a lânet okur.

 

APOLLON-KLYMENE AŞKI

Mitolojiye göre engin denizin kişilik kazandırılmış şekli olan Okeanos ile Deniz Tanrıçası Tethys’in kızıdır. Efsaneye göre Uranos ile Gaia’nın oğlu İapetos’la evlidir. Ondan Epimetheus, Prometheus, Atlas ve Menoithios’u doğurur. Tanrı Apollon, günün birinde güzel Klymene ile karşılaşır. Görür görmez hemen âşık olup gönül verir, ona. Bir fırsatını bulunca da onunla birlikte olur. Bu birliktelikten Phaeton adlı oğlu olur. Phaeton, son derece yaramaz bir çocuktur. İo'nun, Zeus'tan doğma oğlu Epaphos’la arkadaş olan Phaeton, ona Apollon’un oğlu olduğunu söyler. Ama Epaphos; ‘Senin, Apollon’un oğlu olduğuna inanmıyorum’ der. Epaphos’un söylediklerine çok üzülen Phaeton, bir gün annesine; ‘Arkadaşım Epaphos, benim Apollon’un oğlu olduğuma inanmıyor.’ diyerek ağlamaya başlar. Oğlunun ağlamasına gönlü razı olmayan Klymene, gerçeği öğrenmesi için onu babası Apollon’un yanına gönderir. Oğlunun gelişine çok sevinen Apollon, onun ağlamasına çok üzüldüğü için; “Tartaros’da akan Styx ırmağının üzerine and içerim ki dileğini yerine getireceğim. Dile benden ne dilersen.” der. Phaeton, arkadaşlarını inandırmak için babasından Şar adlı Güneş Arabası’nı kullanmak için izin ister.

Eous (al at), Pyrous (ak at), Ethon (parlak at) ve Phlegon (toprak at) adlarındaki dört atın koşulduğu Şar, Apollon tarafından yönetilirdi. Sabahleyin kırmızı renkte doğan ve giderek beyazlaşan Güneş, öğlen zamanı parlak bir hal alır. Akşama doğru batacağı zaman toprağa değdiği için toprak (haki) rengine dönüşür. Güneş tanrı Apollon, sabahleyin Şafak Tanrıça Eos’un pembe parmaklarıyla açtığı gök kapısından çıkar. Akşam olunca da yorgunluğunu gidermek amacıyla Batı’daki sarayına inip geceyi orada geçirir.

Apollon, bu nedenle kullanımı çok zor ve bir o kadar da tehlikeli olan Güneş Arabası’nı oğluna vermek istemez. Oğlunu, bu konuda ikna etmeye çalışır. Ancak Phaeton fikrinden vazgeçmeyince Apollon, verdiği sözü yerine getirmek zorunda kalır. Güneş Arabası’nın yönetimini, oğlu Phaeton’a bırakır. Güneş Arabası’nı kullanma konusunda hiçbir deneyimi olmayan Phaeton, buna rağmen uzaklara ve yükseklere doğru yol almaya başlar. Doğu ufkunun en yüksek tepesine gelir. Arabasıyla gökyüzünün bu ucundan öteki ucuna büyük bir çizgi çizer (Bu çizgi sonradan Samanyolu olarak adlandırılır.). Tam bu sırada araba çok uzaklara gittiği için gökyüzü soğumaya başlar. Bu nedenle arabaya koşulan atlar, büyük bir hızla dünyaya doğru koştururlar. Afrika semalarını geçtikleri zaman arkalarından bıraktıkları yerler kavrulmaya, ırmak, göl ve su kaynaklarının tamamı kurumaya başlayınca bir çöl oluşmaya başlar. Buna rağmen tehlikenin büyüğü daha ileride beklemektedir, Phaeton’u. Zira Phaethon hızla ilerlerken büyük akreple (Scorpio) karşılaşır. Büyük akrep, güçlü kuyruğuyla arabanın önde koşulan atını sokar. Büyük akrebin soktuğu at, acısından hızlanmaya başlayan araba, eskisinden daha hızlı yol almaya başlar. Olanları izleyen Zeus, çevreye daha çok zarar vermesini önlemek için gönderdiği bir yıldırımla Phaeton’un yaşamına son verir. Cansız bedeni, dünyaya doğru yol alan Phaeton’un cesedi, Eridanus Irmağı’na düşüp dibe çöker. Arabaya koşulan atlar da ahırlarına dönerler.

Kardeşleri Phaeton’un ölümüne çok üzülen kız kardeşleri, durmadan dört ay süreyle hep ağlayıp dururlar. Onların bu hallerinden elem duyan tanrılar, onları, sürekli inleyerek sarsılan kavak ağaçlarına dönüştürürler. Kavak ağacına dönüşen kız kardeşler, kardeşleri Phaeton’un düştüğü Eridanus Irmağı boyunca dizilmeye başlarlar.

Phaethon’un yaşadıklarını öğrenen arkadaşı Cygnus, onun ırmağa düşen cansız bedenini bulmak için peş peşe ırmağa dalıp çıkmaya başlar. Bu hareketleriyle, nehirde yiyecek arayan kuğu gibi algılanan Cygnus, arkadaşının acısıyla yaşamını yitirir. Ona üzülen Apollon, onu Kuğu Takımyıldızı olarak gökyüzüne yerleştirir.

 

APOLLON-RHOİO AŞKI

Mitolojiye göre Rhoio, Parthenos ve Molpadia; Naksos Adasının üç güzel prensesidir. Efsaneye göre asıl babaları tanrı Apollon olmasına rağmen birçok mit, üvey babaları Staphylos’un çevresinde şekillenmiştir. Üvey baba Staphylos, günün birinde Rhoio adındaki kızının Apollon ile birliktelik yaşadığını öğrenir. Bu nedenle kızını bir sandığa kilitleyip okyanusa atar. Sandık, Delos Adası kayalıklarına çarpıp parçalanır. Tanrı Apollon’dan hamile kalan Rhoio, Anios adındaki erkek bir çocuk doğurduktan sonra ölür.

Kaynakların kimine göre üvey babalarının bu vahşetine gözleriyle tanıklık eden Molpadia ile Parthenos adlı iki kız kardeş, korkularından kendilerini okyanusa atarak kaçarlar. Ancak kimi kaynaklara göre ise Molpadia ile Parthenos, bu olaya öfkelendikleri için üvey babaları Staphylos’un çok değerli şaraplarını dökerler. Sabah uyandığında şaraplarının yere saçıldığını gören Staphylos, öfkesinden iki kızını okyanusa atar. İki kız kardeş, okyanusta boğulmak üzereyken Rhoio’ya derin aşk duyan tanrı Apollon tarafından kurtarılırlar. Okyanusta boğulmak üzereyken tanrı Apollon tarafından kurtarılan iki kız kardeşten Molpadia, Kastabos adındaki Karia kentine yarı-tanrıça olarak gönderilirken, Parthenos da Bybassos (Orhaniye)’a yollanır. Molpadia, insanların rüyalarına girerek hastalıklarını tedavi ettiği, çocuğu olmayan kadınların derdine derman olduğu ve şifa dağıttığı için Hemithea adıyla bir yarı-tanrıçaya dönüşür ve Kastabos halkı tarafından büyük saygı görür.

Kendisine adakta bulunulması amacıyla bir sağlık merkezi ve tapınak yaptırılır. Hemithae öylesine çok sevilir ve sayılır ki onun anısına inşa edilen sağlık merkezi ve tapınak, çeşitli medeniyetlerce ele geçirilen Karia bölgesinde zarar verilmeyen, dokunulmayan ve yağmalanmayan tek yerdir.

Herophile: İda Dağı’nın bir perisi ile bir çobanın kızıdır. Truva Bölgesi’nde dünyaya gelmiştir. Sibylla adı verilen kâhin kadınların ikincisi ve en ünlüsüdür. Tanrı adına konuşurlar, Sibyllalar. Truva Savaşı’nın öncesinde; Sparta’dan gelecek bir kadın yüzünden Truva şehrinin yakılıp yok olacağını haber verir. Yunanlı coğrafyacı Pausanias (M. S. II. yy.)’ın tanrı Apollon’a yazdığı bir övgüye göre Apollon’un hem kızı hem de karısıdır. Gezgin bir kâhin olmasından ötürü tanrı sözcülüğü yapacağı zaman sürekli yanında taşıdığı taşın üzerine çıkarmış. Gene Yunanlı coğrafyacı Pausanias’a göre Herophile, Truva Bölgesi’nde ölmesine rağmen sürekli yanında taşıdığı büyülü taşı, Delphoi’deki Apollon Tapınağı’nda saklıymış. Bir zamanlar Samos (Sisam) Adası’nda kalmış ve Klaros, Delos ve Delphoi’deki Apollon tapınaklarında görev yapmıştır. 

 

APOLLON-KLYTİE VE LEUKOTHAE AŞKI

On yıl süreyle devam eden Troya Savaşı’nda bütün tanrılar, çok çalışmış, çok yorulmuşlardı. Ama bunların içinde en çok hayal kırıklığı yaşayan da en çok yorulan da kuşkusuz ki Apollon’dur. Bu yorgunluğu gidermek ve üstüne çöken rehavetten silkinip kendine gelmek için dinlenmenin ve uzun bir geziye çıkmanın gerekliliğine inanan Apollon, Zeus’a danışmak üzere Olympos’un zirvesine çıkar. Büyük konağında oturan Zeus’un karşısına geçerek; “Tanrıların tanrısı yüce Zeus, yıllarca süren savaşlarda en çok benim çabaladığımı bilirsin. Bunca sene boşa savundum şanlı Priamos’un, Akhalılara karşı savaşan ordusunu. Ne var ki her şey bizim buyurduğumuz gibi gitmedi, Truva harap oldu ve o dev surlar parçalandı. Ama ben, artık bir köşeye çekilip dinlenmek istiyorum. Eğer bana karşı çıkacak olursan güneşimi, Hades’e indirir ölüleri aydınlatırım, yaşayanlar bir daha ışık yüzü göremezler.” der.

Tahtından kalkarak Apollon’a doğru yürümeye başlayan Zeus; “Sakın ha oğlum” der ürpertici bir sesle, “Sakın güneşini ve ışığını canlılardan esirgeyip Hades’in soğuk karanlığına sürükleyeyim deme. Ben, hemen kurulu toplar ve senin bu düşünceni tüm tanrılara sunarım, sanırım hepsinden olumlu yanıt alabiliriz.” der ve sonra tanrıları konağına davet eder.

Tanrılar toplanınca Zeus, gür bir sesle; ‘Ey Olympos’un kudretli efendileri, hiç şüphesiz senelerdir süre gelen savaşlardan en çok oğlum Apollon yorulmuş ve bunca emeğine karşı Troya ordusu, savaşı kaybetmiştir. Şimdi tüm işlerinden elini çekip kısa bir süre Dünya’nın karanlık bölgelerinde yaşayanların yüreğine ışığı ve sevgiyi serpmek istiyor’ deyip konuşmaya başlar. Zeus’un bu konuşması üzerine tanrılarda kısa bir homurdanma başlar. Konuşmasına devam eden Zeus; “Eğer bu isteğini kabul etmezsek güneşini, Hades’in karanlık köşelerine indirip ışığını ölülere sunacak, canlıları karanlıkla baş başa bırakacakmış.” der.

Gözlerini Zeus’a çeviren Artemis; “Ben de kardeşim Apollon’un en çok çalışan tanrı olduğunu biliyorum ve isteğinin yerine getirilmesinde sakınca görmüyorum. İsteği yerine getirilmemesi durumunda sunduğu tehdit dehşet vericidir.” der.

Bu sözler, bütün tanrılar tarafından onaylanınca Apollon’a iyiliği ve güzelliği simgeleyen bir asa verilip törenle Olympos’tan aşağıya uğurlanır.

Kendini bitap düşmüş hissettiği bir akşamüstü Phtya kıyısına inen Apollon, yakıcı kumların üstünde yürümeye başlar. Uzun yıllar devam eden kanlı savaşların ardından bu yürüyüş, ona adeta şiirimsi gelir. Savaşın anlamsızlığını düşünerek denizin dalgalarına kulak verince huzurlu yaşamın ne kadar iyi olduğunu fark eder.

Bu esnada biraz ileriden bir kadının söylediği şarkının büyülü nağmelerini duyar. Hiç yerinden kımıldamadan dinler, şarkıyı. Şarkı bitince kendine gelen Apollon, şarkıyı söyleyen bu kadını görüp onunla tanışmak için kendini görünmez kılıp ilerlemeye başlar. Biraz yürüdükten sonra güzel bir kızla karşılaşır. Kızı görünce kısa bir şaşkınlık yaşar. Çünkü o güne değin böyle güzel bir kızla karşılaşmamıştı. Uzun ve beyaz bir elbise giyen, boynuna Marmara’nın eşsiz incilerinden yapılma bir gerdanlık takan kızı, uzun süre izleyen Apollon, ona âşık olur.

Fazla dayanamayacağını anlayınca tanrı kılığına bürünüp kızın karşısına çıkar. Karşısında Apollon’u gören kız, ürküp geri çekilir. Ancak Apollon’dan hoşlandığını gizleyemez, harikulâde bir güzelliğe sahip olan bu kız. “Benden korkmana gerek yok” deyip ağır adımlarla ona doğru ilerleyen Apollon, kızın ellerini ellerinin içine alır. Ürkekliğini hissettiği kıza; ‘Tanrılardan bile güzel olan bu prenses, bana adını sunmayacak mı?’ der.

Ellerini geriye çekmeye çalışan kız, ürkek bir sesle; ‘Adım Klytie’ der. Apollon’un, ellerini sıkıca sarmaladığı kız; “Ayrıca prenses değilim ben, küçük bir köylü kızıyım. Yaşlı ve zavallı babama bakmaktan başka bir işe de yaramam.” der.

“Senin gibi güzel bir kız ya bir prenses olabilir ya da Aphrodite kadar büyülü bir tanrıça…” diyen Apollon sözlerini sürdürerek; “Bundan sonra sen, benim prensesimsin. Sarayımda kalacak benimle birlikte yaşayacaksın. Çok saygın biri olacaksın. Emrinde hizmetkârların, uşakların ve yaverlerin olacak. Ayrıca her isteğini yerine getirecek olan ben de hizmetinde olacağım, senin” der.

Parlayan gözlerle baktığı Apollon’un kulağına ona âşık olduğunu fısıldayan kız; “Ama ben bunların hiç birini istemiyorum.” der. Ardından, “Benim tek dileğim, hasta olan babamın sağlığına kavuşarak eski günlerdeki gibi dinç bir savaşçı olmasıdır. Ama bu dileğim, hiçbir zaman gerçekleşemeyecek. Zira herkes, onun öleceğini söylüyor.” diyerek narin elleriyle yüzünü kapatıp dizlerinin üzerine çöken kız, ağlamaya başlar.

Kızın haline çok efkârlanan Apollon; “Kalk bakalım. Babanı birde ben göreyim. Vakit geç değil henüz. Onu ayağa kaldırabilecek güce sahibim. Ama babanı eski sağlığına kavuşturursam benim kadınım olacak ve konağımda yaşlanacaksın.” der.

Klytie; “Babamı, eski sağlığına kavuşturmasan bile seninle gelirim” der, sonra elinden tuttuğu Apollon’u yaşadıkları küçük kulübeye götürür. Yatağında can çekişen adamın haline çok üzülen Apollon, Klytie’ye duyduğu aşk uğruna yaşlı adamın ömrünü uzatır ve eski sağlığına kavuşturur. Babasının ayağa kalktığını ve gençleştiğini gören Klytie, kendini Apollon’un kollarına bırakır. Sonra verdiği sözü tutacağını söyleyerek alnından öper, onun.

Kızı kucaklayarak havada süzülmeye başlayan Apollon onu, Olympos’un yamacına götürür. Kız, onun güneş tanrısı olduğunu anlayınca korkmaya başlar. Ama bir o kadarda seviyordu, kendisini. O gün Apollon’un ziyaretine gelen Ares, tanrıçalar kadar güzel olan Klytie ile karşılaşınca büyülenir. Apollon’dan korktuğu için elde etme yollarını aramaya başlarsa da ona nazik davranır. Apollon, Ares gider gitmez yatak odasına aldığı Klytie’nin güzel gözlerine bir uyku serper.

Bundan sonra Apollon ile Klytie her gece, bıkıp usanmadan birlikte olurlar. Kızın aşkı, gün geçtikçe artarken, Apollon’un ki her geçen gün solmaya başlar. Apollon, ölümsüz yaşamını tek bir kıza adayamayacağını biliyor olsa da kıza söylemeye cesaret edemiyordu. Çünkü bunları ona söylemek demek kızın, ölümle anlaşmasını onaylamak demekti. Her şeyden kolayca vazgeçebilecek karakterde biri olan Apollon, herkesi kendisi gibi sanıyordu. Kızın, aşkı uğruna canını feda edebileceğini hiç düşünmemişti.

Gecenin birinde yatak odasından çıkarken kızın elini tutan Apollon, imalı bir bakışla; “Babanı özlemedin mi?” diye sorar. Sonra; “Ondan ayrıldıktan sonra hiç gidip görmedin. Seni, bir süreliğine babana bırakabilirim. Sonra tekrar konağıma alırım. Hatta bu kez babanı da buraya davet ederiz.” der.

Bunları duyunca çığlıklar atan Klytie, Apollon’un kucağına atlar. Bu habere son derece sevinmişti. Zira bir daha Apollon’u göremeyeceğini bilmiyordu. Bilseydi, ‘Keşke bunları hiç yaşamasaydım’ diyecekti. Sonra; “Bu habere çok sevindim sevgilim. İnan bunu senden ben, isteyecektim. Yalnız biraz zaman geçsin istiyordum.” der.

Klytie’yi kucağına alan Apollon, tekrar göklere yükselir ve Phtya kıyılarına gelene değin hiç durmaz. Phtya kıyılarına gelince Klytie’yi ilk tanıştıkları yere bırakan Apollon; ‘Bir gün sonra seni buradan alacağım. Şimdi git, babanla hasret gider.’ der. Apollon’u büyük bir aşkla öpen Klytie, arkasını dönüp hızla koşmaya başlar. Apollon, gözden kayboluncaya dek kızı izler, durur. Ardından Olympos’a döner.

Gün boyunca babasıyla hasret gideren Klytie, ona güzel yemekler yapar. O yokken babası, yine hastalanmış. Babasının hastalandığını öğrenince Apollon ile yaşadığı aşkı anlatarak babasını rahatlatmaya çalışır. Kızının tanrıyla füsunlu bir aşk yaşadığını öğrenen babanın gözleri, dolu dolu olur.

Bir günün hızla geçip gittiğini gören Klytie, babasıyla vedalaşıp kumsala geri döner. Kumsalda Apollon’u beklemeye başlar. Aradan saatler geçmesine rağmen denizin dalgaları arasından gelmesini beklediği sevgilisi henüz yoktu ortada. Şiddetle esen rüzgâr, onun bütün bedenini okşamaya başlar.

Kumsalda üçüncü gün doğumunu izleyen Klytie’nin ümidi yavaş yavaş yitmeye başlar. Apollon’un bir daha geri gelmeyeceğini anlamış gibiydi. Gönlü, bunu onaylamasa da gerçeği anlamıştı, artık. Buna rağmen oradan ayrılmayı düşünmüyordu. Bir gün mutlaka geri gelir umuduyla beklemeye başlar ve sonra yumar, gözlerini.

Uykudan uyandığı zaman hem çok susadığını hisseder hem de acıktığını… Su gereksinimini tuzlu su ile giderir. Ancak yiyecek bir şey bulamamıştı, çevrede. Açlığa dayanabileceği bilinciyle kumsaldan ayrılmayı düşünmüyordu. Zira Apollon gelir de onu göremezse hemen geri döneceği endişesi taşıyordu. Bir süre sonra fazlaca içtiği deniz suyundan ötürü karnında ağrılar hissetmeye başlamasına rağmen suyu içmeye devam eder.

Tam o sırada halini görerek kendisine acıyan deniz tanrıçası Thetis, onun bulunduğu kumsala çıkar. Başını kucağına alıp okşadığı Klytie’ye; “Üzülmekte haklısın kızım. Çünkü tanrıların içinde en vefasız ve en duygusuz olanına âşık olmuşsun. Apollon’un seni çok sevmesi, hiçbir şeyi değiştirmez. O, geri gelmeyecek. Burada onun yasını tutacağına evine dön, ölüm döşeğindeki babanla ilgilen. Onu da kendin gibi kaderiyle baş başa bırakma.” der.

Deniz tanrıçası Thetis’den bu sözleri duyunca ağlamaya başlayan Klytie’nin gözyaşları, bir hafta boyunca akar, durur. Bazen dinmeyen gözyaşlarını, bazen deniz suyu içerek su gereksinimini karşılayan Klytie, hiç yemek yemez. Bir hafta boyunca tanrılara dua edip Apollon’u lânetler. Çok seviyordu, ama artık bir o kadarda nefret ediyordu, ondan.

Klytie, bir hafta kumsalda bekleyip son suyunu da içtikten sonra gözlerini kapayarak Hades yolculuğuna başlar. Bir yıl boyunca gözyaşları dinmeyen Apollon, oradan her geçişinde o kumsalda oturarak ağlar. Gözyaşları kuruduğunda tanrıların koruduğu ve ilk günkü kadar güzel görünen Klytie’nin bedenini kucağına alıp ellerini ilk tuttuğu yere götürerek orada defneder.

Onun eşsiz bir armağan hak ettiğini düşünen Apollon, onun anısına yeni bir çiçek yaratmaya karar verir. O’nu gömdüğü yerin üstüne helioterpe (gün çiçeği) adını verdiği bir çiçek diker. Bir zaman gözyaşlarıyla kızın mezarını ıslatır. Ardından Olympos’un zirvesine doğru yola çıkar. Çok kısa bir süre sonra genç kızın adını bile anmaz olur.

Oysa Klytie hiç unutmamıştır, onu. Ölüm bile aşk acısını, onun ruhundan uzaklaştırmayı başaramamış. Apollon tarafından mezarının üzerine dikilen gün çiçeği, her gün güneşi izlemeye başlar. Güneş batınca da boynunu büker, durur. Apollon’a beslediği ölümsüz aşk, asla tükenmez…

Ovidius’un kaleme aldığı Dönüşümler’in 4. kitabının 207. mısraından başlayan efsane şöyledir: Clytie ile Leucothoe, kardeş iki İran (Persia) prensesidir. Clytie, Güneş’e âşıktır. Fakat Apollon, Leucothoe’ye tutkuludur. Ona ulaşıp birlikte olmanın planlarını yapmaktadır. Bir gece kızların annesinin kılığına girip odalarına girmiştir. Sonra Leucothoe’nin yanına uzanır. Kızın orada bulunan arkadaşlarının dışarı çıkmasını ister. Leucothoe’nin arkadaşları, dışarı çıkmaya başlar. Onlar dışarı çıkar çıkmaz Apollon, gerçek haline dönüşür. Karşısında Apollon’u gören Leucothoe, önce bir ürküntüye kapılsa da sonra kendini bırakıverir, Apollon’un kollarına. Apollon, artık âşıktır, Leucothoe’ye. Bu nedenle de Clytie ile ilgilenmez. Durumu fark eden Clytie, kıskançlıktan kardeşinin Apollon ile yaşadığı aşkı,  hem babasına hem de önüne gelen herkese anlatır. Kendisine anlatılanlardan rahatsızlık duyan baba Orchamus, Leucothoe’yi diri diri gömer, toprağa. Ertesi gün Leucothoe’yi bulamayan Apollon, yaşananları öğrenince kızı, gömüldüğü yerden çıkarır. Ama kız, ölmüştür. Kızın cansız bedenini Günlük-Sığla Ağacı’na dönüştürür. Günlük-Sığla Ağacı’nın reçineleri yakılıp bundan sonra tütsü olarak Apollon Tapınağı’nda kullanılacak.

Clytie, Apollon’un aşkından çılgına dönmüştür. Ancak Apollon, ona görünmez artık. Arar durur, gökyüzünde karanlığa gömülen güneşi. Onu gördüğü zaman da izleyip durmuş başıyla. Dokuz gün boyunca hiçbir şey yememiş, içmemiş sürekli ağlamış. Neticede gövdesi, solgun bir ota, başı da pırıl pırıl parlayan bir çiçeğe dönüşür, Klytie’nin. Sürekli Güneş’e çevirmiş başını ve ona bakıp bakıp durmuş. Bu nedenledir ki Günebakan derler, Klytie’nin dönüştüğü bitkiye.

Başka bir efsaneye göre birlikte aşk yaşadığı Klytie'den tiksinen Apollon, bu kez Klytie'nin kız kardeşi Leucothoe ile aşk yaşar. Kardeşiyle sevgilisi arasındaki aşkı babasına anlatan Klytie, kardeşi Leucothoe’nin sırlarını anlattığı gerekçesiyle babasınca karanlık bir hendeğe atılarak cezalandırır.

Pierre Grimal’ın kaleme aldığı Mitoloji Sözlüğü’nde Leucothoe’nin de günebakan çiçeğine dönüştürüldüğü söylenir. Oysa Ovidius’un Dönüşümler adlı yapıtında ve Mythology: Myths, Legends and Fantasies adlı yapıtta Leucothoe’nin günlük ağacına dönüştürüldüğü açıkça ortaya konmuştur.

 

APOLLON-HELİOTERPE AŞKI

Apollon’a âşık olan Helioterpe, zarif ve ince boyunlu bir nymphe (su perisi) dir. Başlangıçta aşkına karşılık bulursa da bir süre sonra yüzüne bakmaz olur kızın, Apollon.

Aşkına karşılık bulamayan Helioterpe, günden güne erimeye başlar. Bir zaman sonra da kahrından ölür. Apollon, üzülür yaptıklarına. Sevgilisinin topraktan çıkardığı cansız bedenini, dönüştürür bir çiçeğe...

Ama bu çiçek öyle bir çiçek ki ondan yüz bulamamasına rağmen Apollon nereye giderse gitsin yüzü hep dönüktür, ona. Onu kaybedince de başını eğer, durur. İşte böyle sadık bir çiçektir, Helioterpe. Yani Günebakan çiçeği…

 

 

APOLLON-KYPARİSSOS AŞKI

Latin şair Ovidius’un on beş kitaplık Dönüşümler adlı yapıtının 10. kitap 106. mısradan başlayan efsaneye göre güzelliğiyle herkesi büyüleyen Kyparissos’un çok sevdiği dostu, kutsanmış bir geyiktir. Apollon, güzelliğinden ötürü Kyparissos’a âşık olur. Bir gün geyik gölgede uyurken Kyparissos’un istemeden attığı bir mızrak, yakın dostu olan bu geyiğe saplanır. Hâlbuki Apollon, okların ve mızrakların yönünü istediği yöne çevirebilme gücüne sahiptir. Ama buna rağmen âşık olduğu Kyparissos tarafından yanlışlıkla atılan mızrağın yönünü çevirmemiştir. Çok sevdiği dostunun öldüğünü gören Kyparissos, hemen onun yanına koşar. Ağlamaya başlar, ona baktıkça. Kıvranır, büyük bir ıstırapla. Dayanamaz olur, yok oluşuna. Tanrılara seslenir; ‘Hep acı çeksin, onu vuran.’ diyerek. Ağladıkça kanı tükenmeye, gövdesi sertleşmeye başlar… Boyu uzamaya başlar, gökyüzüne doğru. Gözleriyle tanık olur dönüşümüne. Sonra bir servi ağacına dönüşür, en çok sevdiği dostunun hemen yanı başında…

Tepe kısmı hafifçe kıvrıktır, servi ağacının. Aşağı doğru bakmaya çalışır sanki… Bu nedenle derler ki; başında durduğu kişiye bakar, boynunu bükerek ve acıyla kıvranarak. Mezarlıklarda hep servi ağaçlarının bulunması, bundandır derler. Başucunda yer aldığı mezar sahibi için ağlarmış. Sürekli ona bakarak ve acı çekerek…

 

APOLLON VE İKADİOS

Büyüleyici bir güzelliği vardır, Lykia’nın. Anadolu'nun Akdeniz kıyılarında yaşarmış, büyüleyici güzelliği dilden dile dolaşan nymphe (peri)Lykia. Güzelliğiyle yalnız insanları değil tanrıları da koştururmuş, peşinden. Bir gün onu gören Apollon, sevdasına tutulur, onun. Sürekli arkasından dolaşır, dururmuş. Fırsatını bulduğunda onunla birlikte olsun diye. Bir gün tek başına gezinen Lykia’yı gören Apollon, süzülüp yere iner. Karşısında onu gören Lykia, korkuya kapılır. Ona korkmamasını söyleyen Apollon, onunla birlikte olur. Uzun süre devam eden bu birliktelikten İkadios adında bir oğulları olur. Akdeniz kıyılarında doğan İkadios, bu bölgeye annesinin adını verir. O günden itibaren Lykia adıyla anılan bu bölgede Patara kentini kurar. Apollon’a adadığı bu kentte yaptırdığı tapınağı, kehanet merkezine dönüştürür. 

Efsanesi, Apollon kültünün Anadolu kaynaklı olduğunu belirtme açısından ilginçtir: İkadios, Lykia'dan İtalya'ya gidecek olmuş. Ancak yolculuk sırasında fırtınaya tutulan gemisi batmış. Gemi batınca bir yunus balığı tarafından kurtarılmış. Kendisini kurtaran balık, onu Parnassos Dağı’na götürür. İkadios, orada bir kent kurar. Kurduğu bu kente de yunus anlamına gelen Delphoi (Delphis) adını vermiş.

 

APOLLON HYAKİNTHOS VE ZEPHYROS 

Deniz tanrı Poseidon’un oğlu ve Bebrykes adındaki halkın efsanevi kralı Amykos’un bir oğlu varmış. Adı, Hyakinthos imiş. Tanrılar kadar güzel ve yakışıklıymış, Hyakinthos. Tanrı Apollon, onun güzelliğine hayran olur. Samimiyeti ilerletince boş zamanlarını, Mora Yarımadası’ndaki Eurotas ırmağının çiçekli kıyılarında çimenler üstünde disk atarak geçirirler. Bir gün yine her zamanki gibi Eurotas ırmağının kıyısına giderler. Eurotas’un şarıl şarıl akışını dinleyip disk atıyorlarmış. Ama başı çelenklerle süslü, kelebek kanatlı, sarışın Zephyros da gönül vermiş, Hyakinthos’a. Şafak tanrıçası Eos’la Astraeus’un oğlu olan Zephyros, batı rüzgârıdır. Âşık olduğu Hyakinthos’un Apollon’la fazla yüz göz olmasını istemeyen Zephyros, gemiciler tarafından çok sevilen rüzgâr tanrıdır. Aşkından ötürü görevini yapamıyor ve hatta çok üzgün olduğu zamanlarda gemileri, kayalara çarptırarak kendisini çok seven insanlara zarar veriyormuş. Hyakinthos’a aşırı bir şekilde bağlanan Zephyros, Apollon tarafından Hyakinthos’a atılan diskin hedefini şaşırtarak delikanlının kafasına çarpmasına yol açar. Başına gelen diskin şiddetiyle olduğu yere yığılan Hyakinthos’un kafası patlar ve ağzından burnundan kan akmaya başlar. Olay karşısında beyninden vurulmuşa dönen Apollon, divaneye döner. Hemen sağlık tanrısı oğlu Asklepios’u çağırır. Ama ne yazık ki Asklepios’un tüm çabaları boşa gider. Çünkü Hyakinthos, hemen oracıkta can verir. Acısından deliye dönen Apollon; ‘Ey sevgili çocuk, ölüyorsun. Senin taze ve güzel gençliğini ellerimle yok ettim. Ben, seninle ne mezara gelebilirim ne de yeraltına... Seni, kemdim gibi ölümsüz yapmak istiyorum. Seni, neşeli ve kudretli olduğum zamanlarda görmek istiyorum. Işıklarımla seni okşayıp koklamak istiyorum. İşte bu nedenle seni, bir çiçeğe dönüştüreceğim ve sen yaşayacaksın, yeryüzünde. Ben dünyaya yaklaştığımda ve ilkbahar, karakışı bozguna uğrattığında sen topraktan başkaldırarak fışkıracaksın…’ der. Apollon, bunları söyledikten sonra Hyakinthos’un kanının düştüğü yerden Sümbül boy vermeye başlar.


 

Mehmet KORKMAZ

“OLYMPOS’UN GİZEMLİ AŞKLARI” adlı yapıtımdan



 
Bugün 21 ziyaretçi (27 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol