APHRODİTE VE AŞKLARI




 APHRODİTE VE AŞKLARI

 

APHRODİTE

Birbirilerine sevgiyle yaklaşmalarını sağlamak için karşıt cinsteki insanların üzerine aşk iksiri saçan, bahar gelende çiçekleri ve ağaçları rengârenk bezeyerek doğayı canlandıran üretken bir tanrıçadır, Aphrodite. Birçok araştırmaya, destana ve öyküye konu olmuştur. Olympos tanrıları arasında belli bir yeri olan Aphrodite, Yunan mitolojisinde aşk, cinsel istekler ve güzellik tanrıçasıdır. Güzellik, Aphrodite'yle gelirdi. Rüzgârlar, fırtına bulutları onu görünce kaçarmış, çiçekler toprağı süsler, denizin dalgaları kahkahalar atarmış. Onsuz bir sevincin, bir mutluluğun düşünülmesi olası değilmiş. Homeros’un İlyada’sında yazılanlara göre adı, Truva Savaşı’nın başlama nedeni olarak geçer.

Doğumuyla ilgili iki mitos vardır. Bunlardan birincisi şöyledir: Herodotos’a ve Hesiodos’a göre Aphrodite, denizin köpüklü dalgalarından dünyaya gelmiş (Yun. Aphros köpük demek). Uranos, Gaia'dan doğma çocuklarını, doğar doğmaz toprağın bağrına sokarmış. Çocukları, karnına geri itilince şişip korkunç sancılarla kıvranan Toprak Ana, küçük oğlu Kronos'a bir tırpan verir ve Kronos o tırpanla babasının erkeklik organını kesip denize atar. Aphrodite, Uranos’un denize düşen spermlerinden oluşan deniz köpüğünden doğmuş ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta karaya çıkmıştır. Kıbrıs’a çıkar çıkmaz orada birbirinden güzel rengârenk çiçekler açar. Ancak Olympos’taki Themis, onun bu çıplak halini uygun bulmadığı saatleri ve mevsimleri oraya gönderir. Bunlar, tanrıçayı giydirip süsler. Sonra da harikulade bir törenle Olympos’a kabul edilir. 

Hesiodos, doğumunu Thegonia’da şu şekilde anlatır:

"Dalgalı denize atar atmaz onları

Gittiler engine doğru uzun zaman.

Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:

Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten.

Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız,

Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti

Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,

Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu

Narin ayaklarının bastığı yerden.

Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,

Bir köpükten doğmuş olduğu için"

 

Doğumuna ilişkin ikinci mitos da şöyledir: Aphrodite, Zeus ile Okeanos kızı Dione’den doğmuştur. İlyada'da yiğit Diomedes'le çarpışırken yaralanan Aphrodite’yi, annesi Dione; kollarına alır, sever, okşar ve bileğinden akan kanı silerek yarasını iyileştirip acılarını dindirir. Homeros bu konuyu şöyle dile getirir:

 “Zeus’un kızı Aphrodite, Aineias’ın anası,

Sığır çobanı Ankhises’ten doğurmuştu Aineias’ı,

Keskin gözleriyle görmeseydi onu,

Erlerin başbuğu Aineias, oracıkta ölecekti.

Ak kollarını döktü oğlunun iki yanına,

Onu kargılardan korumak istiyordu,

Parlak elbisesinin bol eteği ile örttü,

Çevik atlı bir Argoslu saplar da tuncu göğsüne

Canını alıverir, diye ödü kopuyordu” (İlyada, V/311-317)

 

İlyada’ya göre Zeus, kendisine dert yanan kızını şöyle teselli eder:

Böyle dedi o, gülümsedi insanların,

tanrıların babası,

çağırdı yanma altın Aphrodite'yi, dedi ki: .

"Cenk işleri sana vergi değil, yavrum,

sen evliliğin gönül açan işlerine ver kendini,

Çevik Ares'le Athena uğraşacak savaşla. "

 

Aphrodite, öfkesi de intikamı da son derece korkunç bir tanrıçadır. Şafak tanrıçası Eos'a, Phaidra ve Pasiphae'ya belalı aşklar peydahlaması, kendisine yeteri kadar tapınmayan Lemnoslu kadınlara ceza olarak kocalarının bile dayanamadığı bir koku vermesi ve Kinyras'ın kızlarını, kendilerini yabancılara satmaya zorlaması onun bu yanını ortaya koyar. Üç Güzeller Yarışmasında oynadığı rol ve Paris'le Helena'nın başına açtığı bela, dillere destan olmuştur. Truva kralı Priamos’un yakışıklı oğlu Paris tarafından tanrıçası Hera ile zekâ tanrıçası Athena arasından en güzel tanrıça seçilmesi; Hera ile Athena’nın, Truvalılara karşı kin duymaya başlamalarına neden olmuş. Paris’in bu kararı, Aphrodite’in Truva Savaşı’na neden olmasının yolunu açar.

 

Mezopotamya tanrıçası Aştar’dan izler taşıyan geleneksel Aphrodite’ye kutsal kuşlar refakat ederlermiş. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve serçedir.

Kişiliği, Helenistik çağ sonrasında Rönesans sanatına da bitmez tükenmez bir konu olmuş, resim ve heykelde sürekli işlenmiş. Aphrodite, Anadolu’da büyük bir saygı görmüş.

 

APHRODİTE-HEPHAİSTOS AŞKI

Bir söylenceye göre babası Zeus tarafından, başka bir efsaneye göre de annesi Hera tarafından Olympos’tan aşağı atılınca Lemnos Adası’na düşen Hephaistos, orada usta birinin yardımıyla demir, bronz ve değerli madenler üzerinde çalışarak demircilik sanatını öğrenir. Sonra bir yanardağın içine demir atölyesini kurar. Bu atölyede insanları hayrete düşürecek sanat şaheserleri koyar, ortaya. Emsali görülmemiş yüzükler, bilezikler, kalkanlar yapar. Ama annesini ve onun kendisine yaptıklarını asla unutmaz.

Hephaistos, daha sonra Olymposlular arasına döner. Bu dönüş öyküsüne göre Hephaistos, annesine bir taht yapar. O aralar Hera, Hephaistos'un hayatta olduğundan habersizdir. Hephaistos, annesine bu tahtı verirken saygılarını sunarak üzerine ‘sevgili annem hera'ya-oğlu Hephaistos'tan’ diye yazarak kendini tanıtır. Bu taht, öylesine güzeldir ki bakanın gözlerini kamaştırıyordu. Bu harikuladeliğine karşın bir de kötü bir yanı vardı, bu tahtın. Görünmez bağlardan yapılma kıskaçları bulunuyordu. Biri üstüne oturduğu zaman bir daha açılmamak üzere kilitlenerek üstüne oturan kişiyi hapsediyordu. Taht, Olympos'a gönderilir. Olympos’a yollanan tahtın ihtişamına kapılan Hera, üstüne oturunca kıskaçlar kapanır ve Hera, yerinden kıpırdayamaz olur. İşbirliği içinde çalışan tanrılar, Hera’yı kurtarmaya çalışırlar. Ama başarılı olamazlar. Sonuçta Hephaistos'a başvururlar. Bunu umursamayan Hephaistos, çağrıları duymuyormuş gibi davranmaya başlar. Zira kendisine yaptıkları nedeniyle Hera'nın cezasını çekmesini istiyordu. Tanrıların başı Zeus, Hermes'i yollar. Hermes, her ne kadar çabalarsa da onu Olympos'a götürmeye ikna edemez. Hermes’ten sonra tanrı Ares gönderilir. Ares, onu Olympos'a çıkarmak için zor kullanırsa da Hephaistos, onu yener ve geri yollar. Sonuçta Hephaistos’u Olympos’a getirmeye talip olan Şarap Tanrı Dionysos, şarap içirerek sarhoş ettiği Hephaistos'tan, Olympos’a gelip Hera'yı büyülü taht'tan kurtaracağına dair söz alır. Ancak Hephaistos’un, iki koşulu vardır. Bu koşulların birincisi; Olympos’da Tanrılar katına kabul edilmesi, ikincisi de güzeller güzeli Aphrodite'in kendisiyle evlenmesiydi.

Oğlunun ileri sürdüğü koşulları kabul eden Zeus, onu önce Olympos’a, tanrıların katına alır. Sonra tanrıça Aphrodite ile evlenmesini sağlar. Ama ne yazık ki hiç bir zaman arzu ettiği mutluluğa ulaşamaz, Hephaistos. Onu sevmeyen, sevmediği için de sürekli aldatan Aphrodite ile olan bu evliliği, mutluluktan çok acı vermiş, utanç getirmiştir, ona.

Aşktan yana şansı da kendi fizikî görünümü kadar çirkindir, Hephaistos’un. Homeros’un İlyada’sına göre Kharitler olarak bilinen zarafet tanrıçalarından Kharis ile evlidir (İl. XVIII, 382). Hesiodos’un Thegonia adlı yapıtına göre ise Kharitler’den adı, parlak anlamına gelen Aglaie adındaki en küçükleri ile evlidir. Demodokos, Homeros'un Odysseia Destanı’nda Aphrodite ile evli olan Hephaistos'un yaşadıklarını şöyle anlatır: Aphrodite’in, kendisini Ares'le aldattığını öğrenen Hephaistos, tıpkı annesi Hera'ya yaptığı tahtın bir benzerini iki sevgiliyi tuzağa düşürmek için tunçtan zincirlerle yapılma görünmez bir yatak yapar. Ardından dinlenmek için Lemnos'a gidiyorum diyerek evden ayrılır. Onun evden ayrılışını fırsat bilen Ares ile Aphrodite, yatakta sevişirken kıskıvrak düşerler, Hephaistos’un tuzağına. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra eve dönüp ikisini çıplak bir şekilde yakalayan Hephaistos, onların yaptıklarını duyurmak için dışarı çıkıp Olympos tanrılarına seslenir. Hephaistos’un acı acı bağırarak dile getirdiği bu öfke, onun kişiliğinin dışa vurumudur (Od. XVIII, 306 vd.):

Zeus baba ve hep var olan öbür mutlu tanrılar

gelin, şu gülünç, bayağı işlere bir bakın!

Zeus'un kızı Aphrodite hor gördü beni,

topalım diye hor gördü, sevdi Ares'i,

sevdi onu, yakışıklı, çevik ayaklı diye,

kabahat bende değil, sakat doğmuşsam,

kabahat anamda, babamda, beni dünyaya

getirmeselerdi!

APHRODİTE-ARES AŞKI

Bir adı da Enyalios’dur, Ares’in. Yunan mitolojisinde Savaş Tanrısıdır. Yunanlılar; Ares’in, zalim ve sert insanların ülkesi olarak bilinen Trakya asıllı olduğunu söylerler. Öldürücü ve kana susamış çok korkak bir tanrıdır. Yunanlılar tarafından hiç sevilmeyen savaş tanrısı Ares, Homeros’un destanlarında baş belâsı, kaleler yıkan, olumsuz ve kötü bir varlık olarak betimlenir. Zeus ile Hera’nın oğludur. On iki Olymposlu tanrıdan biridir. Barış tanrıçası Athena'nın karşıtıdır. Başlıca kült merkezleri, Sparta kenti ve Trakya bölgesidir. Kutsal hayvanı akbaba ile köpektir.

Mitolojide, Aphrodite ile olan kaçamaklarıyla ün kazanmıştır. Aynı zamanda yaşamında bağlandığı tek kadın da Aphrodite’dir. Aphrodite’nin kocası ateş ve demircilik tanrısı Hephaistos, Ares ile karısı Aphrodite’i suçüstü yakalar. Bu suçüstü haliyle bir ağın içine kapatarak tanrılara gösterir. Ares’i bir ağın içinde ve suçüstü haliyle gören tanrılar, bir türlü durmak bilmeyen bir gülme krizine tutulurlar.

Ares’in Roma’daki karşılığı olan Mars; Romalılar tarafından ne kadar çok sevilip değer görmüş ise Yunanlılarda da o denli nefret uyandırmış ve dışlanmıştır. Akıl savaşını simgeleyen tanrıça Athena’ya karşı saldırganlığı simgeleyen ve onunla mücadele eden kan dökücü Ares; Phobos (Dehşet), Enyo (Cinayet), Deimos (Korku), Eris (Kavga) adlarındaki dört çocuğuyla hep kavga ederdi. Oğulları Phobos (Dehşet), Deimos (Korku) ve Harmonia adlı kızı, sevgilisi Aphrodite’ten doğmadır. Adları; Kyknos, Lykaon ve Oinomaos olan çocukları şiddetten yana ve soyguncudurlar. Ares’e dair söylencelerin sayısının azlığı, onun hiç de sevilmediğinin ifadesi olsa gerek. Adının geçtiği her öyküde genelde mağlup olan bu kan emici tanrının, zekâsıyla onun kaba gücüne galip gelen tanrıça Athena’dan nefret etmesi de bundan ileri gelir.

Kışkırtmaları sonucunda karşı karşıya getirdiği Trakyalılarla Amazonlar arasında yaşanan savaştan haz alan oğlu Kyknos, önüne gelen herkesi öldürür (üç nehir su yerine insan kanı akıtır). Öldürdüğü insanların kafatasları ile babası Ares adına bir piramit inşa eder. Piramit tamamlanmak üzeredir. Zirvede tek kafatası için boş yer kalmıştır. Teselya kralının kafasıyla zirveyi tamamlamayı düşünür. Ancak o sırada Herakles’in orada geçtiğini görür. Herakles'e meydan okumaya başlar. İkisi arasında yaşanan arbede sonucu Herakles tarafından öldürülür. Herakles, Kyknos’un bedeninden ayırdığı kafasını, piramidin zirvesindeki boş yere koyup piramidi tamamlar. Bunu duyunca savaş arabasına atlayan Ares, kendisini kafataslarından yapılma tapınakla onurlandıran oğlunun intikamı için Herakles’in üstüne saldırır. Ancak bu saldırı başarısızlıkla sonuçlanır.

Tanrıların içinde utanç verici durumlara sıkça düşenlerden biri olan Ares, kimsenin sevmediği bir tanrıdır. Çok sık bir şekilde zor durumlara düşürülür. İşlediği bir suç nedeniyle tunçtan yapılma bir küpe on üç ay süreyle hapsedilmesi, düşürüldüğü bu zor durumların başında yer alır.

Bir ziyafette bir araya gelen Olymposlu tanrılar, müthiş gürültülerle ayağa fırlarlar. Olymposlular arasına alınmayan ve bir ölümlüden doğan Poseidon'un dev cüsseli oğulları Othos ile Ephialtes, tanrılara savaş açarlar. Olympos tanrıları arasına kabul edilmeyi isteyen bu yarı tanrı iki kardeş; gökyüzünü, fırlattıkları dev kayalarla bombalamaya başlarlar. Olympos'a kabul edilmelerinin yanı sıra en güzel tanrıçalar olarak bilinen Athena ile Hera'yı isterler. Hera, Zeus'un karısıdır. Bundan ötürü çok sinirlenen Zeus, bu işi halletmesi için Ares'i görevlendirir. Ares, Athena'nın alaycı sözleri arasında savaş arabasına biner. Büyük bir hışımla iki devin üstüne saldırır. Ancak, gafil avlanan Ares, devlerden birinin fırlattığı kayanın kendisine çarpması sonucunda bayılır. İki dev, Ares'i tunçtan bir küpün içine kapatırlar. Diğer tanrılar Ares’i hiç sevmezler. Buna rağmen iki güçlü tanrıçaya göz koyacak kadar yoldan çıkmış bu iki devin kazanmasını da istemezler. Tunçtan yapılma bir küpün içine kapatılan Ares, tanrıların habercisi Hermes’in uzun aramaları sonucunda on üç ay sonra ölmek üzereyken bulunur. Uzun süre sonra güneş ışığını gören Ares, Othos ve Ephialtes'in kendisini büyük bir cezaya çarptırdıklarını öğrenir. Othos ve Ephialtes, Ölüler Ülkesi’nde yılanlar tarafından bir sütuna bağlanır. Yılanlar her defasında dayanılmaz acılar veren zehirlerini boşalttıkları ısırıklarla rahat vermezler, onlara. İşkence, bununla da sınırlı değil. Omuzlarına tüneyen baykuşlar, sürekli ötüp Othos ile Ephialtes’in beyinlerini tırmalarlar.

Ares'in, Truva Savaşı’na karışması başta tanrıça Hera olmak üzere Olymposlu tanrıları tarafından hoş karşılanmayan bir sonuç doğurmuş. Ares’in, Truvalıların safında savaşa katılıp Yunanlıları öldürmeye başlaması, eski bir defterin yeniden açılmasına neden olur. Truva kralının çapkın oğlu Paris, tarihteki ilk Güzellik Yarışması olarak kabul edilen yarışmada Hera'nın yerine Aphrodite’i güzel seçmiştir. Bu durum, Truva Savaşı’nın nedenlerinden biridir. Hera, savaşa müdahil olmadan önce Zeus'tan onay ister. Hera’nın savaşa müdahil olmasına onay vermeyen Zeus, aynı yarışmanın diğer mağduru olan Athena'nın savaşa müdahil olmasını onaylar. En az Hera kadar Ares’ten nefret eden Athena, savaşçılığıyla ünlü Diomedes'e destek verip Ares'e saldırmasını sağlar. Ares, görmediği Athena'nın varlığını elindeki mızrağın, anlam veremediği bir şekilde yere düşmesinden anlar. Bu fırsatı değerlendiren Diomedes’in yaraladığı Ares, Truva’da savaş meydanından çekilir.

Zeus'un hiç de hoşlanmadığı Ares’in adı, bir destanda şu şekilde geçer: “Bulutları devşiren Zeus yan yan baktı, dedi ki; böyle ağlayıp durma dizimin dibinde dönek. Olympos'ta oturan tanrılar arasında benim en tiksindiğim tanrısın sen!”

Sonunda Olymposlular, Ares'e savaş açarlar. Ama çıkan savaşta Olymposlular yenilirler. Ares’in oğlu Phobos’un saldığı dehşet, Zeus'un tamamen Olympos’tan düşmesini sağlıyordu. Ancak yegâne amacı Olympos'a katılmak olan Ares, Zeus'u eski yerine geçirir. Sonuçta beş tanrı, Ares ile yardımcıları, Olympos'un en büyükleri olurlar. Zeus, Ares'i sevmese de ona bağlılık yeminini hep sürdürecektir.

Yunan mitolojisinin en büyüklerinden biri konumuna gelen Ares, dünyanın yönetimini tamamen eline geçirmiş, insanlara her türlü korkuyu ve acıyı tattırmıştır. Olympos’a kabul edilmesiyle amacına ulaşan Ares, Olympos'ta yer aldıktan sonra Zeus'la son anlaşmasını yapıp bundan böyle hiç bir tanrının dünyaya karışmaması zorunluluğu getirir. Zeus’un, bunu reddetmesi durumunda Olympos düşecek ve Ares, dünyanın egemeni olacaktı. Ama Zeus, Ares'in şartını kabul eder ve dünyaya giden kapıların hepsini kapatır. Heykel ve kabartmalarda sakallı, yukarıdan aşağı silahlı ve güçlü bir tanrı şeklinde betimlenen Ares, sonradan sakalsız bir genç şeklinde tasvir edilmiş, genellikle mızrak, kılıç, kalkan ve miğferle gösterilmiştir.

Atina’da adam öldürenler ve dinsel suç işleyenler, Aeropagos adı verilen Ares Tepesi’nde yargılanırlarmış. Efsaneye göre bu tepenin eteğinde fışkıran bir kaynağın altında Kekrops’tan doğma kızı Alkippe’nin, Poseidon’un Halirrhotios adlı oğlunun saldırısına uğradığını gören Ares, Halirrhotios’u öldürür. Poseidon, topladığı Olymposlulara Ares’i yargılamalarını ister. Ancak Tanrılar Mahkemesi, Ares hakkında beraat kararı verirler.

Yunan mitolojisinde savaş tanrısı olan Ares, aşk tanrıçası Aphrodite’e âşık olmuş. Hâlbuki ikisinin kişilik özellikleri, birbiriyle taban tabana zıttır. Zira Ares; yakan, yıkan, kan döken, barut kokan, saldırgan bir tanrıdır. Buna karşın deniz dalgalarının bembeyaz köpüğünden oluşan Aphrodite; insanların birbirlerine sevgiyle yaklaşması için üzerlerine aşk iksirini saçan, çiçekleri ve ağaçları bahar gelince renk renk süsleyip doğaya canlılık kazandıran üretken bir tanrıçadır. Ama bu iş, gönül işidir, kimin kimi seveceği hiç belli olmaz. Hani atalarımız boşuna; ‘Gönül dediğin ota da konar, b..ka da…’ dememişler. Ancak farklı bir yönden bakıldığında her şeyin üremesine hizmet eden Aphrodite ile yakıcı ve yıkıcı Ares’in aşk yaşamaları doğaya aykırı değildir. Zira doğada da yaratıcılıkla yıkıcılık bir aradadır.

Aşk ve güzellik tanrıçası olan Aphrodite, Hephaistos’la evlidir. Hem iki ayağı topal hem çok çirkin olan Hephaistos, sanatkârların piridir. İkisinin de temsilcisi oldukları aşk ile sanat kol kola imiş. Ancak sadece kendini düşünen bencil Ares, bu birlikteliği bozmak için elinden gelen her şeyi yapmış. Paha biçilmez çeşitli armağanlar alarak, büyük vaatlerde bulunarak, övgüler düzerek Aphrodite’in kalbini çelmeyi başarır. Hephaistos, geceleri volkanların içindeki demir atölyesinde çalışmak üzere evden ayrıldıktan hemen sonra Ares, sarayına geldiği Hephaistos’un yatağında Aphrodite ile sevişirmiş. Güneşin, olan biteni Hephaistos’a haber vermesini engelleyen Ares, güneşin doğuşunu kendisine bildirmesi için genç Alektryon’u gözcü olarak kapının dışında tutar. Ancak Alektryon, bir gün uyuyakalmış, kapının dışında. Güneş, Ares’le Aphrodite’in birlikteliğini görür görmez hemen Hephaistos’u haberdar eder. Sanatkârların piri Hephaistos, onları tuzağa düşürmek için görünmez bir ağ yapar. Bu görünmez ağı, onlardan habersiz yatak odasına yerleştirir. Sonra da ‘ben dinlenmek için Lemnos Adası’na gidiyorum’ diyerek evden ayrılır. O, evden ayrılır ayrılmaz eve gelen Ares, Aphrodite ile yatağa girerek sevişmeye başlar. Bu sırada Hephaistos’un yaptığı görünmez ağın içine hapsolup kımıldayamaz duruma gelirler. Onları bu şekilde yakalayan Hephaistos durumu, Olympos’taki tanrılara bildirir. Bu görüntüden utanç duyan tanrıçalar oraya gitmezken, erkek tanrılar bu utanç verici duruma kahkahalarla güler. Düştükleri bu utanç verici durumdan utanan Ares, dağlara çıkarken Aphrodite, Kıbrıs Adası’na kaçar. Alektryon, görevini gereği gibi yapmadığı gerekçesiyle horoza dönüştürülür. Ve o günden itibaren güneşin doğuşunu haber vermeye başlar. Hephaistos’u sürekli aldatan Aphrodite ile Ares’in bu birlikteliğinden Phobos (Bozgun), Demikos (Korku) ve Harmonia (Uyum) adındaki çocukları doğmuştur.

 

APHRODİTE-HERMES AŞKI

Aşk tanrıçası Aphrodite, her yüzyılda bir Olympos’tan aşağı inerek doğduğu topraklara gidermiş. Bu topraklara her gelişinde farklı kisvelere bürünürmüş. Bir yüzyıl gene dünyaya geliyormuş. Bu gelişinde orman perisi şekline dönüşüp doğduğu toprakları onurlandırır. Ormandaki hayvanlarla birlikte gezinirken bir gölün kıyısında güzelliğiyle tanrıları bile kıskandıracak biriyle karşılaşır. Bu kişi, kalbi merhamet ve sevgiyle dolu Hermes’den başkası değil. Onu görünce hemen kendisine âşık olur, Aphrodite.

Hemen Hermes’in yanına gider ve onunla göz göze gelirler. Kanı, nehirler gibi damarlarında dolaşmaya başlayan Hermes de Aphrodite’e âşık olur. Bir süre birbirilerine bakınan Aphrodite ile Hermes, aniden birbirine dolanmaya ve birleşmeye başlarlar. Onlar, birbirine sarıldıkça kuşlar uçuşmaya, çiçekler açmaya, rüzgârlar ılık ılık esmeye ve önlerinde eğilen ağaçlar onları selamlamaya başlar.

Kendinden geçen Aphrodite, Hermes’i sıkı sıkı sarmaya başlar. Neticede Hermes, bu sevgiye karşılık veremez duruma gelir. Durumu fark edince yaptığından nedamet duyan Aphrodite, sevgilisiyle ayrılmaması için Zeus’tan yardım diler. Ona acıyan Zeus, onları sonsuza dek birleştirir.

Kimi efsanelere göre tanrıça Aphrodite ile Hermes, Halikarnassos kentinde bulunan tapınaklarında birlikte olurlar. Efsaneye göre Aphrodite ile Hermes'in bu birlikteliğinden bir oğulları olur. Adını Hermaphrodit koyarlar. Adı, Salmakis efsanesinde geçen Hermaphrodit, Yunan mitolojisindeki ticaret tanrısı Hermes ile tanrıça Aphrodite'in adlarından gelmektedir. Hem kadın hem erkek cinsel organları bulunan Hermaphrodit, çift cinsiyetli biridir. Öyle çok güzeldir ki, bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, ona yakın olmak için sürekli uğraşır durur. Ama ondan yüz bulamaz. Hermaphrodit, bir gün gölde yüzerken karşısına çıkan peri kız, sıkıca sarar onu. Tanrılara, onları birbirlerinden ayırmamaları için dua eder. Sonunda dileği kabul olup ikisi de aynı vücutta can bulunca ortaya çift cinsiyetli bir insan çıkar. Bazı efsanelerde Eros, Aphrodite'nin oğlu olarak gösterilir.

 

APHRODİTE-ADONİS AŞKI

Aphrodite, Adonis’e âşık olur. Adonis, ölümlü bir erkektir. Aphrodite, kendisine yeterince tapınmayan Kıbrıs kralı Kinyras’ın kızı Myrrha’yı cezalandırır. Bu ceza, babasıyla birlikte olma arzusudur. Aphrodite’in cezalandırması sonucunda babasına karşı sonsuz bir aşk hissetmeye başlayan Myrrha’nın tek arzusu, onunla birlikte olmaktır. Dadısının yardımıyla yedi gün yedi gece (kimi kaynaklara göre 40 gün, 40 gece) babasıyla birlikte olur. Son gece, birlikte olduğu kişinin kızı olduğunu öğrenen baba, onu öldürmek ister. Ancak Myrrha’ya acıyan tanrılar, onu mersin ağacına dönüştürüp babasının elinden kurtarırlar. Dokuz ay sonra bu ağacın gövdesinden yakışıklı Adonis doğar.

Adonis’i görür görmez âşık olan Aphrodite, saklaması için onu Persephone’ye bırakır (Persephone, Zeus ile Demeter’in kızıdır. Kendisini kaçıran Hades’in sunduğu meyveyi yiyerek Ölüler Ülkesi’nin tanrıçası olmuş). Bir süre sonra Persephone, Adonis’e âşık olur. Bu nedenle onu, Aphrodite’e geri vermek istemez. Böylece iki tanrıça arasında büyük bir kavga yaşanır. Araya giren Zeus, Adonis’in yılın dört ayını Persephone ile dört ayını Aphrodite ile geri kalan zamanını da gönlünce kullanmasını karara bağlar.

Adonis, iki tanrıçadan artan dört aylık zamanının tamamını da Aphrodite’in yanında geçirmeye başlar. Adonis, yer altında yaşayan Persephone’nin yanına indiği zaman yaz biter, kış mevsimi başlar. Dört ay sonra tekrar yeryüzüne, Aphrodite’in yanına çıktığında toprak tekrar bereketlenir ve ilkbahar mevsimi başlar. Adonis, arta kalan dört aylık zamanın tamamını Aphrodite’e ayırınca Persephone, kıskançlık krizlerine girermiş. Kıskançlığın verdiği öfkeyle Adonis’in üzerine bir yaban domuzu salar. Yaban domuzunun saldırısıyla yaralanan Adonis, bir süre sonra yaşamını yitirir. Gözyaşlarına boğulan Aphrodite’in yapacak bir şeyi yoktur. Zira tanrıların güçlerinin sınırlandığı tek şey ölümdür. Ölümlülerin ölümüne çare bulmak olanaksızdır. Ancak Adonis’i yaşatmaya kararlı olan Aphrodite, Adonis’in kasığından akan kandamlasını, Anemon (dağ lalesi) adındaki kırmızı bir çiçeğe dönüştürür. O gün bu gündür ilkbahar gelince dağlar Anemonlarla süslenir. Aphrodite, sevgilisinin yardımına koşarken ayağına bir diken batar. Dikenin battığı yerden akan kan, tanrıçanın çiçeği olan beyaz gülü, kızıla bulamıştır.

Kışı yeraltında geçiren Adonis, ilkbaharla birlikte yeryüzüne çıkar. Toprağın ve bitkilerin yeniden dirilişini simgeler. Yazın en sıcak zamanı, Adonis Anma Törenleri’nin yapıldığı zamandır. Kadınlar, bu törenler sırasında Adonis’i simgeleyen küçük bir tahta heykelin çevresine, içinde solmuş çiçeklerin bulunduğu saksıları dizerek ağıtlar yakarlar.

 

APHRODİTE-ANKHİSES AŞKI

Ankhises, Troya kral soyundan gelen Asrakos'un oğludur. Çobanlık yaptığı İda Dağı’nda Aphrodite ile sevişen Ankhises’in bu beraberliğinden Aineias doğar. Homerik adı verilen övgülerden Aphrodite'ye ayrılanı, bu sevişmeyi en ince detayına değin anlatır. Buna göre Tanrıça, sığırtmaç Ankhises'i, İda Dağı yamaçlarında sığırlarını otlattığı zaman görür. Gördüğü delikanlının güzelliğine vurulan Aphrodite, hemen gökten süzülerek İda Dağı’na iner. Övgüde; Aphrodite'in ‘canavarların anası, bin bir pınarlı’ olarak tasvir edilen İda Dağı’na inişi, vahşi hayvanları peşinden sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş ve tanrıçanın büyüsüne kapılan hayvanların; ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir. Tanrıça, Phrygialı genç bir kız kisvesine bürünerek Ankhises'e görünür. Troyalı prens, sonsuz bir istekle tanrıçaya yaklaşır. Seviştikten sonra gülümseyen tanrıça, sevgilisine şunları söyler:

Senin bir oğlun doğacak, TroyaIılara kral olacaktır o

Ve çocuklarına çocuklar doğacaktır sonsuzluğa dek!

Aphrodite doğuracağı çocuğu, bakıp büyütmeleri amacıyla nymphalara vereceğini, beş yaşına geldiği zaman babasıyla tanıştıracağını ve çocuğun kimin olduğu konusundaki sorulara da Aphrodite'nin oğlu olduğunu söylememesini ister. Aksi takdirde Zeus'un yıldırımlarıyla çarpılacağını söyledikten sonra Ankhises'i bırakıp gider.

Başka bir efsaneye göre Ankhises, tanrıçaya verdiği sözü tutmamış. Zira içkiyi fazla kaçırdığı bir gün Aphrodite ile seviştiğini söyleyip onunla övünürken çarpılır. Bunun sonucunda topal - ya da kör– kaldığı söylenir. Aineias'ın, Troya'dan kaçtığı sırada onu sırtına almasının nedeninin de bu olduğu rivayet edilir. Troya'dan ayrıldığı zaman seksen yaşında olduğu söylenir. Vergilius’un kaleme alınan Aeneis Destanı’nda Ankhises'in, Sicilya'da Drepanon Burnu’nda yaşamını yitirdiği ve Aeneas'ın, babası onuruna oyunlar düzenlediği söylenenler arasındadır. Roma'da tarihsel dönemlere değin devam eden Troya Oyunları’nın kökeni, Aenas tarafından düzenlenen bu yarışmalara dayanmaktadır. 

 

APHRODİTE-KİNYRAS AŞKI

Kinyras, Suriye kökenli Kıbrıs kralıdır. Adına, İlyada'da sıkça rastlanmaktadır. Buradaki bilgilere göre Akha orduları başkomutanı Agamemnon, Troya Savaşı’na katılması için Odysseus ile Talthybios'u ona gönderir. Kinyras da gelenlere elli gemiyle savaşa destek vereceğini söyler. Ancak Akhalıları aldatmış. Zira donatılmış bir gerçek geminin yanı sıra kırk dokuz da topraktan yapılma tekneyi denize indirmiş. Topraktan yapılma kırk dokuz gemi batmış, yalnız bir gemi varabilmiş Aulis'e. Buna rağmen sözünü tutmuş olarak kabul edilmiştir. Kıbrıs Adası’nın yerlisi olmayan Kinyras’ın aslı, Suriye'nin Byblos kentinden gelmedir. Hem kendisiyle hem de oğlu Adonis’le ilgili efsanelerin Fenike orijinli oluşundan da bu sonuç çıkmaktadır.

Kıbrıs'a gelince Paphos kentini kuran Kinyras, Kıbrıs kralı Pygmalion'un kızıyla evlenir. Bu evlilikten Adonis doğar. Adonis’in dışında bir oğlu ile üç kızı daha doğmuş, Pygmalion'un kızından. Tapınımına gerekli önemi vermedikleri için Tanrıça Aphrodite'in öfkesine hedef olan Kinyras’ın üç kızı, birer yosma olmuş ve Kıbrıs'a gelen yabancılara kendilerini pazarlamışlar. Hatta Myrrha (Smyrna)’nın, babasıyla yaşadığı doğa dışı aşktan Adonis doğmuştur.

Efsanenin başka bir bölümünde de Kinyras, Yunan Aşk tanrıçası Aphrodite tarafından sayılan ve sevilen bir kral olarak gösterilir. Bazı kaynaklarda Aphrodite’in, Kinyras ile seviştiği söylenir. Ancak bu konuya net bir açıklama getirilmemiştir. Hatta Tanrıça Aphrodite, çok sevdiği için ona uzun bir ömür bahşetmiş ve Kinyras 160 yıl yaşamıştır. Kıbrıs'ta bu tanrıçanın kültünü kurmuş. Dahası, adaya sanatları ve uygarlığı getiren kişi, usta bir kâhin ve müzikçi Kinyras’tır.

Fenike menşeli kinnor adındaki sazıyla (Kinyras adı oradan türemiş) tanrı Apollon'la yarışır. Ancak o da Marsyas gibi tanrının gazabına maruz kalır.

 

Mehmet KORKMAZ

“OLYMPOS’UN GİZEMLİ AŞKLARI” adlı yapıtımdan





 
Bugün 83 ziyaretçi (100 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol