HAYTA İSMAİL

HAYTA İSMAİL

Vakti gelip çatmıştı artık doğurmanın. Yaklaşık on ay önce görücü usulüyle evlenmişti, Ümmühan Gelin. Hemi de komşu köyden ünüyle sanıyla meşhur Çopur Musa’nın oğlu Kasnak Şakir’le.
Dünya evine gireli on ay olmuştu, Ümmühan Gelin’in. Karnı burnuna varmıştı. Önceleri usul usul kendisini yoklayan doğum sancıları giderek arttırmıştı dozunu. Gecenin birinde iyiden iyiye artan doğum sancılarıyla uyanmıştı, Ümmühan Gelin. Sancılar dayanılacak gibi değildi artık. Benzi solmuş, kusursuz yüzü engebeli bir araziye dönüşmüştü adeta. Derin uykusundan uyandırdığı kocası Kasnak Şakir, komşuları 70’lik Ayşe Nine’nin evinde almıştı soluğu. Ayşe Nine köydeki gençlerin ve çocukların yaklaşık yüzde doksanının ebeliğini yapmış deneyimli bir kadındır. Köyün kadınlarının büyük bölümüne doğum yaptıran 70’lik Ayşe Nine, dayanılmaz doğum sancılarıyla kıvranan Ümmühan Gelin’in de imdadına yetişir nihayet.
Yeni ağarmıştı tan. Her şey rayına oturmuştu artık. 70’lik Ayşe Nine zor da olsa bir doğumu daha başarıyla sonuçlandırmanın verdiği gönül rahatlığıyla evine dönerken, biraz önce dayanılmaz doğum sancılarının etkisiyle engebeli bir araziye dönüşen yüz hatlarından en küçük bir eser bile kalmayan Ümmühan Gelin’in gözlerinin içi gülüyordu adeta. Yüzünde güller açmış gibiydi sanki. 70’lik Ayşe Nine’nin ustalaşan maharetli elleri sayesinde zor da olsa doğum yapmış ve nur topu gibi bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Böylece iki nüfuslu bu çekirdek ailenin birey sayısı da ikiden üçe yükselmişti. İsmail koydular adını. Masmavi gözleri vardı İsmail bebeğin. Bundan ötürü “Maviş İsmail” derlerdi ona.
Mutluluklarına diyecek yoktu Ümmühan Gelin’le Kasnak Şakir’in. Yaşamlarına renk katmıştı İsmail Bebek onların. Biri yere komadan öteki alırdı kucağına Maviş İsmail’i. Yalnız annesi babası değil komşuları da kucaktan kucağa aktarırlardı onu. El bebek gül bebek büyütülen Maviş İsmail kucak maskotu haline gelmişti adeta. Onu kucaklarından indirmeyen komşuları:
-Allah herkese böyle güzel bir çocuk nasip etsin derdi.
Ancak anne Ümmühan Gelin:
-Âmin âmin… Ama yüzünün güzelliği o kadar da önemli değil. Önemli olan kaderinin güzelliğidir, derdi.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış ve köylünün uğurluğu haline gelen Maviş İsmail büyüyüp okul çağına gelmişti artık. Kayıt zamanı gelince annesi Ümmühan Gelin elinden tuttuğu Maviş İsmail’i alıp götürür okula. O da kaydedilir okula, öteki akranları gibi. Keyfine diyecek yoktur onu okula kaydeden anne Ümmühan Gelin’in. Mutluluktan uçuyordu adeta. Çünkü kendisi hiç okula gitmemiş, mektep medrese görmemişti. İşte bunun içindir ki kendisinin yaşadığı ezikliği ve bağrında hissettiği eksikliği oğluna yaşatmak istemiyordu. Onun mutlaka okumasını istiyordu. Anlaşılan o ki kendini oğluna adayan Ümmühan Gelin, ona maddi ve manevi desteği vermeye çoktan hazırlamıştı kendini.
Okuma-yazma özgürlüğünden yoksun bırakılmış olan bu annenin olağanüstü çabaları kısa süre içinde kendini göstermiş ve oğlu Maviş İsmail başarısından ötürü çok geçmeden öğretmenin gözdesi, okulun da uğurluğu haline gelmişti. Böylece Maviş İsmail yalnız köyün değil, aynı zamanda okulun da uğurluğu haline gelmiştir artık.
Ancak evde, okulda ve köydekiler tarafından gösterilen bu yoğun ilgi, Maviş İsmail için hiç de hoş olmayan sonuçların doğmasına neden olmuştu. Onu olumsuz yönde etkileyen bu yoğun ilgi, ona farklı bir kimlik kazandırmaya başlamıştı artık. İlgi odağı olmaktan haz duymayan ve deyim yerindeyse ilgi sarhoşu olan Maviş İsmail, saldırgan bir kimliğe bürünmüş gibiydi adeta. Hiçbir neden olmaksızın arkadaşlarına saldırmaya ve kendisini ilgilendirmeyen konulara bile karışır olmaya başlamıştır artık. Kendisine gösterilen yoğun ilgiden bunalan Maviş İsmail’in arkadaşlarından annesine, babasına ve öğretmenine şikâyetler gelmeye başlamıştı. Hem de her geçen gün daha da artarak.
Gün geçtikçe artan şikâyetler üzerine onu yakın takibe alan annesi, babası ve öğretmeni her defasında: “Yavrum bu yaptıkların yanlıştır. Arkadaşlarınla iyi geçinmen, evde, okulda ve bulunduğun her ortamda toplumu rahatsız edici davranışlardan kaçınman ve toplum kurallarına uyman gerek. Büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi göstermek zorundasın. Okula kavga için değil, okuyup adam olmak için gidilir.” şeklinde sürekli uyarılarda bulunarak onu doğru yöne kanalize etmeye çalışırlar. Ama nafile. Çünkü annesinin, babasının ve öğretmeninin söyledikleri bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu. Anlayacağınız bildiğinden şaşmıyordu Maviş İsmail.
Oysa anne Ümmühan Gelin ile baba Kasnak Şakir, onun okuyup adam olacağından o kadar umutluydular ki. Hatta Maviş İsmail, henüz ilkokulun üçüncü sınıfında iken şehere giden babası Kasnak Şakir, elinde bir sepet dolusu köy yumurtasıyla şehirde ikamet eden Durmuş Dayı’sını ziyaret etmek amacıyla evine uğradığı zaman oğlu Maviş İsmail’in okuyup adam olması için Durmuş Dayı’sının üniversiteye yeni başlayan oğlunun lise kitaplarından oluşan bir çuval dolusu kitap alıp getirmişti biricik oğluna. Ama Maviş İsmail, babasının, kendisinin, okuyup adam olması için şehirden yükleyip getirdiği bir çuval dolusu lise kitabından bir tanesini bile açıp yüzüne bakmamıştı. Oğlunun okuyacağından umudunu kesen baba Kasnak Şakir, günün birinde karısı Ümmühan Gelin’e:
-Yok, kadın yok. Ben umudumu yitirdim artık. Bu çocuğun okuyup adam olacağı falan yok. Baksana benim şeherden yüklenip getirdiğim onca kitaptan bir tanesinin bile kapağını açıp yüzüne bakmadı. Oysa ben o kitapları alabilmek için Durmuş Dayı’ma ne kadar yalvarmış, rica mihnet etmiştim. Hatta Durmuş Dayı’m:
-Oğlum Şakir senin beben daha ilk mektebe gidiyor. Oysa bu kitaplar lise talebeleri içindir, beben bunları okuyamaz dediydi. Ama ben:
-Durmuş Dayı sen benim bebeyi daha tanımıyor, bilmiyorsun. Ellerinden öper, öyle zeki bir çocuk ki bu kitapları bana mısın demez bir çırpıda okur bitirir diyerek adamcağızı zar-zor inandırabilmiştim, der.
Kocasıyla aynı duyguları paylaşan Ümmühan Gelin:
 -Vallahi herif ne yalan söyleyim, benim de umudum kalmadı artık. Çünkü canı sağ olasıca pek okuyup adam olacağa benzemiyor, der.
Dün el bebek gül bebek elden ele, kucaktan kucağa taşınan, köylünün ve okulun uğurluğu olan Maviş İsmail; olumsuz davranışlarından, saldırgan ve kavgacı tutumundan ötürü hem anne ve babasının hem de öğretmeninin ve köylüsünün sevgisini ve güvenini yitirmiş ve ilgi odağı olmaktan çıkmış, toplumdan dışlanmaya başlamıştı artık. Ne kimse eskisi kadar seviyor, ne de ilgi gösteriyordu. Eh! Böyle olunca da Maviş İsmail bir anda kendini büyük bir boşluğun içinde bulmuş ve bunalıma girmişti, artık.
Annesi Ümmühan Gelin ile babası Kasnak Şakir kendisini ne pahasına olursa olsun mutlaka okutmak istemelerine ve bu yönde çaba harcamalarına karşın süresi beş yıl olan ilkokulu sekiz yılda zar-zor bitirebilen Maviş İsmail, kendini tam anlamıyla salıvermiş ve toplumdan kopmuştu. O gencecik yaşına rağmen sigarayla, içkiyle ve kavgayla tanışmış ve köy yerindeki her içki âleminde, her kavga ortamında başrol oyunculuğu görevini üstlenir olmuştu.
İşte bunun içindir ki o kısa zamanda “hayta” unvanını elde etmiş ve dünün mavi gözlü güzel çocuğu “Maviş İsmail”, “Hayta İsmail” adıyla anılır olmaya başlamıştı artık. Bu da ailesini, özellikle de annesi Ümmühan Gelin’i kahretmeye yetmişti.
Hani İsmail henüz küçük bir bebek iken onu kucaklarından indirmeyen komşuları:
-“Allah herkese böyle güzel bir çocuk nasip eylesin” dediklerinde;
Annesi Ümmühan Gelin:
-“Yüzünün güzelliği önemli değil. Önemli olan kaderinin ve şansının güzel olmasıdır” dememiş miydi?
Eee… Haksız da değilmiş Ümmühan Gelin. Baksanıza dünün mavi gözlü güzel bebeği “Maviş İsmail” bir anda “Hayta İsmail” olup çıkmıştı karşısına. Çünkü dünün mavi gözlü güzel bebeği İsmail, Hayta İsmail’in gölgesinde kalmıştı artık. Böylece mavi gözlü, güzel yüzlü İsmail kendi elleriyle çizmişti o çirkin kaderini. Yürüyeceği yolu seçmiş ve geleceğini tayin etmişti
-Peki bunu tek başına mı yaptı?
-Elbette hayır.
Hani Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası vardır: Hırsızın biri günün birinde Hoca’nın evine girer. Yükten hafif pahadan ağır ne bulursa alır götürür. “Geçmiş olsun”a giden komşuları sözbirliği etmişçesine: “Kapını açık bırakmasaydın, kilitleseydin bunlar başına gelmeyecekti” diyerek Hoca’yı suçlamaya başlarlar. Her gelen komşusundan bu sözleri duymaktan usanan Hoca:
-Bre komşular bu hırsızın hiç mi suçu yok? der.
*
Evet, dünün Maviş İsmail’i, Hayta İsmail olup çıktığında çevresindekilerin hiç mi suçu yoktu? Maviş İsmail durup dururken mi Hayta olup çıkıverdi?
Askerlik çağına gelmiştir artık. Onu kendi elleriyle okula yazdıran anne Ümmühan Gelin, vatan borcunu ödesin diye bu kez de askere uğurlar gözyaşlarıyla. Herkesin iki yılda bitirdiği askerliği Hayta İsmail, iki buçuk yılda bitirebilmişti ancak. Çünkü haytalığı orada da devam etmişti. Amma orası askerlik ocağı, söker mi haytalığı İsmail’in? Alır cezasını oturur kıçının üstüne. İşte bundan ötürüdür ki herkesin iki yılda bitirdiği askerliği, iki buçuk yılda zor tamamlayabilmişti, Hayta İsmail.
İki buçuk yılda da olsa nihayet sonuçta askerliği biter ve Hayta İsmail döner köyüne. Annesi Ümmühan Gelin, askerliğini bitirip evine dönen biricik oğlu İsmail’e kız beğenmeye başlar artık. Onu bir an önce evlendirip baş göz etmeye çalışmasının iki nedeni vardır. Birincisi bir an önce oğlunun mürüvvetini görmek, ikincisi ve en önemlisi de evlenip başı bağlanırsa aklı başına gelir, haytalıktan vazgeçer, uslanır diye düşünmesidir. Bundan ötürü kız aramaya başlamıştı zar-zor ikna edebildiği oğlu Hayta İsmail ile birlikte.
Tam da bu sırada Ümmühan Gelin’in de davetli olduğu bir düğün olur komşu köylerinin birinde. Gelin beğenmek için en ideal yerlerdir köy düğünleri. Çünkü gelinlik çağına gelen köylü kızları, birbirleriyle yarışırcasına en güzel giysilerini giyinip takılarını takınarak giderler düğünlere. Daha ziyade beğenilmek için düğünlere giderler dersek daha doğru olur. Bu anlamda komşu köydeki düğün kız beğenme için tam bir vesileydi, Hayta İsmail ile annesi Ümmühan Gelin için. Nasıl olsa onlar da davetliydiler düğüne. Hazırlanan ana-oğul komşu köydeki düğüne gitmek üzere çıkarlar yola.
Heyecanlıydılar. Bir o kadar da umutluydular davul-zurna ile karşılandıkları düğüne giderken. Bir başka olur köy düğünleri. Özenle kurulan sofralarda kompostodan pilava, sarmadan çoban kavurmaya değin çeşit çeşit yemekler; su niyetine içilen içkiler; davul-zurna eşliğinde çekilen kızlı-erkekli halaylar ve dahası…
Hayta İsmail ile annesi Ümmühan Gelin’in katıldıkları komşu köydeki düğün de aynıdır. Yemek vakti gelince kurulan sofralar donanır enfes yemeklerle. Otururlar davetliler sofraya. Önce yemekler yenilip karınlar doyurulur. Ardından başlanır içkiler içilmeye. Hem de kafalar hoş bedenler sarhoş olana değin. İçilir de içilir, çeşmeden su içilircesine. Sonra çalınır davul-zurnalar, çekilir halaylar. Düğün evinin önünde davul-zurna eşliğinde el ele tutuşarak kızlı-erkekli halay çekenlerin arasında kız beğenmeye giden Hayta İsmail de vardır. Halay çekerken arada bir belindeki tabancasını çıkarıp havaya ateş eden Hayta İsmail, halay çeken grubun içinde yer alan kızlardan birini kestirir gözüne. Halay faslının ardından gözüne kestirdiği kızı, gizlice annesi Ümmühan Gelin’e gösteren Hayta İsmail, annesinden onu soruşturmasını ister.
Hemen kızı araştırmaya koyulan anne Ümmühan Gelin, kızın, köyün ileri gelenlerinden Satılmış Ağa’nın Döne Sultan adındaki kızı olduğunu ve daha da önemlisi onun sözlü ya da nişanlı olmadığını öğrenir. Elde edilen bu bilgiler ve özellikle de evli veya nişanlı olmadığı büyük önem taşımaktadır, Hayta İsmail ile annesi Ümmühan Gelin için. Sonuçta üç gün devam eden köy düğünü sona erer ve düğüne çağrılı olan öteki davetliler gibi Hayta İsmail ile annesi Ümmühan Gelin de dönerler evlerine. Baba Kasnak Şakir de olandan bitenden haberdar edilir. Bu habere çok sevinir, oğlunun uslanması için bir an önce evlenmesinden yana olan baba Kasnak Şakir. 
Aradan bir zaman geçtikten sonra hiç kimselere duyurmadan gizlice ve kendi törelerine uygun bir şekilde küçük bir hediye alan baba Kasnak Şakir ile anne Ümmühan Gelin dünür giderler komşu köyden Satılmış Ağa’nın kızı Döne Sultan’a.
Konuksever her Anadolu köylüsü gibi Satılmış Ağa da kendilerine Tanrı misafiri olarak gelen Ümmühan Gelin ile kocası Kasnak Şakir’i güler yüzle karşılar, onlara hizmette ve hürmette kusur etmeden sohbet eder tatlı tatlı. Sohbet koyulaşıp ortam uygun bir kıvama gelince Ümmühan Gelin:
-Satılmış Ağa’m bizim ziyareti sebebimizi merak etmişsinizdir herhalde? der.
Satılmış Ağa:
-Vallahi, etmedim desem yalan olur, diyerek yanıtlar Ümmühan Gelin’in sorusunu.
Ümmühan Gelin:
-O zaman ben ziyaretimin sebebini gönül rahatlığıyla anlatabilirim, der.
Satılmış Ağa:
-Buyurun, sizi dinliyorum der:
Ümmühan Gelin:
-Bilmem ki söze nasıl başlasam. Siz de bilirsiniz hani derler ya meyveli ağacı herkes taşlar, diye…
Satılmış Ağa:
-Doğrudur, öyle derler.
Ümmühan Gelin:
-Allah bağışlasın, sizin gelinlik çağına gelmiş dünyalar güzeli bir kızınız var, der.
Satılmış Ağa:
-Sağ olun efendim. Allah cemi cümlemizin evladını bağışlasın, der.
Ümmühan Gelin:
-Bizim de ellerinizden öper, askerliğini yeni bitiren bir oğlumuz var, deyince;
Satılmış Ağa:
-Sağ olun el öpenleri çok olsun, der.
Ümmühan Gelin:
-Demem o ki biz Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle güzel kızınız Döne Sultan’ı oğlumuz İsmail’e istemek üzere dünür geldik size, der.
Satılmış Ağa:
-Hoş geldiniz efendim, sefalar getirdiniz. Allah’ın emri başımnan gözüm üstüne. Eh! Dünya kurulalıdan beri bu adet vardır. Böyle gelmiş böyle de gidecek. Dünyanın töresi böyledir, ne yapalım onu değiştirecek değiliz. Hem değiştirmeye kalkışsak bile buna gücümüz yetmez. Bunu yapamayacağımıza göre herkesin geçtiği köprüden biz de geçeriz. Ama siz de bilirsiniz ki bu işin bir yolu yordamı vardır. Her isteyene hemen ha deyip kız verilmez. Size olumlu ya da olumsuz bir yanıt verebilmem için zamana ihtiyacım var benim. Kızımı bir yoklayıp fikrini sormam, düşüncesini öğrenmem gerek. Ancak bunları öğrendikten sonra size bir cevap verebilirim. Ama bütün bu söylediklerim “tamam” anlamına gelmemeli. Sorup soruşturduktan sonra cevabım “evet” de olabilir, “hayır” da olabilir. Sonra beni töhmet altında bırakmayasınız, der.
Ümmühan Gelin:
-Hay ağzınıza sağlık, Allah razı olsun sizden Satılmış Ağa’m. Bu söylediklerinize katılmamak mümkün mü? Değil elbette. O zaman şöyle yapalım. Biz, size bir ay mühlet verelim, bir ay sonra cevabınızı öğrenmek için tekrar rahatsız ederiz sizi, der.
Satılmış Ağa:
-Hay hay, böylesi daha iyi olur, der.
Bunun üzerine köpüklü kahveler yudumlandıktan sonra evlerine dönmek için ev sahibinden izin isteyen Ümmühan Gelin ile kocası Kasnak Şakir:
-Hoşça kalın, Allah’a emanet olun deyip Satılmış Ağa’nın evinden ayrıldıktan sonra dönerler köylerine.
İlerleyen günlerde önce kızı Döne Sultan’ı yoklayarak onun bu evliliğe olumlu baktığını öğrenen Satılmış Ağa, bu kez de damat adayı Hayta İsmail’i sorup soruşturmaya başlar. Ancak aldığı yanıtlar hiç de iç açıcı değildi. Hiç kimse olumlu bir şey söylemiyordu damat adayı Hayta İsmail hakkında. Satılmış Ağa, damat adayı Hayta İsmail hakkında onun köylülerinden her kime sorduysa hepsi söz birliği etmişçesine:
-“Aman ha Satılmış Ağa’m kızını ateşe atmayasın. İşi yok gücü yok. İpsizin sapsızın tekidir Hayta İsmail. Kız verilir mi ona?” diyerek bu izdivaca karşı çıkarlar, Hayta İsmail’in kendi köylüleri.
Aldığı yanıtlar karşısında şaşkına dönen kız babası Satılmış Ağa:
-Yahu bunları söyleyenlerin gelinlik çağında kızları mı var? Kendi kızlarını vermek için mi taş koyarlar bu işe? Yoksa bir düşmanlıkları mı var? diyerek muhakemesini yapar bu işin.
Sonra da kendi kendine:
-Hadi diyelim birkaçının kızı var, onlar kızlarını vermek için bu işe engel olmaya çalışırlar, ya da düşmanlıkları… Ama bu işe taş koymaya çalışan herkesin gelinlik çağında kızı ya da düşmanlığı yok ya… O zaman bu söylenenlerin bir doğruluk payı vardır mutlaka diye düşünen Satılmış Ağa:
-Ama durumu yine de birkaç kişiye daha sormakta yarar var kanısına varır.
Sonuçta üç-beş kişiye daha sorar damat adayı Hayta İsmail’i. Ama onlar da hep söz birliği etmişçesine:
-Aman ha Satılmış Ağa’m. Kızını ateşe atmayasın. İşi yok, gücü yok. İpsizin sapsızın tekidir Hayta İsmail. Kız verilir mi ona?” yanıtını verirler.
Satılmış Ağa:
-Yahu ben biricik kızım Döne Sultan’ı, ipsiz-sapsız Hayta İsmail için mi besleyip büyüttüm? Bu iş olmaz, başladığı yerde bitsin diyerek kendi kararını verir.
Ancak karısının ve kızının düşüncelerini alamadan da edemez. Kendi kararını nedenleriyle birlikte karısına ve kızına aktararak onların düşüncelerini sorar. Kararı haklı ve mantıklı bulan ana-kızdan da olumlu yanıt alan Satılmış Ağa:
-Bu iş burada biter diyerek son noktayı koyar.
Öte yandan bir aylık zamanı iple çeken Hayta İsmail’in annesi Ümmühan Gelin, verilen bir aylık sürenin sonunda kızına dünür gittiği Satılmış Ağa’nın kararını öğrenmek üzere tutar komşu köyün yolunu, varır Satılmış Ağa’nın evine. Oturulur, hoş-beş edilip hal hatır sorulur. Döne Sultan’ın yaptığı orta şekerli kahveler içilir. Sonra:
-“Ben kararınızı öğrenmeye geldim, Satılmış Ağa’m”, der Ümmühan Gelin.
Satılmış Ağa:
-Vallahi ben evelemeyi, gevelemeyi hiç mi hiç sevmem. Sözüm dobradır benim. Kararımız ne yazık ki “Hayır” olacaktır. Kusura bakmayın. Kısmetinizi başka yerde arayınız, der.
Bir anda çarpılmışa dönen Ümmühan Gelin:
-Kızınız mı istemiyor? diye sorar.
Satılmış Ağa:
-Yooo…Hayır.Kızım başlangıçta  “tamam” dediydi. Ama sonradan.
Ümmühan Gelin:
-N’oldu ki sonradan? diye sorar.
Satılmış Ağa:
-Bakın anlatayım. Ben önce kızıma sordum. Ondan“olur” cevabını aldıktan sonra sizin oğlunuzu araştırdım doğal olarak. Beş-on kişiye oğlunuzu sordum. Kimdir, ne iş yapar, nasıl biridir? diye. Hem sorduğum insanlar da yabancı değil, sizin köyden, kendi komşularınız. Her birine ayrı yer ve ayrı zamanlarda sormama rağmen hepsi de söz birliği etmişçesine:
-“Aman Satılmış Ağa’m, Hayta İsmail’e kız verilir mi? İşi yok gücü yok, ipsizin sapsızın tekidir o. Kızınızı ona vereceğinize ateşe atın yakın daha iyidir.” dediler.
Bu söylenenlerden ötürü ben de durumu karıma ve kızıma açıkladım. Onlarla birlikte oturduk, konuştuk ve kararımızı verdik, der.
Ümmühan Gelin:
-Kararınızı bir daha gözden geçirseniz…
Satılmış Ağa:
-Değişen bir şey olmaz, der.
Ümmühan Gelin:
-Kararınız kesin mi yani? diye sorunca;
Satılmış Ağa:
-Maalesef kararımız kesindir. Allah yolunuzu ve oğlunuzun bahtını açık etsin. Siz kısmetinizi başka yerde arayın der.
Aldığı bu olumsuz yanıtla yıkılan ve kurşun gibi ağır bir havanın etkisiyle soğuk terler dökmeye başlayan Ümmühan Gelin:
-Sağ ol Satılmış Ağa’m. Allah kızınızın da bahtını açık etsin. Ne yapalım kısmette yokmuş demek ki. Sağlık olsun, der.
Sonra izin isteyerek ayrılır Satılmış Ağa’nın evinden, tutar evinin yolunu.
Hiç beklemediği bu yanıt karşısında beyninden vurulmuşa dönerek dünyası kararan Ümmühan Gelin, köyüne doğru yol alırken kendi kendine:
-“Aslında haklıdır, Satılmış Ağa. Onun yerinde ben de olsam aynı şeyi yapardım. Kızını ateşe atacak değil ya? Suç komşularımızın. Olur mu böyle komşuluk? Yazık günah değil mi gençlere? Kaderleriyle oynanır mı onların? Hem bizim kime ne zararımız oldu ki kin güdüp düşmanlık ediyorlar? Allah’tan tek dileğim bize bu kötülüğü yapanların işi gücü rast gitmesin.” diye söylene söylene varır evine. 
Ümmühan Gelin eve vardığında sabırsızlıkla onun yolunu gözleyen oğul Hayta İsmail, annesinin yorgun, bitkin ve solan yüzünü görünce:
-N’oldu anne neyin var senin? diye sorar.
-Yok, bir şeyim oğul, der Ümmühan Gelin.
Hayta İsmail:
-Yok, olur mu anne? Bitkinsin, yüzün solmuş, rengin kaçmış işte…
Ümmühan Gelin:
-Yorgunum oğul biraz dinlenirsem geçer, diyerek uzanır yerdeki minderin üzerine.
Minderin üzerine uzanan annesinin yanı başına çömelen Hayta İsmail:
-Moralin mi bozuk yoksa? diye sorar.
-Eh! Biraz öyle, der.
-Canını sıkan bir şey mi oldu?
-Evet…
-Ters cevap mı verdiler yoksa?
-Maalesef…
-Hayır mı dediler, anne?
Yanaklarından aşağıya süzülen gözyaşlarına engel olamayan anne Ümmühan Gelin:
-Evet, oğlum, bu iş olmaz dediler. Üzülme, canın sağ olsun, kız mı yok sana? Elini sallasan ellisi gelir peşinden. Ne yapalım? Kısmette yokmuş demek ki, diyerek teselli etmeye çalışır oğlunu.
Hayta İsmail:
-Nedenini söylediler mi bari? diye sorar.
-Söylediler, söylediler…
-Neymiş nedeni?
-Boş ver oğlum…
-Boş ver olur mu anne?  Söyle biz de bilelim nedenini, der.
Ümmühan Gelin:
-Oğlum, Satılmış Ağa, senin hakkında bilgi edinmek için bizim köylülerden birkaçına bir şeyler sormuş. Ama komşularımız:
-“Aman Satılmış Ağa’m kız mı verilir Hayta İsmail’e? İşi yok gücü yok onun. İpsizin sapsızın tekidir, o.”deyivermişler. Eh!... Satılmış Ağa da haklı olarak “ bu iş olmaz “ diyor. Onun yerinde ben de olsam aynı şeyi yapardım, der.
Annesin den duyduğu bu sözlerden ötürü birden yüzü asılan, rengi kaçan, sinirleri gerilen ve köpürmeye başlayan Hayta İsmail:
-“Bana ha…Yapılır mı lan bu kelek? Ben Hayta İsmail isem eğer gösteririm onlara günlerini” der ve annesinin engel olmaya çalışmasına rağmen duvarda asılı duran ceketini alır omzuna, düşer şehrin yoluna.
Yaklaşık bir buçuk saat yol yürüdükten sonra şehre varan Hayta İsmail, 70’lik bir rakı, yarım kilogram leblebi, 5 m.lik bir sicim ve bir balta sapı aldıktan sonra tekrar tutar köyünün yolunu. Bir buçuk saat yürüdükten sonra varır evine. Kurar çilingir sofrasını. Oturur başına. Devirir bir saat içinde 70’lik yeni rakıyı. Bulur kafayı…
Sonra?
Sonra da şehirden aldığı 5 m.lik sicimi omzuna, balta sapını bir eline, 7.65’lik tabancasını da öteki eline alarak çıkar evden.
Köylünün şaşkın bakışları arasında yalpalaya yalpalaya varır köy meydanına. Başlar konuşmaya:
-Bu köyde benim tekerime taş koyan varmış. Kimmiş bu mahlûkat lan. Hangi babayiğit ise çıksın karşıma. Bana bu kelek yapılır mı lan?
Benim için “ipsizin sapsızın tekidir”demişler. Ben ne ipsizim, ne de sapsızım der. Sonra sol eliyle omzundaki 5 m.lik ipi göstererek:
-Bakın bu ipimdir…
Öteki eliyle de balta sapını göstererek:
-Bu da sapımdır der ve devam eder:“Demek ki ipim de var, sapım da… Ben ne ipsiz ne de sapsızın tekiyim. Bana ipsizin sapsızın tekidir diyenin anasını, avradını… Yediden yetmişe tüm gelmişini, geçmişini s…” der.
Sonra elindeki tabancayla rast gele sağa sola ateş etmeye başlar.
Çıt yok…                                       

MEHMET KORKMAZ
EMEKLİ EĞİTİMCİ


 
 

 


 
 
Bugün 98 ziyaretçi (119 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol