ARTEMİS VE AŞKLARI


 
 

ARTEMİS VE AŞKLARI

 

ARTEMİS

Yunan mitolojisinde Zeus ile Titanlar soyundan gelen Leto’nun kızı ve Apollon’un kız kardeşidir. Avcılık ve Ay Tanrıçası’dır. Kardeşi Apollon’un adı gibi kendi adı da Yunanca değil. Adı, ‘dokunulmamış, bozulmamış’ anlamına gelen Artemes sıfatından türemedir. Namusluluğun ve el değmemişliğin sembolüdür. Bir adı da Phoebe’dir. Ares'in dostu ve en büyük Yunan tanrıçalarından biridir. Vahşi Hayvanlar ve Av Tanrıçası’dır. Roma'daki adı, Diana’dır. Gençlerin koruyucusudur. Apollon gibi gümüş oklarla atış yapar. Erdemin, namusun simgesidir. Çocukların doğumunu yöneten Artemis, Delos Adası’nın Kynthos Dağı’nda doğmuş. İkizi olan Apollon’dan bir gün önce doğmuş ve Apollon’un doğumu sırasında annesine yardım etmiş. Annesinin katlandığı acılara ve yerden yere kovulmasına tanıklık eden Artemis, bu nedenle kız kardeşi Athena gibi evlenmemeye ant içer. Bu konuda babasından yardım talebinde bulunur ve ondan yay, hızlı uçan oklar ve yanan bir meşale ister. Bu istekleri babası tarafından kabul edilince Artemis, o günden başlayarak yay ve oklarla donanır. Ormanların ve dağların kraliçesi olur. Yabani hayvanları kovalamak, onun en büyük zevkiydi. Şar adı verilen arabasının üzerinde ava çıkan Artemis, böylece dağları, ormanları aşar, vadileri dolaşır, karacaları, hızlı koşan geyikleri ve domuzları yakalardı. Bu eğlenceden sıkıldığında da ikizi Apollon’a gider. Orada ağaç gölgesinde oturup Musaların ve Khariteslerin şarkılarını dinleyerek yorgunluk giderirdi.

İlyada'da bu tanrıçaya genellikle ‘ok taşıyan, ok saçan, okçu tanrıça’ denir. Kardeşi Apollon, gümüş yaylı olduğu halde Artemis için Altın sıfatının kullanılması dikkat çekicidir. İlyada'da Artemis için "altın yaylı, altın tahtlı ve dizginleri altın kakmalı" deyimlerine rastlamak mümkündür. Hâlbuki ay ile ilişkisi bulunan bir tanrıçaya altını, biz, daha çok yakıştırabiliriz. Apollon'un tıpkısı olan Artemis'e övgüde şöyle denir:

 

 

Artemis'i övelim, Musa, okçu tanrının kız kardeşini

Apollon'la birlikte büyümüştür ok atan o kız oğlan kız,

atlarına yoğun sazlı Meles ırmağından su içirir

ve Smyrna'dan hızla geçerek

sürer altın arabasını bağlık Klaros'a doğru,

ki orada taht kurmuştur gümüş yaylı tanrı-,

orada bekler hedefi vuran tanrı

kardeşi okçu tanrıçanın gelmesini.

 

Apollon güneşin, Artemis ayın temsilcisidir. Apollon’a Phoebos (parlak, ışıklı), Artemis’e de Phoebe denilirdi. İkisi de yayla silahlanmış ve ok atarlar. Attıkları oklar, güneş ve ay ışınlarının simgesidir. Kutsal ağacı servidir. Başta geyik olmak üzere tüm hayvanlar, ona kutsaldır.

İlyada’nın XXI. bölümünde Akhilleus'un elinde can veren Hektor'u savunup savunmama konusunda tanrılar arasında bir tartışma yaşanır. Bu işten çok sıkılan Apollon, insanları kendi kaderlerine terk etmek niyetindedir. Ama Artemis, kardeşine sertçe çıkışır (İl. XXI, 470vd.):

Ama kız kardeşi, yabani hayvanlar

tanrıçası, çıkıştı ona,

konuştu avcı Artemis, küçük düşürdü onu:

"Kaçıyorsun demek, okçu tanrı,

Poseidon'a bırakıyorsun zaferi büsbütün,

hak etmediği bir ün veriyorsun ona,

Ne diye bir yayın var senin, aptal,

yaramadıktan sonra o yay işine?".

Güzel, endamlı, ciddi yüzlü, tanrısal bir bâkire olan ve saf ışık tanrıçası olarak afifliği simgeler. Artemis kültünün kanunu olarak -erkek, kadın- tüm duacıları, afifliğe uymak zorundadır. Ona tapınan ve onun gibi dünya zevklerinin uzağında kalan ve dağlarla ormanlar arasında yaşayan Hippolytos, afiflikten ötürü yok olduğunda Artemis, yüksek şerefler müjdeleyip onu yüreklendirir.

Kardeşi Apollon Güneş’in, kendisi de gün batımından sonra gökte gezinen solgun ışıklı Ay’ın tanrıçasıdır. Artemis, Apollon’un kadın şeklidir. Bereketin, ormanların ve dağların tanrıçası; müziğin ve sihirbazlığın koruyucusudur. Aynı zamanda bir kadınlık tanrıçası olduğu için genç kızlar, evlendiklerinde ona dua ederler.

Avcıları ile birlikte bakirelik andı içen Artemis’in bütün avcıları, 13-15 yaşlar arasında ölümsüz olarak sabitlemiştir. Satirler, Artemis ve avcıların hayranıdırlar. Zira Artemis, hem hayvanları çok sever hem de doğayı. Buna rağmen ne bir erkek ne de bir satir, Artemis ve avcılarına yaklaşmayı cüret edememiştir. Kendine yaklaşmaya kalkışan erkekleri ya bir çeşit geyiğe ya da tavşana çevirerek cezalandıran Artemis, ev ve orman tanrıçasıdır.

Kendisini elde etme hevesine kapılarak sürekli peşinde dolaşan arıcı Aristaios’un Aktaion adlı avcı oğlunu geyiğe dönüştürerek kendi köpeklerine parçalattırır. Kendisine kötülük etmek isteyenleri gözünü hiç kırpmadan öldürmek için yanında hep yay ve ok bulunduran Artemis, her zaman bir dişi geyik ve köpeklerle dolaşır. Dolaştığı zaman yürüyüşüne engel olmasın diye etekleri hep yukarıya doğru kıvrık şekildedir. Özde avcı olan bu geleneksel Yunan tanrıçası, doğrudan Eski Girit mitolojisinde yer alan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar tarafından korunan Potnia Theron denilen Vahşi Hayvanların Efendisi’nden türemedir.

Vahşi hayvanlar tanrıçası olarak çevrilen potnia theron, Ana-tanrıça Kybele'ye has bir sıfat olduğu halde İlayda’da Artemis'in bu nitelikle adlandırılması son derece anlamlıdır. Artemis'in Anadolu'yla ilişkisini yine açıklayarak Efesli Artemis'le ilişkisini kurar. Hele bundan sonra Hera'nın tartışmaya karışıp Troya'dan yana olduğu için Artemis'e karşı öfkelenmesi çok daha anlamlıdır (İl. XXI, 381 vd.):

Bana karşı komak mı şimdi niyetin, utanmaz köpek?

istersen yay taşıyıcısı ol sen,

kadınlara karşı aslan yapmışsa da seni Zeus

istediğini öldürmek gücünü vermişse de sana,

zor ölçersin gücünü benim gücümle.

Git dağlara, yaban keçilerini öldür,

kendinden güçlüyle savaşmaktansa bu daha iyi.

Tavri kentinde, başında bir hilâl bulunan bir yıldız tanrıçası şeklinde betimlenir. Efes’te başının üstünde bir modius bulunduran vücudunun etek kısmı örtüyle kapatılmış ve çok sayıda memesi olan Doğulu bir Ana-tanrıça şeklinde tasvir edilir. Artemis, Yunan dünyasının büyük kısmında gerek VII. yy’ın başında Delos’ta olmak üzere Ege adalarında ve gerekse Asya’da ya da başta Marsilya ve Siracusa olmak üzere Batı’da tapınım görürdü.

 “Doya doya ağlayıp da avutunca gönlünü,

Bu tanrısal kadın yakardı ilkin Artemis’e:

Artemis, ulu tanrıça, Zeus’un kızı, ne olurdu,

Atsaydın göğsüme okunu, alıverseydin canımı şuracıkta,

Ya da kaldırsaydı bir kasırga,

alıp götürseydi bulutların ovasından,

Atsaydı ağzına çepeçevre akan Okeanos’un”

(Odysseia, XXI /60-61)

 

ARTEMİS-ORİON AŞKI

Yunan mitolojisinde deniz tanrı Poseidon ile toprak tanrıça Gaia’nın birlikteliklerinden doğan Orion, dev görünümlü bir avcıdır. Olağanüstü bir yakışıklılığa sahiptir. Ancak aşk yaşamı hep trajik bir şekilde sonlanır. Örneğin Tauros’un kızı olan karısı Sida, evlilik tanrıçası Hera tarafından Tartaros’a atılır; Atlas’ın kızı Merope ile olan aşkı, gözlerinin kör olmasıyla son bulur, gözlerinin açılmasına yardımcı olan şafak tanrıçası Eos ile olan aşkı, Delos’a sürgüne gönderilmesine; av tanrıçası Artemis ve onun avcı kız arkadaşlarına gönül vermesi de ölümüne neden olur.

Artemis, bir gün uzun boylu, iri yapılı, yakışıklı bir avcıyla karşılaşır. Adı, Orion’dur bu yakışıklının. Onunla karşılaşır karşılaşmaz hemen âşık olur, ona.  Hatta önceden aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenme hayalleri kurmaya başlar. Ancak kardeşi Apollon, kız kardeşi Artemis’in bu iri cüsseli yaratıkla evlenmesine karşıdır. Bu nedenle kız kardeşini bu kararından vazgeçirmek amacıyla çok çabalarsa da Artemis, bu kararından vazgeçmez. Kardeşinin Orion’a büyük bir aşkla bağlandığını görünce de onu kıskanmaya başlar. Kız kardeşini bu kararından vazgeçiremeyeceğini anlayan Apollon, Orion’u öldürmeyi kararlaştırır.

Orion, günün birinde denizde yüzmeye başlar. Kulaç ata ata denizin içlerine doğru ilerler. Kıyıdan çok uzaklaştığı için başı, küçücük bir nokta gibi görünmeye başlar. Onun kıyıdan çok uzaklaştığını gören Apollon, kız kardeşi Artemis’i yanına çağırır. Uzaktan görünen kara noktayı göstererek; ‘Okunu, o kara noktaya kadar gönderebilir misin?’ der. Hemen yayını hazırlayan Artemis, o noktayı nişan alır, sonra yayını çekip okunu fırlatır. O kara noktanın, sevdiği Orion’un başı olduğundan habersiz olan Artemis’in attığı ok, hedefe isabet eder ve Orion yaşamını yitirir. Kendi eliyle gerçekleştirdiği bu ölüm, onu çok üzer. Günlerce bulutların arkasına saklanan Artemis, gökyüzünde dolaşmaz ve geceleri dünyaya aydınlatmaz olur. Sonunda babasının yanına gider. Ondan, Orion’u bir takımyıldızına dönüştürerek gökyüzüne çıkarmasını ister. Baba Zeus, denizden çıkardığı Orion’u, Orion Takımyıldızı’na dönüştürüp gökyüzüne yerleştirerek kızının dileğini yerine getirir.

 

ARTEMİS-ENDYMİON AŞKI

Yunan kralı Elis´in oğludur, Endymion. Beşparmak Dağları’nda çobanlık yapar. Derler ki sürüsünü otlattığı Beşparmak Dağları, kendisinden hoşlanan Zeus tarafından kendisine armağan edilmiştir. Endymion deyip geçmeyin. Bu çoban, bizim bildiğimiz öyle sıradan çobanlardan değil. Zira antik çağda en gözde iki meslekten biridir, çobanlık. Öteki de avcılık… Kavalı dışında hiçbir mal varlığı yoktur, yakışıklı Endymion’un. Çok güzel kaval çalar. Endymion'un biricik dostu ve sırdaşıdır, kavalı. Aynı zamanda eşine ender rastlanır bir yakışıklılığa ve güzelliğe sahiptir. Gündüz kayadan kayaya zıplayan boynuzlu, sakallı kara keçilerinden gözlerini ayırmayan Endymion, yamacın mis kokulu kekikleriyle karınlarını doyuran sürünün titrek meleyişlerini büyük bir dikkatle dinlerdi. Dağlarda bir başına yaşamak, onu özgür kılmıştı. Kavalı; onun özgürlüğe, dostluğa, kardeşliğe ve tüm canlıya olan hasretini dile getirme aracıydı. Bu kaval, çobanın sadece sevincini ve hasretini dile getirmezdi. Aynı zamanda Beşparmakların karlı doruklarının, yeşil çimenlerin, zümrüt yeşili yapraklarla bezenen ağaçların, cıvıl cıvıl öten kuşların, şarıl şarıl akan suların da sesini dile getirirdi.

Issız Beşparmaklarda yaşayan Endymion, gündüz kavalını üfleyip gece yeşil çayırın üzerine sere serpe uzanır yatarmış. Ancak ne gündüz kaval çalarken ne de gece zümrüt yeşili çayırların üzerine uzanıp uyurken Ay ışığının dışında kimse görmezdi, onu.

Gecenin birinde gümüş renkli arabasıyla göklerde dolaşan Artemis, aşağıya doğru baktığında bir tepenin yamacında uyuyan genç birini görür. Bu, çoban Endymion’dan başkası değil. Hemen göklerden aşağıya iner. Güzelliğine dayanamadığı için öper, onu. Bu sırada uyanan Endymion, karşısında tanrıçayı görünce telaşa kapılır. ‘Telaşlanmana gerek yok’ diyen tanrıça, ona ilan-ı aşk eder. Endymion’un gözlerini ovan gümüş parmaklı tanrıça, onun ebedi bir uykuya dalmasını sağlar. Çoban Endymion, ölümlüdür. Ama Artemis, onun çekiciliğine dayanamadığı için Olympos’un yasalarını çiğner. Zira hem bir tanrıçanın bir ölümlüyle sevişmesi yasak hem de Artemis, daha önce bâkire kalmaya ant içmiştir. Ama Endymion’un gürbüz bedenini, erkeksi güzelliğini görünce gönül verir, ona. Endymion’u alıp Latmos Dağlarının eteklerinde yaptığı küçük bir tapınağa götürür, saklar. Ona ebedi gençliği aşılar. Her gece ziyaretine gittiği zaman üzerine eğilir, gümüş ışığıyla onu sarıp çayırın otlarına uzanınca kollarını açardı, sevgilisine... Artemis, ne zaman ve nerede doğarsa doğsun hemen koşup gövdesini ışınlarıyla sarar ve öperdi, onu… Kimi geceler daha az, kimi geceler daha fazla kalırdı, sevgilisinin yanında. Hatta kimi geceler hiç gelmezlerdi yan yana. Karanlık olurdu, onların birleşmediği geceler. Bu karanlık gecelerde korkulu bir bekleyiş içine girerlerdi, onlar. Ama bu korkulu bekleyiş, çok fazla sürmezdi. İlk ay, gökte göründüğünde Artemis ile Endymion’un vuslat zamanıydı. Her buluştuklarında sanki ilk kez buluşuyorlarmış gibiydi. Birbirine sarılıp öpüşmeye başlarlardı. Her öpüşte daha da nurlanırdı, bedenleri. Zira sevgi, ışığın ta kendisidir Endymion ile Artemis için… Homeros, bu aşkı şöyle dile getirir:

Parlak ayın çevresinde sapışız yıldız

rüzgârsızken duru gökyüzü

nasıl yanarsa ışıl ışıl.

Bütün doruklar, sivri kayalar ve çayırlar

nasıl serilirse göz önüne,

gökler yırtılıp da açılır,

tekmil yıldızlar görünür,

ferahlar yüreği çobanın...

Başka bir anlatımda Artemis, Ay tanrıçası Selene rolündedir. Endymion´a âşık olan Selene, Endymion´u sonsuza değin uyutmak için yakarır, babası Zeus´a. Tanrılar, kıskandıkları insanların mutluluklarını istemez kimi zaman. Zira insanların da kendileri gibi ölümsüz olmalarına karşıdırlar. Buna rağmen Endymion ile Selene’nin her defasında yenilenen bu bitimsiz sevgilerinden hoşnut olan tanrıların tanrısı Zeus da Beşparmak Dağları’nın yoksul çobanına böyle bir armağan verilmesini uygun görür.

Neticede babasından istediği izni koparan Selene, sevgilisi Endymion’a gider. Ona; ‘Dile benden ne dilersen,’ der. Endymion, genç ve yakışıklı kalmak uğruna bu teklife onay verir ve bir daha uyanmamak üzere uyumaya başlar. Selene, hoş bir sedayla; “Sana her gece kendi ay ışığımla geleceğim...” diye fısıldar, Endymion’un kulağına. O günden sonra gören olmaz, Endymion’u. Beşparmakların bilinmeyen bir yerinde sonsuz uykusunu sürdüren yakışıklı çoban,  ay ışığında Selene’yi bekler. Tıpkı evrenin sonsuzluğu gibi onların aşkı da sonsuzluğun uykusuyla bütünleşmiştir...

 

ARTEMİS-AKTAİON AŞKI

Aristaios ile Autonoe’nin oğludur. Babası, Yunan mitolojisinde tarımı, ev sanatlarını ve arıcılığı Yunanlara öğreten kişidir. Çok bilge biri olan at adam Kheiron tarafından Kithairon Dağı’nda yetiştirilmiş. Kendisi, Thebaili çok ünlü bir avcıymış. Bütün bölgede ondan daha üstün bir avcı yokmuş. Ünlü bir avcı olduktan sonra mağrurlanıp kendini, Artemis’ten daha üstün görmeye başlamış. Bununla da yetinmeyen Aktaion, günün birinde Tanrıça bir derede yıkanırken onu çıplak bir şekilde görür. Bu saygısızlığa tahammül edemeyen Artemis, onu geyiğe dönüştürür. Sonra Aktaion’un elli köpeğini, Aktaion’un üstüne salmış. Parçaladıkları kişinin kendi efendileri olduğundan habersiz olan köpekler, uluyarak Aktaion’u aramaya başlarlar. Bu aramada efendilerini bulamayan köpekler, Kheiron’un mağarasına gitmişler. Kheiron, köpekleri sakinleştirmek amacıyla Aktaion’un bir heykelini yaparak köpeklerin önüne diker. Heykelin, efendileri Aktaion olduğunu sanan köpekler, bundan sonra sakinleşip ulumalarına son verirler.

 

ARTEMİS, ARETHUSA VE ALPHEİOS 

Kutsal bir kaynak varmış, Syrakusa yakınındaki Ortygia Adası’nda. Adı, Arethusa’dır bu kaynağın. Güzelliği dillere destan güzel bir kızdır, Arethusa. Tanrıça Artemis gibi evlenmemeye ant içen Arethusa’nın erkeklerle ne bir dostluğu var ne de bir ilişkisi… Avlanmak, kırlarda koşmak, ormanlarda dolaşmak, oraların temiz havasını solumak en büyük zevkidir, Arethusa’nın.

Harikulâde bir güzelliğe sahip olduğu için ona gönül verenler, güzelliğinden söz edenler çok olsa da O, hiçbir erkeğe yüz vermemiş ve avlanma dışında hiçbir şey düşünmemiştir. Bu güzel kız, günün birinde her zamanki gibi ormanda avlanıyormuş. Hem av peşinden koştuğu hem de hava sıcak olduğu için çok yorulmuş. O sırada bir ırmak çıkmış, önüne, Arethusa’nın. Sessizce akıp giden ırmağın suları öylesine duruymuş ki derinliğindeki çakıl taşlarını bile birer birer saymak mümkünmüş. Beyazımsı yapraklarla bezenen söğüt ve gümüşi yapraklarla süslenen kavak ağaçları gölgelerini, bu dingin akışlı ırmağın üstüne düşürdükleri için temmuz sıcağında bile yeşil bir serinlik egemenmiş onun kıyısında.

Sıcaktan bunalmış ve çok yorulmuştur, Arethusa. Irmağın kıyısına oturmuştur. Ferahlamak için ilkin ayaklarını suya sokmakla yetinmiş. Sonra fikrini değiştirip soyunmaya başlar. Dingin akışına ve berraklığına hayran kaldığı ırmağın üstüne sarkan söğüt dalına iliştirir, giysisini. Anadan doğma bir şekilde kendini bırakıverir, ırmağın duru suyuna. Berrak ırmağın serin sularında o güzelim vücudunun yorgunluğunu gidermeye çalışırken suların içinden gelen bir fısıltıyla irkilip kıyıya koşar. Bu sırada arkasından bir ses:

-Nereye kaçıyorsun Arethusa? Ben Irmak Tanrı Alpheios. Benden kaçmana gerek yok, demiş.

Arethusa, ırmağın karşı kıyısındaki söğüt dalında asılı duran elbiselerini almaya fırsat bulamayınca çıplak koşmaya başlamış. O önde, çok yakışıklı bir delikanlı kılığına bürünen Alpheios, arkasından koşmaya başlarlar. Arethusa’nın çıplak oluşu, Alpheios’u hem kıskandırıyor hem de arzusuna kolayca ulaşacağı hissini veriyormuş.

Bir an önce canını kurtarmaya çabalayan Arethusa ne kadar hızlı koşarsa, onu yakalamaya çalışan Alpheios da bir o kadar hızlıymış. Korkudan titreyen güvercinin, atmacanın pençesinden kurtulmaya çalışması gibi Alpheios’a yakalanmamaya çalışan Arethusa da ondan kurtulma çabasındadır. Arkalarında dağlar, dereler bırakarak koşan bu ikili, Orkhomenos duvarına değin gelmişler. Kyllene Dağını, Menale’yi aşmış ve Erymanthos Dağı’nın buzlarla kaplı doruklarını arkalarında bırakıp Elis Ovası’na ulaşmışlar. Alpheios, Arethusa’yı geçemiyor olsa da dayanma güçleri eşit olmadığından Arethusa, yorulmaya başlamıştır artık. Bu koşuşturma sonrasında ovalar aşılmış, ormanlar geçilmiş, sarp kayalıklardan atlanmış. Arethusa ardındaki güneşin, kendi önüne düşürdüğü Alpheios’un gölgesinden onun, kendisine yaklaşmakta olduğunu hissetmiş. Buna rağmen belki evham yapıyorum diye düşünür. Arkasındaki kişinin gürültülü ayak sesinin yaklaştığı, sıcak nefesini ensesinde hissettiğini anlayınca ümitsizliğe kapılır. Ve bu ümitsizlikle; ‘beni kurtar, beni kurtar, ben kirlenmek istemiyorum’ deyip Artemis’e yalvarır. Onun yakarışlarını duyan Artemis, onun üstüne bir bulut parçası örterek onu, Alpheios’un gözünden saklamış.

Alpheios, bulut kümesi içinde saklanan Arethusa’yı bulmak için sağa koşmuş, sola koşmuş durmuş. Ancak izine rastlamayınca; gönülden bir sevdayla ‘Arethusa!, Arethusa!’ diye iki kez bağırmış. Bu ses, Arethusa’nın gönlüne büyük bir korku salmış. Korku ile doldurmuş, gönlünü. Kurdun sesini duyan bir kuzunun titreyip sinmesi gibi Alpheios’un sesini duyan Arethusa da Artemis’in üstüne örttüğü bulutun içine öylece sinip kalmış. Onu aradığı halde izine rastlamayan Alpheios gözlerini, Arethusa’yı gizleyen buluta dikip kalmış. Rüzgârın, bulutu dağıtmasını beklemeye başlamış. Çıplak vücudu, bulut tarafından sıkıca sarılan Arethusa, üşümeye ve soğuk soğuk terler dökmeye başlamış. Mavimsi ter taneleri, bedeninin her yerinden aşağıya doğru sızarken aniden ayaklarının altından bir su kaynağının belirdiğini görür. Ardından bedeninin tamamı suya dönüşmüş.

Artemis’in yardımıyla güzel Arethusa, bir su kaynağına dönüşmüş. Ve onun insan şekli, suya dönüşen varlığı içinde yok olup gitmiş. Onun suya dönüşen bedenini gören Irmak Tanrı Alpheios, tekrar ırmağa dönüşür ve tatlı su kaynağına dönüşen sevgilisinin sularını kucaklayarak onunla birleşir. Alpheios her ne kadar kendini ona, onu da kendine katmış olsa da Arethusa, hep yalnız yaşamak, suya dönüşmüş olsa da bir erkekle birleşmeyi kabullenmemiştir. Bu nedenle suları, kendisini seven Alpheios’un sularına karışmış olsa da kendini asla teslim etmemiştir, ona. Aşığının kolları arasından sıyrılarak kurtulmuş. Sularını, Artemis tarafından açılan yer altı yatağından derinlere ve hatta Hades’in karanlık ülkesine değin vardırmış. Orada, Hades tarafından kaçırılan Persephone ile karşılaşır. Yunanistan’dan yerin altına geçerek denizin derinliklerinde akıp Syrakusa yakınındaki Ortygia Adası’nda kaynağa dönüşür. Ama buna rağmen Aplheios’dan kurtulamamış, Arethusa.

Irmak Tanrı Alpheios, Arethusa’nın, kollarından sıyrılıp yeraltına geçtiğini görünce kendisi de aynı yataktan koşarak onu, Ortygia’ya değin izlediği söylenir. Neticede ikisinin suyunun, orada birbirine karıştığı rivayet edilir. Günümüzde Yunanistan’daki Alpheios Irmağı’na atılan bir tahta çanağın, Sicilya’da yer alan Arethusa kaynağından çıktığı söylenir.

 

ARTEMİS İLE NİOBE

Phrygia’nın efsanevî kraliçesidir. Yunan mitolojisine göre çok çocuk doğurmanın ve analığın öncelikli önem arz ettiği anaerkil toplumun dışa yansımasıdır, Niobe. Thebai kralı Amphion’un karısı ve lânetli soyun atası Pelops’un kız kardeşi, sonradan Tanrılar Sofrası’na alınan Lydia kralı Tantalos'un kızıdır. Babasının, kralı olduğu Sipylos Dağı eteklerindeki Tantalis kentinde doğar. Birlikte büyüdüğü tanrıça Leto ile arkadaşlık eder.

Efsaneye göre Niobe, Thebai kralı Amphion’dan altısı kız, altısı erkek (bu sayı, kimi kaynaklarda yedisi kız, yedisi erkek olmak üzere on dört çocuk olarak gösterilir) on iki çocuk doğurur. Günün birinde sadece Artemis ve Apollon adlarında iki çocuğu olan Leto'yu küçümseyen ve kendini ondan üstün gören Niobe, Thebai halkından kendisine tapınmalarını ister. Bunları öğrenen Leto; çocukları Artemis ve Apollon’a; Niobe’nin çocuklarını öldürmelerini söyler.

Annesinden emir alan Apollon, oklarıyla Niobe'nin Kitheron Dağı’nda avlanan altı  (kimi kaynaklara göre yedi) erkek çocuğunu öldürür. Erkek kardeşlerinin öldürüldüğünü duyan altı kız kardeş, ağlayarak Kitheron Dağı’na koşarlar. Onların karşısına çıkan Artemis de oklarıyla, birbirinden güzel altı kız kardeşi öldürür.

Yaşananları duyunca yaslar içinde gencecik yavrularının körpe bedenlerinin yanına çöken Niobe, öylece kalakalır onların yanında. Gözlerinden yaşlar akmaya başlar. Durmadan ağlar durur, çocuklarına. Onun birkaç kilometre ötesinde, Sipylos Dağı eteklerinde, çalılıklar arasında Ana Tanrıça Kybele'nin anıtı olarak bilinen başka bir kaya daha var, Manisa'da. Kybele Ana, Niobe Ana, bir de intikamcı ve analık konusunda tüm ölümlülerden üstün olduğunu dışa vuran Leto Ana. Aynı inanç ve efsane zincirini oluşturan birer halkadır, bunlar. Çevresinde kimsecikler kalmadığı için çocuklarını defnedemedi kara toprağa. On gün durmadan ağlar. On gün sonra Zeus, ölülerin tamamını taşa çevirir. İşte o gün acıktığı aklına gelmişti, talihsiz Niobe'nin. On gündür hiçbir şey yememiş, içmemiş hep ağlamıştı. Niobe’yi acılarını yüreğinde sindirsin diye Akheloos Irmağı kıyısındaki Sipylos Dağı’nda, taşa çevirir, Zeus. Niobe’nin çocuklarının tanrıça Leto’nun teşvikiyle oğlu Apollon ve kızı Artemis tarafından öldürülünce analık içgüdüsüyle intikam alan tanrıça Leto’nun sevincine karşın analık içgüdüsünün verdiği ıstırapla kıvranan Niobe, taş kesilip sonsuza değin ağlar. Günümüzde Spil Dağı'nın eteklerinde Ağlayan Kaya ya da halk arasındaki adıyla Niobe Kayası olarak bilinen kayanın; Homeros’un sözünü ettiği Niobe’yi temsil ettiğine inanılır.

Niobe’nin bu acılı halini betimleyen ve insan yüzünü andıran Manisa’daki Ağlayan Kaya’dan çıkan su kaynağı, Niobe’nin Gözyaşları olarak algılanmıştır.

Bu hazin öykü, İlyada’da (XXIV/ 602-617) şöyle anlatılır:

 “Güzel saçlı Niobe'nin de i/emek geldi aklına,

oysa on iki çocuğu ölmüştü sarayında,

altı kızı, ergen altı oğlu.

Apollon öfkelenmişti Niobe'ye,

öldürmüştü oğullarını gümüş yayıyla,

kızlarını da okçu Artemis öldürmüştü,

Niobe güzel yanaklı Leto ile bir tutuyordu kendini,

diyordu Leto iki çocuk doğurdu, bense bir düzine,

iki kişi, Apollon'la Artemis, öldürdü hepsini.

Ölüler yatıp kaldılar kanlar içinde,

kimsecikler yoktu onları gömecek,

herkesi taşa çevirmişti Kronos oğlu.

Göklü tanrılar gömdü ölüleri onuncu günü,

işte o gün yemek geldi Niobe'nin aklına,

gözyaşı dökmekten yorgun düşmüştü.

Bugün Sipylos kayalarında, ıssız doruklarında,

Akheloos ırmağı kıyısında oynaşan su perilerinin

Yatakları var derler ya, işte oralarda,

tanrı buyruğuyla taş olmuştur Niobe,

yüreğine sindirir durur acılarını.”

Bir başka Yunan söylencesine göre Peloponez’de yaşayan ilk insanın kızı olan Niobe, canlı yaratıkların tamamının annesi ve Zeus’un birlikte olduğu ilk ölümlü kadındır.

Geç dönem Yunanistan’ında söylenegelen bir başka Niobe efsanesine göre; Peloponez'de yaşayan ilk insanın kızı olarak gösterilir. Bütün canlıların anası Havva rolündedir, Niobe. Baba tanrı Zeus’la yaşadığı birliktelik sonunda Argos ile Pelasgos'u üretmiştir. Aynı zamanda Zeus'un birliktelik yaşadığı ilk ölümlüdür, Niobe. Bu efsane, Ana Tanrıça imgesinin yaygınlaştığının kanıtıdır: Nitekim Yunanlılar da kendi kurucu kahramanlarına, Argos ve Pelasgos adlarındaki yerel atalarına bir ana bulmak çabası içine girmişler. Böylece ilk kadın örgesi ile ana tanrıça örgelerini bir araya getirerek Niobe adında bir efsane kahramanı yaratmışlar.

Aslında aynı efsanenin ayrı ayrı kişilerde canlandırılmış biçimidir, Niobe, Leto ve Kybele... Ne Thebai ile bir ilişkisi mevcuttur ne de Amphion ile. Gerçek bir Anadolu efsanesidir, Niobe efsanesi. Niobe tarafından yaşanan bu dram, onun yaşadığı Spil Dağı yamaçlarında meydana gelmiş. Niobe, bu dramda hep ön plana çıkmıştır. Nedense çocukların babası Amphion'dan hiç söz edilmemiştir. Hatta zamanla Amphion'un, tanrılar tarafından öldürülen on iki çocuğun babası olduğu bile söz konusu olmamıştır. Anadolulu Ana Tanrıça kültü, anaerkil bir toplum düzenine dayandığı için üretilen varlığın babası aranmaz. Çünkü önemli olan üretmedir. Çocuğun yaşamı boyunca sorumluluğunu ve gururunu hep üretimi sağlayan anaç varlık taşımıştır. Nitekim Leto (ki Kybele'nin Lykia’da söylenen efsanenin aynısıdır), Zeus'tan hamile kalmıştır der, efsane (bu efsanenin bile babaerkil düzenin yerleşik duruma geçmesinden sonra uydurulduğu söylenmektedir). Ama hem Apollon ile Artemis'in doğumlarında hem de daha sonraki eylemlerinde baba tanrı, hiçbir işleve sahip değil.

Ağlayan Kaya, uluslararası kaynaklar da dâhil olmak üzere literatürde kimi zaman Taş Suret olarak da anılır. Kimi kaynaklarda da bu taş suret, aynı dağda bulunan Hitit Kybele Heykeli ile karıştırılmıştır.

 

ARTEMİS İLE MELEAGROS

Kalydon kralı Oineus’un karısı Altheia ile Trakya menşeli savaş tanrısı Ares’in birlikteliğinden doğar. Argonautlar Seferi’ne katılanlardan biri olan Meleagros, mitolojide Kalydon Domuz Avı olarak bilinen bir maceranın da kahramanıdır. Henüz yedi yaşındadır. Moira adlı üç Kader Tanrıçası’ndan biri olan Atropos, Altheia’nın yanına gelir. O sırada ocakta yanmakta olan bir odunu gösteren Atropos; ‘Bu odun yanıp kül olunca oğlun Meleagros da yaşamını yitirecektir.’ der. Atropos’dan bunu duyan Altheia, ocakta yanmakta olan odunu alıp söndürür, sonra da bir sandığa koyarak saklar.

Kalydon kralı Oineus, her yıl hasat zamanı ilk ürünleri, tanrıça Artemis’e sunuyormuş. Ancak bir yıl hasadın ilk ürünlerini tanrıçaya vermeyi unutmuş. Buna çok öfkelenen Artemis, kralı cezalandırmak için bir yabandomuzu gönderir, Kalydon'a. Yaban domuzu, ekinleri yerle bir eder, sığırları öldürür, karşısına çıkan bütün insanları parçalar. Domuzla başa çıkamayacağını anlayan Oineus, Yunanistan'ın tüm kentlerine haber gönderip yardım talebinde bulunur. Bunun üzerine dört bir yandan onlarca kahraman, akın akın gelmeye başlamış Kalydon’a…

Oineus'un Altheia'dan olma oğlu Meleagros, o zamanlar gençliğinin en ateşli çağlarını yaşıyor. Yaban domuzu avına katılmak üzere Kalydon'a gelen kahramanlar, Moiraların kendisine ömür biçtiği bu Meleagros tarafından ağırlanır. Arkadhia korularının gözbebeği Atalante de bulunuyordu, bu kahramanların arasında. Yarı beline değin uzanan saçlarına gerekli özeni göstermeyen Atalante, başının arkasında toplamıştır sadece. Elinde yayı vardır. Meleagros, yüzü çocuk yüzü olamayacak kadar kadınsı, kadın yüzü olamayacak kadar çocuksu olan Atalante’yi görür görmez âşık olur, ona. Ancak bir kadınla ava çıkmayı gurur yapan kimi kahramanlar, Atalante’nin ava katılmasından yana değil. Meleagros, Atalante’nin ne kadar usta bir avcı olduğunu anlatarak onları ikna etmeye çalışır. Nihayet büyük bir merakla beklenen av süreci başlar. Domuz, kısa sürede kıskaca alınır. Bir an kıskaçtan kurtulan domuz, önüne gelene saldırmaya başlar. Avcılardan iki tanesini öldürür. Bu arada bir karışıklık yaşanır. Hayvan, kılıcını çekip üzerine atılan Meleagros'u ezecekken soğukkanlılığını koruyan Atalante, okunu fırlatır. Atalante’nin attığı ok, domuzun gövdesine saplanır. Bunu fırsat bilen Meleagros, iyice yanına yaklaştığı hayvanı öldürür. Tüm avcılar, domuzu öldüren Meleagros'u tebrik ederlerken o, hayatını kurtaran Atalante’ye gönülden bağlanmış.

Meleagros, öldürdüğü domuzun derisini ve başını bir nezaket nişanesi olarak Atalante'ye armağan eder. Ama henüz kininden vazgeçmeyen Artemis, bu kez de avın paylaşımında Aitolialılar ile Kuretler arasında bir kavganın yaşanmasına neden olur. Zafer nişanesinin bir kadına verilmesine karşı çıkan Kuretler, Meleagros’un Atalante’ye verdiği armağanların tümünü kızın elinden alırlar. Bu kaba harekete çok öfkelenen Meleagros, ileri atılır ve armağanları kızdan alanların tamamını öldürür. Meleagros tarafından öldürülenlerin arasında annesi Althea'nın iki erkek kardeşi, başka bir ifadeyle kendisinin iki dayısı da bulunmaktadır.

İki kardeşinin, oğlu tarafından öldürdüğünü duyunca analık sevgisini bir yana bırakan Altheia, sandığına sakladığı yarı yanmış haldeki odun parçasını ateşe atar. Odun, çabucak tutuşup kül olur. Odun yanıp küle dönüştüğü anda Meleagros da yaşamını yitirir. Oğlunun yaşamını yitirmesinin ardından yaptığından nedamet duyan Altheia, canına kıyarak yaşamına son verir. 

 

ARTEMİS İLE İPHİGENEİA

Troya Savaşı’nda Akha ordularının başkomutanı Agamemnon’un Klytaimnestra’dan doğma kızı, Elektra, Orestes ve Khyrsothemis’in de kız kardeşleridir.

Akha orduları, Aulis’te yelkenleri şişirecek rüzgâr bekliyordu. Rüzgâr, uzunca bir süre esmeyince sabırsızlanmaya başlayan komutanlar, bunun nedenini Kalkhas adındaki kâhine sorarlar. Kalkhas, Agamemnon'un kızı İphigenia'nın kurban edilmesi gerektiğini söyler. Bunu duyan Agamemnon, çileden çıkar. Artemis, kendisinden hiç hoşlanmıyordu. Çünkü Agamemnon, donanma toplanırken vakit geçirmek için Aulis yakınlarında ava çıkmış. Bu av sırasında Tanrıça Artemis’e adanan kutsal koruluktaki kutsal dişi geyiği öldürmüş. Hatta bununla yetinmeyip geyiği okuyla uzaktan vururken, Artemis'in bile böyle nişan alamayacağını söyleyerek Artemis’i küçümsemiş. Bunları gerekçe gösteren tanrıça Artemis de ordu tarafından beklenen rüzgârların esmesini engelliyormuş. Kendisine danışılan kâhin Kalkhas'a göre tanrıçanın, öfkesinden vazgeçip beklenen rüzgârı estirmesi ancak Agamemnon’un, kızı İphigeneia’yı kendisine kurban olarak sunmasıyla mümkün olabilirdi. Uzun zaman direnen Agamemnon, bu karara boyun eğmedi. Zira hiçbir babanın, kızını kurban etmeye rızalık göstermesi mümkün değildi. Aradan günler hatta haftalar geçer. Ama rüzgâr bir türlü esmiyormuş. Bunun üzerine Menelaos ile Odysseus devreye girer. Onların ısrarları sonucu istemeyerek de olsa kızının kurban edilmesine onay veren Agamemnon, karısı Klytaimnestra'ya “İphigeneia’yı Akhilleus ile nişanlayacağım, bunun için İphigeneia’yı al Aulis’e getir” diye haber gönderir.

Kurban edilme olayından tamamen bihaber olan 23 yaşındaki Akhilleus, bu oyunun bir parçası olmaya razı olur. Ancak gerçeği öğrenince engel olmaya çalışırsa da başarılı olamaz. Bunu başaramayınca da Agamemnon’a çok kızar.

Öte yandan kocası tarafından gönderilen habere inanan Klytaimnestra, kızıyla birlikte neşeli bir şekilde Aulis'e gelir. Kızına eş olarak Akhilleus'un seçilmesi, sevincini bir kat daha arttırmıştır, onun. Ancak kızının maruz kaldığı olayı öğrenince kocası Agamemnon'u verdiği karardan vazgeçirmeye çalışır. Ancak bunda başarılı olamaz. Zira Agamemnon’un fikrini değiştirmesi olası değil. Çünkü Menelaos ve Odysseus’a söz vermiştir. Bu nedenle kocası Agamemnon’a karşı büyük bir kin beslemeye başlayıp kötü sözlerle aşağılayarak oradan ayrılan Klytaimnestra, Akhilleus’un yanına gider. Kızını kurtarması için yalvarır, kendisine. Agamemnon'u fikrinden vazgeçiremeyeceğini bilen Akhilleus, olaya müdahil olmaz. Troya Savaşı sonrasında kendini Khryseis'le aldatmasını gerekçe gösteren Klymtaimnestra, Agamemnon'u öldürerek intikamını alır.

Yaşanacaklardan bihaber İphigeneia, Kalkhas'ın önderliğinde babası tarafından sunaktaki kurban taşının olduğu yere getirilir. Olayı yukardan izleyen Artemis, kızın durumuna acır ve bıçağın tam da boğazına ineceği sırada onu, dişi bir geyikle değiştirir. İphigenia'nın havaya kaldırdığı ruhunu yanına alır. Tören yerinde yakılan ateşin korlarının sönmesi sonrasında çıkan güçlü rüzgârı gören tanrıça Artemis, İphigenia'yı geyikle değiştirerek bir yandan kurbanı kabul ederken öte yandan esmesini önlediği rüzgârları engellemekten vazgeçer. Sevinç naraları atarak Artemis'in kutsal koruluğundan çıkan Akhalılar, çadırlarına dönerler. Ancak Agamemnon, eşi Klytaimnestra ve hizmetçilerini çadırda bulamaz. Zira hizmetçiler, ondan önce gelip kızının kurtuluşunu annesine müjdelerler. Duyduğu derin üzüntüden sıyrılan Klytaimnestra, derhal Mykenai'ye doğru yola çıkar. Yolculuk sırasında aklı hep kocası Agamemnon’dan alacağı öç planlarıyla doludur, Klytaimnestra’nın.

Mehmet KORKMAZ

“OLYMPOS’UN GİZEMLİ AŞKLARI” adlı yapıtımdan

 


 
Bugün 51 ziyaretçi (70 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol