MUNZUR EFSANESİ
MUNZUR EFSÂNESİ 

"DEYLEM'DEN DERSİM'E DERSİMLİLER" ADLI KİTABIMDAN

Günümüzde, geçmişi hep badirelerle dolu olan, yakılıp yok edilmek istenen Dersim’i ortadan bölerek sessiz sedasız akıp giden Munzur Suyu’nun gizemli bir öyküsü vardır:
Munzur, Tunceli/Ovacık ilçesinin Koyungölü (Kedek veya Çedage) Köyü civarında yaşayan Haydar Ağa’nın işlerini yapmaya, sürülerini gütmeye başlayan bir çobandır. 
Hizmette kusur etmeyen çok becerikli ve başarılı olan Munzur, Ağasının bir dediğini iki etmezmiş. Çobanlıktan tarla-tapan işlerine değin her işi büyük bir maharetle yaparmış. Çifte koştuğu öküzlerin, iş gördüğü atların bakımını, beslenmesini aksatmazmış. Sadakatte, doğrulukta eşi menendi bulunmaz, karıncayı bile incitmez, hizmette kusur etmezmiş…
Ağasının bindiği atların, çifte-sabana koştuğu öküzlerin ve sütünü sağdığı koyunların yemini, suyunu verip bakımını yaparmış. İncitmeye kıyamadığı hayvanların, kışın ahırda rahat etmeleri için altlarına yumuşak samanlar serer, tımarını yaparmış. Yere yattıklarında yanlarının incinip incinmediğini test etmek için önce kendisi yatarmış yere. Onları gözü gibi korurmuş… Bu tutumundan ötürü ağası da kendisinden son derece hoşnutmuş. 
Munzur’un bu ilk yılı ağasına uğur getirmiş. Bol yağışlar olunca toprak verime kavuşmuş, tarlalar tahıla durmuş. Hasat zamanı buğdaylarla dolmuş taşmış ambarlar. Bahçeler, bağlar meyveye bostanlar sebzeye durmuş. Koyunlar çift çift kuzulamış. Munzur’un kendisine hizmet verdiği bu ilk yılın bolluk ve bereketi ağanın yüzünü güldürmüş. Neticede hacca gitmeye karar ve-ren ağası, yola çıkmadan önce yanına çağırdığı Munzur’a:
-Bak oğul, yaşım kemale erdi. Senin ayağın uğurlu geldi bana. Ambarlarım doldu, taştı. Koyunların çifter çifter kuzuladı. Bağlarım bahçelerim meyve ambarı gibiydi adeta. Tanrı’ma hamdü senalar olsun. Kerbela’ya Hacc’a gidip ceddim Hüseyin’in istirahatgâhını ziyaret etmeye karar verdim. Evi-barkı, malı-mülkü, çoluk-çocuğu sana emanet ediyorum. Biliyorsun sana güvenim sonsuzdur. Gözümü arkada koma.  Beni mahcup etme, diyerek helâllık dilemiş… 
Sonra hanımına:
-“Hatun bilirsin ayrılık bir çeşit ölümdür. Gidip dönmemek, dönüp de görmemek vardır. Hakkını helal et. Munzur’un kadir kıymetini biliniz. Onu üzmeyesiniz sakın.” diyerek tembihte bulunur. Sonra da herkesten helâllık  ister. Ardından Allah’a emanet olun deyip çıkar yola. 
Bilirsiniz o dönemler, günümüzdeki gibi taşıtlar mevcut değilmiş. Hac yolculuğu aylar sürermiş. Derken Haydar Ağa sonuçta, Düldül adındaki atına binerek ilden ile geçip varmış kutsal topraklara. 
Aradan günler geçmiş, ağa Hac’da iken Munzur bir rüya görür. Rüyasında ağasının çok acıktığını, ondan kendisine helva getirmesini istemiş. Sabah olunca rüyasını Haydar Ağa’nın hanımına anlatan Munzur:
-“Hatun Ana, hemen bir helva yap Ağa’ma götüreyim” der. 
Munzur’un anlattıklarına gülen Hatun Anası: 
-“Herhalde canın helva istiyor. Sen ağanı bahane ediyorsun. Ama istersen sana helva yapayım” demiş.  
Munzur:
-“Yok, Hatun Ana sen benim için değil, ağam için yap” der.
Hatun Anası hemen helva yapmaya başlar. Helvayı pişirince bir tabağa doldurup Munzur’a verir. Elindeki helva tabağıyla dışarı çıkan Munzur, henüz buharı tüten helvayı dua etmekte olan ağasına yetiştirmiş. Helva kabını dua etmekte olan ağasının yanına koyup onu rahatsız etmeden tekrar gözden kaybolmuş. Aradan fazla zaman geçmeden eli boş içeri döner. 
Ağasının hanımı: 
-“Tabağı ne yaptın Munzur?” der. 
Munzur: 
-“Tabağı, Ağam Hac’dan dönünce getirecek” diye yanıtlar. 
Bu yanıt karşısında şaşırıp kalan Haydar Ağa’nın eşi Hatun Ana, Munzur’un bu sözlerine bir anlam verememiş.
Öte yandan Haydar Ağa, Munzur’u görmüş ama dönüp bakıncaya dek Munzur gözden kaybolmuş. Bunun bir düş olduğunu sanan Haydar Ağa, yanı başında içi helva dolu kabı görünce bunun düş değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu anlar. Kabı açar, bakar. Kabın içinde çok sevdiği helva varmış. Helvanın dumanı hâlâ tütmekteymiş. Bu gizemli olay sonrasında Munzur’a karşı içinden derin saygı beslemiş. 
Aradan bir hayli zaman geçmiş, vakit gelip çatmış. Ağanın, Hac görevini tamamlayıp köyüne doğru yola çıktığı haberi ulaşmış sılasına. 
Haydar Ağa’nın dönüş haberi köye ulaşınca komşuları, elinde birer armağanla Hacı Haydar Ağa’yı karşılamaya giderler.  
Herkes ağayı karşılamaya gider de Munzur geri kalır mı? O da ağasını karşılamaya gider. Ancak ağasına götürecek başka bir armağanı yoktur Munzur’un. Koyunlardan sağdığı taze sütü bir bakraca doldurarak ağasını karşılamaya gider. Ağayı karşılamaya giden komşuları, dost ve akrabaları ağanın ellerini öpmek için adeta bir yarışa girerler.
Kendisini karşılayanların ellerini öpmek için yarıştığını gören Haydar Ağa, elini öpmek sıraya giren komşularına elindeki boş tabağı göstererek:
-“Canlarım bu elimdeki tabağı görüyorsunuz.  Hac’da iken canım helva istedi. Tam da o esnada Munzur’u gördüm, yanımda. Bu tabakla bana helva getirmişti. Hem de dumanı hâlâ tütüyordu. Asıl hacı O’dur. Öpülecek el, Munzur'un elidir. Onun elini öpün” der. 
Munzur konuşulanları duyunca: 
-“Aman ağam etme eyleme. Allah aşkına bırak elini öpeyim. Böyle şey olmaz. Ben yıllardır senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin? Ben ne sana, ne de başkalarına el öptürmem” der.
Gerçeği ağadan duyan kalabalık, Munzur'a yönelmeye başlar. Bu gizinin açıklanmasından rahatsız olan Munzur, elindeki süt bakracıyla dağa doğru kaçmaya başlar. Munzur dağa doğru yönelince ağa ile kendisini karşılamaya gelenler, onun arkasına takılırlar. Böylece bir kovalamaca başlamış. 
Günümüzdeki Munzur Irmağı’nın yeryüzüne fışkırdığı yere geldiklerinde Munzur'un elindeki süt dolu bakracın içindeki sütler dökülmeye başlar. Sütün döküldüğü her yerde süt gibi beyaz bir su fışkırmış. 
Munzur, kırk adımda dağa varır. Attığı her adımda bir kaynak fışkırmış. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak oluşmuş. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmağın kenarına gelip karşıya geçmeye, Munzur’a yetişmeye çalışmışlar. Ama Munzur’un elindeki bakracın içinden yere dökülen sütün yerinden fışkıran sulardan oluşan ırmağın öte yaka-sına geçememişler. Bu sırada ellerini gök-yüzüne kaldıran Munzur: “Allah’ım sırrımı ifşa etme, beni yanına al” demiş. Sonunda dağın eteğindeki bir kayanın önüne gelmiş. Elindeki değnekle bakracı yere atıp Irmak kenarında bekleyenlerin gözleri önünde, ardından sadece çoban değneğini ve boş süt bakracını bırakıp kaybolmuş gözden. Böylece İnsan Munzur’un yittiği yerde, nehir Munzur doğmuştur.
Akarken kendine has bir nağme ile menendi bulunmayan bir ezgi seslendirip insanın ruhunu okşayan Munzur Suyu, geçtiği her yere bir canlılık getirmiş. Yemyeşil bir yaşam sunmuş sevenlerine. Renk renk çiçeklere can vermiş. Envai çeşit ağaç bit-meye başlamış Munzur’un kıyısında. Gölgesinde huzura erişmiş insanlar. Munzur’un türküsünü dillendirmek için uçurumlarda çağlayanlar oluşmuş. Emekçi ve erdemli çoban Munzur’un sevgisi, gönüllere akıp dillerde ululanarak varmış günümüze. Ve dünya var oldukça hep yaşayacaktır, Munzur’un öyküsü.
Kendine özgü bir edayla usul usul akıp giden bu kutsal su, Tunceli’nin kent merkezindeki Munzur Köprüsü’nün alt tarafındaki gölde Harçik Suyu ile birleşerek Fırat’a doğru yol alır. Bu gölde Munzur ile birleşen Harçik Suyu’nun da bir öyküsü dolaşır durur dillerde: 
Söylenceye göre İskender-i Zülkarneyn’in Ab-ı Hayat’ı aradığı Bingöl Dağları’ndan doğar Harçik Suyu. Bingöl Dağları’nda Ab-ı Hayat’ın olduğunu öğrenen İskender, yanına İlyas ile Hızır’ı da alarak askerleriyle birlikte Bingöl Dağları’nda ölümsüzlük suyunu aramaya gider. Bu dağlarda günlerce ölümsüzlük suyunu (Ab-ı Hayat) arar dururlar. Ancak Bingöl Dağları’nda o kadar çok su kaynağı vardır ki, bunlardan hangisinin Ab-ı Hayat olduğunu bilmek olanaksızdı. Aramalar çok uzun zaman devam eder. O kadar uzun sürer ki askerler bitap düşer, yürüyemez olurlar. Askerler yürüyemez duruma gelince onlardan ayrılan Hızır ile İlyas, ormanda gezerlerken karşılaştıkları kekliklerden iki tanesini vururlar. Keklikleri kesip tüylerini yolduktan sonra terkilerine koyarlar. Karşılaştıkları ilk pınarda keklikleri yıkamak isterler. Keklikleri suya batırarak yıkamak isteyen Hızır ile İlyas, kekliklerin canlanarak uçtuklarına tanık olurlar. Aradıkları Ab-ı Hayat’ı bulduklarına kanaat getiren Hızır ile İlyas bu sudan içerek ölümsüzleşirler. İşte onların içerek ölümsüzleştikleri Ab-ı Hayat’ın, Munzur Suyu ile birleşip Fırat’a doğru yol alan Harçik Suyu olduğu söylenmektedir.

BİZİM MUNZUR

Tam kırk gözeden çıkıyor
Bizim Munzur, bizim Munzur
Her gönle mekik dokuyor
Bizim Munzur, bizim Munzur

Çağırırım Munzur Munzur
Dolar içime bir huzur
Her bir yerde hazır nazır
Bizim Munzur, bizim Munzur

Bütün Dersim’i dolaşır
Dostlara bir bir ulaşır
Kahrımızı hep o taşır
Bizim Munzur, bizim Munzur

Dersim’i yaratan sensin
Sılayı aratan sensin
Dostluğu öğreten sensin
Bizim Munzur, bizim Munzur

Sessizce akıp gidensin
Dertlilere derman sensin
Mazluma yardım edensin
Bizim Munzur, bizim Munzur

Uyumaz bizi beklersin
Bağrına basar saklarsın
Arada gelip yoklarsın
Bizim Munzur, bizim Munzur

Dolaşıyor köy kasaba
Hikmeti gelmez hesaba
Merhaba sana merhaba
Bizim Munzur, bizim Munzur

Dersimliye kucak açtın
Önder olup ışık saçtın
Dertlilere sen ilaçtın
Bizim Munzur, bizim Munzur

Sen üstattın biz çıraktık
Seni orda tek bıraktık
Sonra dönüp ağıt yaktık
Bizim Munzur, bizim Munzur

Bahar gelende coşarsın
Durmadan engel aşarsın
Her bir gönülde yaşarsın
Bizim Munzur, bizim Munzur

Zor geliyor gurbet bana
Ağlıyorum yana yana
Hayranî hayrandır sana
Bizim Munzur, bizim Munzur

MUNZUR DAĞI

Ünün yayılmıştır, bütün cihana.
Mevlâ’m, seni korusun Munzur Dağı.
Sözüm var, mutlaka gelirim sana.
Hele yollar kurusun, Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Bozuk, şu dünyanın düzeni bozuk.
Sen dertli, ben dertli bağrımız ezik.
Sakın engel olma, onlara yazık.
Yol ver gençler yürüsün, Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Hep böyle gitmez kış biter, yaz gelir.
Nice methetsem de yine az gelir.
Kim ne derse desin, bana vız gelir.
Sen, gönlümün yârisin Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Güneş, her gün önce sana doğuyor.
Daha kış gelmeden, yüzün soğuyor.
Sanki bütün karlar, sana yağıyor.
Dur, karların erisin Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Dostluğa açılan kollar, bizimdir.
Kök salıp yeşeren dallar, bizimdir
Sana çıkan bütün yollar, bizimdir.
Varsın, duman bürüsün Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Yüzün ak, başın dik semâya bakar.
Dört bir yanın lâle, sümbül, gül kokar.
Bağrından, yürekli yiğitler çıkar.
Sanki harman yerisin Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Sen, orada kimi, neyi beklersin?
Gece gündüz demez bizi yoklarsın,
Bazen âşık, bazen kaçak saklarsın.
Sen, bizlerden birisin Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Hiddetlenip katma, tozu dumana.
Her şey açık, gerek yoktur gümâna.
Kapatma önünü, yol ver çobana.
Bırak, gütsün sürüsün Munzur Dağı. 
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

Gün, batıp üstüne gölge inende.
Oğlun ile kızın semah dönende.
Bırak şu Sefil Hayranî, sinende,
Toprak olup çürüsün, Munzur Dağı.
Sen, dağların pirisin Munzur Dağı.

SEFİL HAYRANİ / MEHMET KORKMAZ
 
Bugün 54 ziyaretçi (74 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol