BİZİM KADINIMIZ
Şehirlerarası bir otobüs yolculuğu sırasında yanımdaki koltuğa oturan Güneydoğulu bir vatandaşla tanıştım. Otuz beşinde ya var ya yoktu Güneydoğulu. Hazan mevsiminde esintiye kapılarak savrulan kurumuş yaprak gibiydi. Rengi solmuş, gözleri çukura inmiş, avurtları çökmüştü. Kemikleri sayılacak kadar zayıftı. Terör belası yüzünden yerini yurdunu terk ederek Adana’nın kenar mahallelerinden birine yerleşmişti. Altı çocuğunun olduğunu öğrendim. Bunun üzerine:
-Bu yaşta bu kadar çocuk fazla değil mi?
-Vallah fazladır begim. Ama ne yapalım...
-Nasıl besleyeceksin onları?
-Onları veren Allah rızkını da verir, dedi.
-Sen durmadan çocuk yapıp ortaya salacaksın. Onlara gerekli eğitimi vermeyeceksin, onların geleceğini güvence altına almaya çalışmayacaksın, Allah onların rızkını verecek ve onlar karınlarını doyurup yaşamlarını sürdürecekler. Öyle mi?
-Evet...
-Nasıl olur bu?
-Biz on kardeşiz, iki de bacımız var (Bacılarını kardeşten saymadığı için onların sayısını ayrıca söyleme gereği duyuyor). Şükürler olsun hepimiz büyüdük bu günlere geldik. Açlıktan ölenimiz de olmadı...
- Açlıktan ölmemek demek hayatı yaşıyorsun anlamına gelmez.
- Doğrudur begim.
- Ne iş yapıyorsun?
- Belli bir işim yok her işte çalışırım, der.
- Sürekli iş bulabiliyor musun?
- Bir gün çalışır on gün boş gezeriz...
- Sen şimdi kendini karnı tok mu sayıyorsun?
Nerde dercesine başını sağa sola sallar.
- Çocuklarının her ihtiyacını karşılayabiliyor musun?
- Ne arar begim. Bırak çoluk çocuğun ehtiyacını karşılamayı, iş bulamayıp kuru ekmeğe talim ettigimiz günlerin sayısını bilmiyorum.
- Anne-baba olmak demek, çocuk yapıp ortaya salmak demek değildir. Bu dünyaya gelmelerine neden olduğun o çocukları okutup geleceklerini güvence altına almak baba olarak senin görevin değil mi?
- Orası öyle…
- Hem senin bu yaptıkların sadece çocuklarına zarar vermekle kalmıyor. En az çocukların kadar zarar gören biri daha var.
-O da kimmiş?
- Kim olabilir sence?
-Bilmem ki...
-Çocuklarının annesi...
-Benim hanım mı?
-Evet.
- (Gülerek) Onun zararı ne ki?
- Bir duvar düşün, sen o duvardan durmadan tuğla çekip alırsan günün birinde o duvar yıkılmaz mı?
-Yıkılır helbet.
-İşte bu duvar misali, bir kadın ne kadar çok doğum yaparsa bedeni o kadar çok zarar görür. Doğumlar onu yıpratır, güçsüz bırakır, halsiz düşürür. Peki, yazık günah değil mi o kadına? Senin, ona bunları yapmaya hakkın var mı? Eğer böyle devam ederse yarın öbür gün senin hanımın hastalıktan başını alamaz olur. Hem o hastalıkla mecalleşecek, hem de sen onu doktor doktor gezdirip para dökeceksin. Gerçi sen doktora da götürmezsin.
-Neden?
-Çünkü onu doktora götürecek para yok sende.
- Vallahi dedigin doğru begim. Hanım hasta, yatıyor.
- Peki, onun hastalığı devam ederse çocuklarına kim bakacak? Bunu düşündün mü hiç?
- Onun başını bekleyecek degilim ya begim. Hastalığı devam ederse ikinciyi alırım…
- Buna kesin kararlısın yani?
- Elbette…
- Evlilik ne zaman peki?
-Arıyorum. Münasip birini bulur bulmaz hemen evlenirim.
- Ya o da hastalanırsa?
- O zaman üçüncü, dördüncü hanım…
- Olur mu üç-dört kadın?
- Kuran’da yeri var begim…
- Yani bir erkeğe dört kadın?
- Elbette…
- Peki, bir kadına kaç erkek düşer acaba?
- Ne yapıyorsun begim? Tövbe tövbe Allah’ın kelâmına karşı mı geliyorsun sen? Dinsizler söylerler bu gibi şeyleri. Sen dinsiz misin yoksa?
- Doğruyu söylemek dinsizlik ise evet ben dinsizim.
- Ben dinsizlerle aynı koltukta oturmam diyerek yanımdan kalktı bir başka koltuğa oturdu.
*
Siz bir yandan; “Cennet, anaların ayağı altındadır” diyerek kadını sözde yüceltmeye çalışacaksınız, öte yandan; “Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksiniz” diyerek ona hakaret edeceksiniz. Bir yandan; “Ana gibi yar olmaz” diyeceksiniz, öte yandan ana dediğiniz o kadına mirasta erkeğin yarısı kadar hak tanıyacaksınız. İki kadının tanıklığını bir erkeğin tanıklığına eşit sayacaksınız.
Bir erkeğe dört kadın düşer diyeceksiniz;
-“Peki, bir kadına kaç erkek düşer? diye soranları dinden çıkmış sayacaksınız.
“Cennete giden her erkeğe kırk huri verilir” diyeceksiniz;
-“Peki, cennete giden her kadına kaç gılman (cennet delikanlısı) verilir? diye soranları dinsizlikle itham edeceksiniz.
O kadınlar ki anamız, kardeşimiz, eşimiz, kızımız olan kadınlar. O kadınlar ki bizi iki adım geride izlemelerini istediğimiz kadınlarımız. O Kadınlar ki, kendilerine hep ikinci sınıf insan muamelesini reva gördüğümüz kadınlar.
Aman Allah’ım bu ne yaman bir çelişki.
-Peki, kim inanacak sizin bu söylediklerinize? Acaba siz kendiniz inanıyor musunuz kendi söylediklerinize?
Edebiyat öğretmeni kızım Zeynep Enhar, bir şiirinde şöyle diyor:
“Umut yüklüydü bulutlar,
Gelip gözlerime takıldıklarında
Gözyaşı oldular.
Hasreti yük ettim sırtıma,
Boynunu büken gelincik misali,
Kök verdim çorak topraklarda
Ölüp gittiğimde gözlerimi dünyada bıraktım.
Çünkü gözüm kaldı mutluluklarda…”
Evet...
Umut yüklüdür bizim kadınımız.
Hasret bir yüktür onların sırtında.
Çorak topraklarda kök salan gelincik misali boynu büküktür kadınımızın.
Yüreğinin yangınını gözyaşıyla söndürmeye çalışır.
Umutları birer gemidir, fırtınalı ruhlarında yüzen.
Gerçeğin aralanmış kapısında acılar denizinin mutsuz kaptanlarıdır onlar.
Ruhlarının karanlığındaki ufukları aydınlatan güneşe sarılmak istedikçe gecenin zifiri karanlığı sarar bedenini, kadınımızın.
Sevdaları da umutları gibi hep saklıdır kalplerinin derinliklerinde.
Onlar açığa vurmazlar, vuramazlar sevdalarını.
Güneş yüzü görmemiştir, karanlık geceyi aydınlatan dolunayın kuytu karanlığında gizlenen aşkları.
Gem vurulmuştur, duygularına onların.
Kimselere açıklayamazlar hislerini. Ayıpsanır çevrelerinde çünkü.
Onlar çok iyi biliyorlar ki açıklanan her sır, çekilen her gizli sevda, yaşanan her füsunlu aşk günün birinde yüzlerine vurulacaktır bir şamar gibi... Namuslarına sürülecektir kara bir leke gibi.
Fahişeye çıkacaktır adları.
İşte bu nedenledir ki sevdalanamaz bizim kadınımız.
Sevdasını çektiği kişi kocası da olsa.
Âşık olamaz onlar.
Çünkü böyle bir hakları yoktur onların.
Âşık oldukları kişi anneleri de olsa.
Kadınımız özlem duyamaz yarınlara.
Çünkü kurtaramamıştır kendini dünün karanlık kıskacından.
Çünkü sevdalarına kelepçe, aşklarına pranga vurulmuştur onların.
Siz biliyor muydunuz kadınımızın öldüğünde hep gözü açık gittiğini?
Bilemezsiniz tabi...
Ancak yaşayanlar bilir onu.
Evet.
Kadınımız öldüğünde hep gözü açık gider.
Çünkü hüsrana uğramıştır umutları…
Çünkü töre engeline takılmıştır, sevdaları…
Çünkü aşklarına zincir vurulmuştur onların…
Çünkü yaşayamamıştır sevdayı…
Çünkü tadamamıştır aşkı…
Çünkü gözü kalmıştır mutluluklarda…
Mehmet KORKMAZ
Emekli Eğitimci