MEHMET METİNER'E YANIT


MEHMET METİNER: “TAVRIMIZ YEZİD’DEN YANADIR.”


AKP’li Mehmet Metiner, A Haber’de katıldığı canlı yayın programında; “Hüseyin ile Yezid karşı karşıya geldiğinde bizim tavrımız, Yezid’den yanadır” demiş. 
Ben, Mehmet Metiner’in bu sözlerini yadırgamıyorum. Zira Yezid’in torunu olduğu kendi beyanıyla sabittir. Bir torunun, dedesinden yana tavır alacağını söylemesinden daha doğal ne olabilir? 
Biri bana, “Hz. Hüseyin ile Yezid’in savaşında kimden yana tavır alırsın?” diye sorsalar, Hz. Hüseyin’den yana tavır alacağımı söylerim. Çünkü ben de Hüseyin’in torunuyum. Benim, dedem Hz. Hüseyin’den yana tavır almam ne kadar doğal ise Mehmet Metiner’in de dedesi Yezid’den yana tavır alması o kadar doğaldır. Bunda yadırganacak bir durum görmüyorum.

MEHMET METİNER: “DERSİM'DE KATLEDEN ZİHNİYET, CHP ZİHNİYETİDİR.”
Aynı Metiner katıldığı bir başka televizyon programında da; "Ey Alevi kardeşim seni yok sayan zihniyet, Cumhuriyet Halk Partisi zihniyetidir. Seni Dersim'de katleden zihniyet, Cumhuriyet Halk Partisi zihniyetidir.” demiş.
Bana göre bu söylem de doğrudur. Ama Mehmet Metiner’in göz ardı ettiği bir detay vardır. Dersim Katliamı’nın gerçekleştiği dönemde ülkede CHP’den başka bir parti var mıydı? Hayır. Tek parti vardı. O da CHP idi. Yani bir başka partinin varlığı söz konusu değildi. Öyle, “Dersim'de katleden zihniyet, CHP zihniyetidir.” deyip kenara çekilemezsin. Çünkü senin kendileriyle gurur duyduğunu ve onların yolundan yürüdüğünü söylediğin kişiler de vardı, o dönemin CHP’sinin içinde. 
-Kimdi bunlar?
İşte onlardan birkaçı; "Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar" diyen dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Dersim’e karşı saldırıyı onaylayarak İkinci Tunceli Harekâtı (2 Ocak - 7 Ağustos 1938)’nı başlatan Başbakan Celal Bayar (25 Ekim 1937- 25 Ocak 1939), Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak, Refik Koraltan, Fuat Köprülü vb. 
CHP’yi savunmak bana düşmüyor. Çünkü ben CHP’nin avukatı değilim. Burada CHP’nin elbette suçu vardır. Ama CHP ne kadar suçlu ise o dönem CHP içinde yer alan DP kurucuları, dinciler ve diğer unsurlar da o kadar suçludur. Kaldı ki Dersim Katliamı’nın II. Harekâtı, Celal Bayar’ın başbakanlığı dönemdedir(25 Ekim 1937- 25 Ocak 1939).
 
                 *
Burada Oral Çalışlar’ın 29/11/2011 tarihli yazısıyla durumu daha da netleştirmek istiyorum.

“Celal Bayar: İnönü, Dersim Harekâtı için görevden alındı.
"İnönü 25 Ekim'de görevden alınmış, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım'da idam edilmiştir. Asıl büyük katliam, Bayar'ın başbakanlık günlerinde gerçekleştirilecekti."
İsmet İnönü’nün 25 Ekim 1937’de Atatürk tarafından başbakanlıktan alınması ve yerine Celal Bayar’ın getirilmesine ilişkin anlatılanları, hiç inandırıcı bulmamıştım. Cemil Koçak, Hakan Erdem ve Mehmet Alkan’ın A Haber’de sunduğu “Eski Defterler”de Dersim tartışılırken, program konuğu Mimar Sinan öğretim üyesi Şükrü Aslan ilginç bir anıya işaret etti. 
Şükrü Aslan’ın dikkat çektiği bilgi, Cüneyt Arcayürek’in “Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler (8)”, başlıklı kitabında yer almıştı... Arcayürek, Demirel’in, Bayar’dan dinlediği bir anıyı naklediyor: “Atatürk ve Mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden, Celal Bayar’a sormuşlar; ‘Yapar mısın?’ Celal Bey bize anlattıydı. ‘Yaparım’ demiş. Girişmişler. İsmet Paşa’da bir parça Kürt kanı vardı. Erdal Bey de bir iki kez ‘Bizde biraz Kürt kanı vardır’ dedi.”( Bilgi Yayınevi, s. 81) 
Demirel’in aktardığı bu anı, meseleyi tamamen aydınlatıyor ve diğer bildiklerimizle de örtüşüyor. 
Belgeleri karıştırırken, İnönü’nün başbakanlıktan ayrılmadan önce Meclis’te yaptığı bir Dersim konuşmasına rastlamış ve o konuşmadan bir bölümü aktarmıştım. O konuşmayı Celal Bayar’ın verdiği bilgiler ışığında yeniden okudum. 
İnönü’nün başbakanlık görevinden alındığı tarih 25 Ekim 1937. Meclis’teki konuşması ise 18 Eylül 1937 tarihli. “Arkadaşlar, (...) Şimdi size, Tunceli’ndeki vaziyetin bu günkü halini arz etmek isterim. Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretten müşevvik ve sergerde ne kadar adamlar varsa bunlar reisleriyle beraber faaliyet imkânından tamamen mahrum bırakılmışlardır. Altı aşiretten birinin reisleri imha edilmiş ve diğerlerinin reislerinin hepsi yakalanmış, adalete teslim edilmiştir... Cumhuriyet ordusu ve zabıtası, bu hadise esnasında yaptığı takiblerde, hurafa olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştanbaşa geçmişlerdir. “ 
İnönü, “sorun çözüldü” anlamına gelen bir şekilde konuşmasını sürdürür: “Arkadaşlar; mukavemet vaziyetini bertaraf ettikten sonra halkının refah ve serbestisi için takib edilen programa devam ediyoruz.” 
Kısacası, İnönü, Meclis konuşmasında, “Dersim konusu halledilmiştir, artık üzerine varılacak bir şey kalmamıştır” demek istiyor. Celal Bayar’ın başbakanlığa getirilmesinde gözetilen hedefin, Dersim’deki harekâtın sürdürülmesi olduğunun bizzat Bayar’dan aktarılmasının ışığında baktığımızda, İnönü’nün bu konuşması yeniden anlam kazanıyor.
İnönü’nün belirttiği gibi, Seyit Rıza ve oğulları yakalanmış, 1937 harekâtı tamamlanmış, (onun ifadesiyle) “Dersim ele geçirilmişti.” 
Şu noktayı da dikkatten kaçırmayalım: İnönü 25 Ekim’de görevden alınmış, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım’da idam edilmiştir. Birkaç gün sonra bölgeye incelemelerde bulunmaya giden Atatürk, Fevzi Çakmak ve Celal Bayar, o dönemin müfettiş raporlarında da anlatıldığı gibi, köklü bir asimilasyon ve tedib hareketinin gerekli olduğu inancı içindeydiler. Köyler kasabalar yok edilecek, bir büyük sürgün hazırlanacaktı... 
Asıl katliam, Bayar’ın başbakanlık günlerinde gerçekleştirilecekti. İnönü, Meclis’te yaptığı konuşmada, askerin zayiatını ve öldürülen Dersimlilerin sayılarını açıklıyor: “Bir subay, 28 er şehit.. İsyana iştirak edenlerden 265 maktul(ölü), 27 yakalanmış ve müsademe (çatışma) esnasında 849 kişi teslim olmuştur.” 
Başbakan Erdoğan’ın verdiği rakamlar ise, harekâtın 1938’de tamamlanmasından sonrasına ilişkin bilgi veren nitelikte. Bu rakamlar, 11 binden fazla Dersimlinin öldürüldüğünü, 13 binden fazlasının da sürgüne gönderildiğini ortaya koyuyor. Katliamın gerçek boyutlarının bundan çok daha geniş olduğu açıkça ortada. 
Bu bağlamda ilginç olan nokta, İnönü’nün tasfiyesi ve Bayar’ın başbakan yapılmasıyla yeni bir döneme geçilmiş olması. Buna bizzat karar verenin Atatürk olduğu da bir tarihsel gerçek... 
Diyor Oral Çalışlar.
               *
Oral Çalışlar’ın yukarıdaki yazısında da anlaşılacağı üzere 1937'deki I. Dersim Harekâtı’ndan Atatürk cumhurbaşkanı, İsmet İnönü de başbakan olarak doğrudan sorumludur. Ancak 1938'deki II. Dersim Harekâtı’ndan, daha doğrusu harekâtın oluşum biçiminden hem Atatürk hem de de İnönü “doğrudan” sorumlu değildir. Çünkü o sırada Atatürk hastadır. İnönü ise Atatürk tarafından başbakanlıktan alınmıştır. 25 Ekim 1937'de I. Celal Bayar Hükümeti kurulmuştur, başka bir ifadeyle II. Dersim Harekâtı sırasında başbakan İsmet İnönü değil Celal Bayar'dır.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. 
-Dersim’de bir katliam olmuş mudur?
-Evet, olmuştur.
Bu katliamda Atatürk ve İsmet İnönü ne kadar sorumluysa Celal Bayar da, Adnan Menderes de, Fevzi Çakmak ve isimlerini sayamadığım onlarca kişi de bir o kadar sorumludur.
Olayda binlerce, hatta on binlerce insan katledilmiştir. Burada katledilenler, bazı kesimlerin özellikle öne sürdükleri gibi isyancılar değildi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, anne karnındaki ceninler de mi isyancıydı? 
İşin başka bir boyutu daha var. Bu nasıl bir isyandır ki bir taraftan yaklaşık 100 kişi civarında asker ölürken, karşı taraftan çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden on binlerce sivil halk öldürülüyor? Böyle bir isyan hangi kitapta vardır?
Kısaca Dersim Katliamı’nda; günümüzdeki siyasi partilerin kökenlerinin dayandığı herkesin, eli kanlıdır. Kimse tek sorumlu olarak gösterilemez. Biri diğerinden az ya da çok suçlu değil. Suç ortak işlenmiştir. Bu suça iştirak edenlerin hepsi aynı derecede sorumludur. Herkesin bunu iyi bilmesi gerekir.

ALEVİ DEDELERİNİN, ALEVİ KÖYLERİNDE AYİN YAPMALARI

Bir televizyon programında; “Alevi dedelerinin Alevi köylerinde ‘ayin' yapmalarını suç sayan Cumhuriyet Halk Partisi zihniyetidir.” demiş. Bu kesinlikle doğru değil. Alevilerin ibadeti, Cumhuriyet Dönemi’nde değil, Mehmet Metiner’in ecdatları olan Osmanlılar tarafından yasaklanmıştır. Benim o malum zata naçizane bir tavsiyem olacaktır. Herhangi bir konu hakkında beyanat vermeden önce o konuyu iyi araştırıp genel bilgiler edinmeden konuşmasın. 
Öncelikle âyin ya da ritüel ne demektir, ona bir göz atalım. Âyinin genel olarak önceden saptanmış kimi kurallara göre yapılan dinsel törenler olduğunu belirtmekte yarar vardır. Âyinlerde genel olarak simgelerden ve tanrısal kavramlardan yararlanılır. Ayin, çoğunlukla ‘Çoktanrıcılık’ ya da ‘Politeizm’ olarak bilinen dinlerin tapınaklarında, özel giysilerle ve kimi dinlerde özel makyajlarla yapılır. Yanlış bir kanı olarak daha çok Hristiyanlığa atfedilse de Mevlevî Âyin-i Şerîfi örneğinde görüldüğü gibi Türk Tasavvuf terimlerinde de yer almaktadır. Yani Alevilerin yaptıkları ayin değil, ibadettir. İbadetle ayin’i biri birine karıştırmamak gerekir.
Alevilerin kendi inançları gereği yaptıkları ibadetler, Mehmet Metiner’in ve onun gibi düşünenlerin ecdatları olan Osmanlı tarafından yasaklandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Aleviler, bu yasaktan ötürü ibadetlerini gizli yapmaya başladılar. Alevi ibadetlerinin eksiksiz olarak yerine getirilmesi için Cem Töreni’nde on iki kişi görevlendirilir. Buna ‘12 Hizmet’ denir. Bu hizmetlerden biri de ‘Gözcülük’tür. Görev itibariyle Ebuzer Gaffari’nin temsilcisi olarak kabul edilir. Rehberin yardımcısıdır. Cem’in sükûnet içinde geçmesiyle görevlidir. Bir anlamda Cem’in bekçisidir. 
Bu hizmete neden gerek görülmüştür? Osmanlı, ibadetlerini yasaklayınca Aleviler de bunu gizli yapmak zorunda kaldılar. Ancak çevresindekiler tarafından ihbar edildiler. İhbar edilince de Cem ibadetinin yapıldığı yere baskınlar düzenlenip orada bulunanlar derdest edilip zindanlara atılırdı. Buna engel olunmak için Cem ibadeti başlamadan önce bir gözcü seçilir. Dışarıdan herhangi bir tehlike gören ya da sezen Gözcü, hemen Cem’i yöneten Mürşit’e haber verir. O da gerekli önlemleri alır. Şu konuya da değinmekte yarar vardır: Cemlerde genellikle aydınlatıcı olarak mum kullanılır. Bunun nedeni de korkudur. Mum ışığı, lamba ışığına göre daha loş olduğu için dışarıdan bakılınca içeride kimlerin bulunduğunu net olarak görmek mümkün değil. Böylece ihbarlar ve baskınlar daha aza indirilmiş olurdu.
Bu nedenlerden ötürü aydınlatma aracı olarak mum kullanılınca da emeli kirli, sapık fikirli, düne özlem duyan gericiler, ‘mum söndü’ bühtanını yaymaya başladılar. Mum söndü olayında, ‘bacı-kardeş birlikte olurlarmış’ diye bir yalan uydurulmuş ve Alevilere karşı karalama harekâtı başlatılmıştır. Bu, hangi dine, hangi mezhebe, hangi inanca ve hangi insanlığa sığar. Bu şekilde düşünenleri yadırgadığımı ve insan olarak görmediğimi de belirtmek istiyorum. Şimdi soruyorum; herkesi aynı değerde gören, saygının ve hoşgörünün yoğunluklu olarak yaşandığı Alevilik’te mi ‘mum söndü’ olayı olma olasılığı daha yüksek, yoksa ‘Annemin eteğinin diz üstünde olması beni tahrik ediyor.’ Ya da ‘Ben altı yaşındaki kızımı bile kucağıma aldığım zaman tahrik oluyorum.’ diyen bir zihniyette mi mum söndü olayının yaşanma olasılığı daha yüksek olur? Bunun takdirini sizlere bırakıyorum.

CEM EVLERİ Mİ TERÖR YUVASIDIR? YOKSA…
Gelelim Mehmet Metiner’in son iftirasına: “Cem Evleri Terör Yuvası’dır” demiş. Bunun için öncelikle ülkemizde yaşanan ve insanlık adına utanç verici bazı olaylara göz atmakta yarar vardır;

YER: KAHRAMANMARAŞ. 
Tarih; 22 Aralık 1978. Günlerden Cuma. 
Kahraman Maraş Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız, nam-ı diğer Kara İmam, "Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır" diyerek cemaate, Alevilerin öldürülmesi gerektiğini telkin ediyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, "Allah için Alevileri, gâvurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun" diyorlardı.
Ve
Cuma’dan çıkan cami cemaati sokaklara Alevi avına çıktı. Kanlı olaylar başladı.
19 Aralık-26 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş'ta Kürt-Alevilere yönelik olarak gerçekleştirilen katliamlar sırasında 150 Alevi öldürüldü. Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi.

YER: ELAZIĞ
Tarih;12 Eylül 1978. Günlerden Cuma.
Cumadan çıkan cami cemaati tarafından tekbirlerle başlatılıp 6 Aralık 1978 gününe kadar aralıklarla devam eden kanlı olaylar sırasında 90’ın üzerinde Alevi katledildi, yüzlercesi yaralandı. 

YER: ÇORUM. 
Tarih; 28 Mayıs 1980. Günlerden Çarşamba.
 Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan gruplar, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın, Kana Kan, İntikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçerler. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya başlar. Cadde üzerinde bulunan ve Alevilere ve solculara ait iş yerleri tahrip edilmeye, yakılıp yıkılmaya başlanır. 
Tarih; 29 Mayıs 1980. Günlerden Perşembe.
Cadde ve sokaklarda yürüyüşler, “Kana Kan, İntikam” sloganlarıyla devam etmiştir. İş yerlerinin yağmalanması, tahrip edilmesi ve yakılması sürdürülmüştür.
Tarih; 30 Mayıs 1980. Günlerden Cuma.
Cumadan çıkan cami cemaatinin, Alevi Mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesi’ne saldırması üzerine Mayıs-Temmuz- 1980 ayları arasında yaşanan olaylar sırasında çoğu Alevi olmak üzere resmi kaynaklara göre 57 sol görüşlü yurttaş yaşamını yitirirken yüzlercesi yaralandı.  

YER: MALATYA. 
Tarih; 17 Nisan 1978. Günlerden Salı.
17 Nisan 1978 tarihinde ‘Hamido’ lakaplı Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun, posta paketiyle gönderilen bir bombanın infilak etmesi sonucunda başlayan olaylarda camiden çıkan cami cemaatinin katıldığı sağcı militan grubun öncülük edip kışkırtarak sokağa dökme başarısını elde ettiği ortaçağ özlemcisi, beyni küflü gerici yobazlar, ellerindeki sopalarla Alevilere ait ev, işyeri ve araçları tahrip ederek, kundaklayarak, yağmalayarak maddi zarar verirken, öte yandan da ellerindeki silahlarla kadın-erkek, yaşlı-genç, büyük -küçük ayrımı yapmaksızın rast gele taramaya başladılar. 
17 Nisan 1978 akşamı başlayan saldırı, tahrip ve silahlı çatışma; 20 Nisan akşamına kadar sürdü. Olaylar, ancak üç gün içinde kontrol altına alınabildi. Bu süre içinde 8 kişi ölmüş, 20'si ağır olmak üzere 100 kişi yaralanmış, 100 işyeri ve konut tamamen olmak üzere, toplam 960 işyeri ve konut tahrip edilmiştir. Olaylar sırasında onlarca oto da zarar görmüştür. 

YER: SİVAS. 
Tarih; 3 Eylül 1978. Günlerden Pazar. Şeker Bayramı arifesi.
Alibaba Mahallesi’nde iki çocuğun kavgasıyla ateş alıyor, olayın fitili. Bunun akabinde sergilemiş oldukları çirkinlikleri savunacak cesaretleri bulunmadığı ve tanınmaktan korktukları için yüzlerini maskelerle gizleyen geçmişi karanlık, emelleri kirli faşistler, önce kavga etmekte olan iki çocuğu ayırmaya çalışan yaşlı bir Alevi’yi adamakıllı hırpaladıktan sonra: “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın”; “Müslüman Türkiye”; “Komünistler Moskova’ya” ve “Milli Devlet Güçlü İktidar” vb. sloganlar atarak saldırıya geçiyorlar. Önceden planlanan saldırı için hazırlıklar yapılmış ve hatta Sivas dışından kente güç getirtilmişti.
Yozgat’tan gönderilen askeri komando taburu gelip kent sokaklarına hâkim olduktan sonra silah sesleri, ancak gece yarısına doğru susmaya başladı. Devlet, kentte kontrolü yeniden ele geçirmiştir. Sokağa çıkma yasağı konur. Günün bilançosu 5 ölü, 50 yaralı... 
Tarih 4 Eylül 1980. Günlerden Pazartesi. Şeker Bayramı’nın ilk günü.
Bayram namazı yine kışkırtma ortamı olarak kullanılır. ”Komünistler, Kızılbaşlar Kardeşlerimizi Öldürdü.” gibi çarpıcı sözler anlatılır. İntikam yeminleri ettirilir. Ardından ”Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” çığlıkları yükselir. Ümmet-i Muhammed, Komünist ve Kızılbaşlara karşı kutsal savaşa çağırılır. Bu çağrılar mahallelerde de yapılır. Öğle saatlerinde yeni saldırılar için kitle desteği sağlanır. Ardından Alevilerin bulundukları mahalleler  kuşatılmaya başlanır. En yoğun saldırı, Alibaba üzerine denenir. 3-4 gün süren bu olaylar, 12 kişinin yaşamına mal olmuştu. Ölenlerin bir bölümü saldırganlardandı. 

Tarih; 2 Temmuz 1993. Günlerden Cuma.
Cuma namazının ardından çıkan cami cemaati tarafından IV. Pir Sultan Abdal Etkinlikleri’ne katılmak üzere Sivas’a gelen sanatçı, yazar, çizerin kaldığı Madımak Oteli ateşe verilir. Olayda 33 can diri diri yanarak yaşamını yitirir. 
Şimdi gerçek dindarları tenzih ederek soruyorum: “Cem Evleri mi terör yuvası, yoksa Camiler mi?”
 Yukarıdaki olaylarda görüldüğü üzere kendileri gibi düşünmediği, kendisi gibi inanmadığı, kendisi gibi camiye gidip namaz kılmadığı, oruç tutmadığı için horlanan, dışlanan, ezilen, dövülen, işkenceye tabi tutulan ve katledilen insanların sayısı yüz binlerle telaffuz edilir noktaya ulaşmıştır. Hem de devlet adına, devlet eliyle. Hem de padişahların fermanları, kadıların fetvalarıyla. Hem de Müslümanlık adına. Bu mudur Müslümanlığınız? Bu mudur insanlığınız?
Bu tür katliamlarla doludur, tarih sayfaları. Hem de devlet tarafından tutulan vakanüvisler tarafından kaleme alınan tarihlerde yazılıdır, bütün bunlar. 
Peki, Nesimi’nin yüzülüşünü silebilir misiniz tarih sayfalarından? Perdeleyebilir misiniz Bedreddin’in asılışını, Pir Sultan’ın dara çekilişini?  Hallaç’ın boynuna yağlı kement geçirmedik, Kerbelâ Vakası diye bir olay yaşanmadı diyebilir misiniz? Sivas-Madımak Oteli’ni ateşe verip 33 kişiyi diri diri yakmadık diyebilir misiniz?
Cem evlerine ‘terör yuvası’ diyen bu şahsa diyorum ki; Alevilerin Cem Evleri’nde tekbir getirerek insan yakmak öğretilmiyor. Alevilerin Cem Evleri’nde hamile kadınları, körpe çocukları kurşuna dizmek öğretilmiyor. Alevilerin Cem Evleri’nde ‘yedi insanı öldüren cennetlik olur’ diye vaaz verilmiyor. Alevilerin Cem Evleri’nde 6 yaşındaki kız çocuğuna nikâh düşer diye fetva verilmiyor. Alevilerin Cem Evleri’nde, annesinin dizinden tahrik olmak gibi bir şey de yoktur. 
Terör yuvası diye bahsettiğin o Cem Evleri’nde dostluktan, kardeşlikten, hoşgörüden, birlikten ve insana sevgi göstermekten bahsedilir. Orada insanlar; Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Gâvur-Müslüman diye ayrılmıyor. Oraya giren herkes, herkese kardeş gözüyle bakar. Kimse kimseden tahrik olmuyor. Biz Aleviler, insanı insan olduğu için severiz. Dini, dili, ırkı, mezhebi, rengi ne olursa olsun bizim için hiç önemli değil. Bizde önemli olan insanlıktır. Gerisi teferruattır. Bizde insan olan herkese saygı duyulur. Biz Cem Evleri’nde insanı öğreniyoruz, insanlığı öğretiyoruz. 
Buyurun gelin size de insanlığı öğretelim, Mehmet Metiner…
                                                                                       
                                                                                   Mehmet KORKMAZ
                                                                           Emekli Eğitimci, Yazar, Şair
 
 
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol