TİAMAT





       TİAMAT

Babil mitolojisine göre Tuzlu su-tanrıçasıdır. Tatlı su-tanrı Apsu/ Abzu ile birlikte evrenin ilk varlıklarıdır. Babillerin Enuma Eniş (Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanelerinde evrenin bomboş olduğu bir ön zamanda bu iki varlığın bulunduğundan söz eder. Evren, bütün tanrılar ve insanlar bu iki varlığın birlikteliği sonrasında meydana gelmiştir. Tatlı ve tuzlu suların birleşmesinden başlangıçta Lakmu adı verilen erkek yılan ile Lakamu adlı dişi yılan Lakamu doğuyor. Bunların birlikteliklerinden de Anşar (Gök) ve Kişar (Toprak) meydana geliyor. Tanrılar ve insanlar işte bu gökle yerin birleşmesi sonucunda doğmuş oluyorlar. 

Mezopotamya Babil ve Sümer mitolojilerindeki tarih öncesi çağlara ait bir Canavar/Tanrıça olarak bilinen Tiamat, Babil ve Akad mitolojilerinde genellikle okyanus tanrıçası olarak bilinir. Yunan mitolojisinde yer alan Okeanos ile aynı varlık sayılabilir. Tiamat, henüz hiç bir şey yokken, sonsuz boşlukta var olan tek şeydir. Evrenin, cennetlerin ve cehennemlerin, yer ve gökyüzünün kaynağını oluşturur. En eski metin olarak kabul edilen Enuma Eliş’e göre tatlı suların efendisi Abzu/Apsu’yla yaşadığı birliktelik sonrasında yeni tanrılar doğurmuştur. Ki bu Hellen mitinde Okeanos ve Tethys’in evliliği anlatısının Mezopotamya’daki kökenini oluşturur.

Lakin Enuma Eliş’de Tiamat’a ilişkin iki mit bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre Tiamat, tatlı ve tuzlu suların birlikteliğinin, bir başka ifadeyle bir anlamda evrende mevcut olan farklılıkların bir arada yaşayabilmesinin mümessilidir. İkinci ve çok daha mistik olan mite göre Tiamat, Kaos’un efendisidir. Bu bağlamda bu tanrıça, Mezopotamya mitolojilerinde görülen ilkel, ilk Kaos’un nedenini oluşturur.

Tanrıların düşüşünü ve aralarında meydana gelen ilk yabancılaşmayı, başka birçok dinde karşılaşılan büyük tanrılar ile genç tanrılar arasında meydana gelen savaşları konu edinen hikâyelere benzer bir öyküyle aktaran Babil'in yaratılış destanı Enuma Eliş’e göre evrensel boşlukta başlangıçta Apsu adlı erkek dev ile Tiamat adlı dişi dev vardır. Bu iki devin birlikteliği sonrasında Lakmu adlı erkek yılan ile Lakamu adlı dişi yılan doğmuş. Yılanların yaşadıkları birliktelik sonrasında da Anşar adlı gökyüzü tanrısı ile Kişar adlı yeryüzü tanrısı dünyaya gelmiş. Bu ikisinin birlikteliği sonrasında Anum, Enlil ve Ea doğmuştur. Böylece evrendeki sükûnetin yerini gürültü almaya başlamış. Sakin bir ortamda yaşamaya alışık olan Apsu ile Tiamat bu gürültüden rahatsızlık duymaya başlamışlar. Bunun üzerine Apsu, yarattıklarının tamamını ortadan kaldırmayı kararlaştırmıştır. Çocuklarının yok olmasını istemeyen Tiamat, bu karara şiddetle karşı çıkmış. Ancak bu karşı çıkış bir işe yaramamış. Çünkü Apsu’yu kararından vazgeçirememiş. Büyükbabasını bu kararından vaz geçirmenin mümkün olmadığını sezen Ea, yaptığı büyüyle Apsu’yu ortadan kaldırmış. Kocasının yok oluşundan son derece üzüntü duyan ve bir o kadar da hiddetlenen Tiamat, canavarlardan oluşan bir ordu kurarak intikam almak ve tanrıların tamamını ortadan kaldırmak istemiş. Tiamat, akrep adamlar, kentaurlar ve başka korkunç yaratıklardan oluşturduğu demon adlı bu ordunun başına da korkunç dev Kingu'yu komutan olarak getirmiş ve tüm yetkileri onun eline vermiş. Önce korkudan titremeye başlayan Tanrılar, sonra çaresizlik içinde kendilerini savunmayı kararlaştırmışlar. Bu savaş sırasında önce Anum, ardından da Ea, savaşı yönetmişler. Ancak ikisi de başarılı olamamış. Korkup kaçmışlar.

Lakmu ve Lakamu Gaga tarafından anlatılanları dinlerler, ardından İgigi denilen cennet ruhları acı çekerken, ağıtlar yakmış ve “Ne değişti de Tiamat kendi çocuklarına düşman kesildi. Onun yaptıklarını anlamak mümkün değil.” derler.

Yüce tanrıların tamamı hazırlanıp Anşar’a gitmişler Konsey odasında birbirlerine sarılıp öpüştükten sonra yemek yemeye ve susam şarabı içmeye başlamışlar. Böylece neşelenip rahatladıktan sonra Marduk’un kaderini belirlemeye karar vermişler. Ardından Marduk’a giderler.

Marduk, Tiamat'la baş edemeyeceklerinin farkına varınca son çare olarak kendisine başvuran tanrılara; “Beni bütün tanrıların başkanı yapar ve tüm yetkileri bana devrederseniz önerinizi kabul ederim.” demiş. Onu hepsinin üzerinde bir prens olarak yücelten Tanrılar; “Tüm yüce tanrılar arasında sen en yücesin. Emrin Anu’nun emri olsun. Bundan sonra yükselme ve indirme gücüne sahip olacaksın. Hiçbir tanrı senin otoriteni tartışmayacak. Sen Marduk, intikamcımız, sana tüm evren üzerinde hâkimiyet veriyoruz. Silahın her zaman karşı konulmaz olacak. İsyan çıkaran tanrıları yok et ama sana güvenenlerin canlarını bağışla.” demişler.

Hemen sonrasında Marduk’un önüne bir örtü seren tanrılar; “Ağzını aç ve emir sözleri söyle ki bu örtü yok olsun. Tekrar söyle ki örtü geri gelsin.” demişler.

Ağzını açan Marduk’un bir şeyler mırıldanmasından sonra ortadan yok olan örtü, Marduk’un yeniden bir şeyler söylemesiyle tekrar geri gelir. Bunun üzerine tanrıların tamamı neşeyle eğilip; “Kral Marduk!” diye bağırmaya başlamışlar.

Sonra, başta kraliyet asası, kraliyet tahtı ve kraliyet nişanı olmak üzere düşmanlarını alt edeceği karşı konulmaz silahını Marduk’a vererek, “Marduk, artık gidip Tiamat’ı öldürebilirsin. Bırak rüzgârlar, onun kanını taşısın gizli yerlere.” demişler.

İşte tanrılar Marduk’un yazgısını böyle kararlaştırmışlar. Böylece huzur ve refah yolu onun için hazırlanmış. Tiamat ve onun ordularıyla savaşmaya da hazırmış artık. Başını eğip ok kılıfını takmış, omzuna bir mızrak bağlamış ve sağ eline de bir sopa aldıktan sonra önüne bir yıldırım düşürerek bedenini ateşle doldurmuş. Anu tarafından düşmanlarını yakalayacağı ve kaçışlarına engel olacağı bir ağı kendisine sunulan Marduk; kötülük rüzgârı, kontrol edilemeyen rüzgâr, kum fırtınası, girdap, dört katlı rüzgâr, yedi katlı rüzgâr ve eşsiz rüzgâr olmak üzere yedi rüzgâr yaratmış. Yarattığı yedi rüzgârın tamamı onun arkasından gitmiş. Ardından güçlü yıldırım okunu kavramış ve düşmanları mağlup edip ayaklarının altında ezmek için dört hızlı ve tehlikeli at tarafından çekilen fırtına arabasına atlamış. Atların benekli ağızlarının içinde köpek dişleri mevcutmuş. Kafasının üzerinde bir ışık yanan ve üstünde bir korku cüppesi bulunan Marduk’’un arabası hareket etmeye başlayınca tanrılar arkasına takılmışlar. Bir araya gelen yüce tanrılar onun izini takip ederek savaşa doğru yol almaya başlamışlar.

Neticede Tiamat’ın gizli mağarasına yaklaşan Marduk, Tiamat’ın eşi Kingu’ya bir şeyler anlattığını görünce bir an için duraksamış. Marduk’un peşinden gelen tanrılar, Marduk’un tereddütlü olduğunu görünce üzülmeye başlamışlar.

Kafasını hiç çevirmeden söylenmeye devam eden Tiamat; “Sen Marduk, senin tanrıların lideri olarak ilerleyişinden asla korkmuyorum. Benim dostlarım burada toplandı ve senin dostlarından daha güçlüdür.” diyerek sürekli lanetler yağdırıyormuş.

Kolunu kaldırıp korkunç yıldırım okunu kavrayan Marduk, Tiamat’a hitaben; “Sen kendi kendini yücelttin ve öfkeli kötü kalbinle nefret ettiğin yüce tanrılara ve babalarına savaş açmaya hazırlandın. Kingu’ya, Anu’nun kader yazma gücünü verdin. Çünkü sen iyi olan şeylere ve günahkâr olanları sevmeye düşmansın. Bütün güçlerini bir araya topla ve silahlanarak savaşa gel.” demiş.

Bu güçlü ve ağır sözleri duyduktan sonra çılgınca bağırıp küplere binen Tiamat, her yeri titretmiş ve dudaklarından bir büyü dökülüvermiş. Bunun üzerine tanrılar, silahlarını kavramaya başlamışlar.

Tiamat ile Marduk çarpışmak için ilerleyip savaş için hazırlanmaya başlamışlar. Marduk, yüce tanrıların efendisi Anu tarafından kendisine verilen ağı sererek ejderhayı tuzağa düşürüp açmasına engel olmuş. Marduk, on iki kilometre genişliğindeki ağzını açan Tiamat’a vurmak için kötülük rüzgârını çağırmış. Rüzgâra, Tiamat’ın ağzının açık kalmasını sağlaması için gerekeni yapmasını emretmiş. Böylece Tiamat, asla ağzını kapatamayacakmış. Savaş alanına akın eden fırtına ve kasırgaların tamamı Tiamat’ın bedenini kaplamaya başlamışlar. Kalbi zayıflamaya başlayan Tiamat, güçlükle nefes almış ve sonunda mağlup olmuş. Ardından yüce tanrıların efendisi tarafından Tiamat’ın bedeninin alt kısmına fırlatılan mızrak, kötü tanrıçanın iç organlarını parçalayarak kalbini bölmüş. Ve böylece öldürülmüş.

Marduk, ölü ejderhanın gövdesini devirip üzerine oturunca Tiamat’ın yanında yer alan kötü tanrılar dehşete kapılıp kaçmaya başlamışlar. Ancak başarılı olamamışlar. Zira Marduk, büyük ağıyla tamamını yakalamış. Hepsi birden bağırmaya başlayınca bütün dünya feryatla çınlamış. Kötü tanrıların silahlarını parçalayıp onları esir alan yüce tanrıların efendisi, sonra Tiamat tarafından yaratılan yaratıklara saldırıp onları güçlerinden ayırarak ayakları altında ezmiş.

Kingu ve ordularını fazla zorlanmadan mağlup eden Marduk, Tiamat’ı yani Kozmos'u ikiye ayırır. İkiye böldüğü kozmosun bir yarısını gökyüzüne yerleştiren Marduk, kendisi ve öteki tanrılar için bir saray yaptırır. Evrenin örgütlenmesini ve kozmosun yaratılışını tamamlayan Marduk, fiziksel dünyayı meydana getirdikten sonra, insanı yaratmaya başlar. İnsanı, kendisine ve öteki tanrılara hizmet etmesi amacıyla yaratmıştır. Bunun içindir ki,  insanın başlıca görevi, tanrılara kurban sunmak ve tapınaklarda çalışmaktır. Ancak ne ilginçtir ki Marduk insanları, Kingu'nun kanından yaratmıştır. 

Babil'in yeraltı tanrıları, en iyi durumda müphem sayılabilecek özellikler sergiler. Karanlıkların kraliçesi olan Ereşkigal, başlangıçta bir gökyüzü tanrıçasıdır. Kur adlı canavar tarafından zorla kaçırılarak Ölüler Ülkesi’ne indirilir. Orada Kur'un eşi olarak tahta çıkar. Tahtını, aslında bir güneş tanrısı ve Enlil'in oğlu olan Nergal ile paylaşır. Silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanan korkunç Nergal, Ölüler Ülkesi (Yeraltı Dünyası)’ne iner ve Ereşkigal'i yok etmekle tehdit eder. Yok olmaktan korkan Ereşkigal, ondan kurtulabilmek için onunla evlenmeyi kabul eder. Bunların ikisi de yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır. Bunun yanı sıra ikisi de ikircikli özelliklerini; hem işlerinde (Nergal aynı zamanda İyileştirici Tanrı’dır) hem de Ölüler Ülkesi’ne düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde sergilemektedirler. Yıldızların Tanrıçası İştar (Sümer-İnanna)’ın kız kardeşi olan Ereşkigal, onun kökteşidir. Böyle olunca da İştar'ın Ölüler Ülkesi’ne inişine ilişkin ünlü mit, bu ilişkiyi doğrular niteliktedir. İştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden ötürü Ölüler Ülkesi’ne iner. Ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi Ereşkigal'in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yok edeceğinden korkar. Ölüler Ülkesi’ne inmesi için yedi kapıdan geçmesi gerekir. Geçtiği her kapıdan kendisini karşılayan bir demon, onun giysilerinden bir parça soyar. Neticede çırılçıplak bir biçimde ve dizlerinin üzerinde, kız kardeşi Ereşkigal ile birlikte Yeraltı Dünyası’nın en korkunç yedi yargıcı Annunaki'nin huzuruna getirilir. Annunaki’nin, ölüm dolu bakışlarını üzerinde topladığı İştar’ın bedeni bir cesede dönüşür ve ceset bir direğe asılır. İştar’ın ölümü, tüm yeryüzündeki dölünün kesilmesine neden olur. Neticede İştar, Enki'nin yardımıyla yeniden canlanır. Ancak Ölüler Ülkesi’nde geçerli olan bir kurala göre İştar’ın, yerine bir kurban bırakmadan yaşama geri dönmesi mümkün değildir. İştar, sonunda yukarıya geri döner. Ancak geri döndüğü zaman kocası çoban Tammuz'un yaşadığı Kullab'a gider. Kocası Temmuz, onun yasını tutmak yerine hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. Bunun üzerine ona ölümün gözü’yle bakan İştar, onu asla dönmeyeceği ölüler âleminin demonlarına teslim eder. Burada yalnızca ölümün hüküm sürdüğü bir yer olmayan Cehennem, Aşk ve doğurganlık tanrıçasını esir aldığında, dünyada kuraklık ve kısırlığa da neden olabilen bir güçtür.

Genel olarak tanrılardan daha az saygınlığa ve daha az güce sahip ikincil derecedeki düşman ruhları olan Mezopotamya demonları, kimi zaman Tiamat'ın neslinden geldikleri söylense de çoğunlukla üst-tanrı Anum'un çocukları şeklinde kabul görür. Ürküntü veren Anunnakiler, cehennemde bulunan ölülerin gardiyanları konumundadırlar. Etimmu mutsuz ölenlerin hayaleti konumundadır. Utukku çöllerde ya da mezarlarda yaşardı. Bunların dışındaki kötü ruhlar, salgın hastalıkların demonları, karabasanların demonları, baş ağrısı demonları, fırtınaların demonları (Pazuzu) ve çeşitli hastalıkların demonları olmak üzere birkaç gruba ayrılırlar. Lilitu, bunların en korkunçlarından biridir. Gece karanlığında dolaşıp succubus olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, zayıf, cılız, biçimsiz ve kocasız bir umutsuzluk bakiresi’dir. Her iki elinde birer yılan taşıyan ve çoğunlukla bir köpek ya da bir domuz eşliğinde dolaşan Labartu, çocuklara, annelere ve dadılara saldırırdı. Bunların kötü etkilerinden korunmak amacıyla muskalardan, efsunlardan, demon kovma dualarından ve öteki büyü çeşitlerinden yararlanan insanlar, özellikle kendi koruyucu tanrılarına itinayla ibadette bulunup onların sevgisini kazanmaya çaba gösterirlerdi.

Mehmet KORKMAZ



 
Bugün 63 ziyaretçi (84 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol