BAYRAM BENİN NEYİME
BAYRAM BENİM NEYİME




Ölüm kadar olmasa da yaşamın soğuk yüzlerinden biridir ayrılık.Ama başa gelince soğuk da olsa yaşamak zorunda kalıyor insan. Acılarını gömersin içine sonra bir gülümseme maskesi asarsın yüzüne. Herkes seni mutlu zanneder. Oysa içine gömdüğün o acılar depreştikçe sen kıvranırsın usul usul.Yakar o acıların kor ateşi yüreğini. Tutuşur yüreğin, yangın yerine dönüşür.Sen o yangını içine akıttığın gözyaşlarınla söndürmeye çalışırsın. Bir karanlık sarar ruhunu. Sen, senin ruhunu saran o karanlıktan kurtuluş yollarını aramaya başlarsın. Güneşe sarılmak istersin. Ama sen güneşe sarılmak istedikçe zifiri karanlıklar sarar bedenini. Yüzünü güldürmeye çabaladıkça farkında olmadan kalbini ağlatırsın hep. Hani Fransız yazar Montaigne; “Papatyalara koşarken ezilen çiçeklerin farkına varamıyoruz” diyor ya. İşte tıpkı onun gibi bir şey.Bir şeyi elde etmek için neleri kaybettiğinin farkında değil insanoğlu.
Acımasızdır yaşam. Sert kayalarla haşin dalgalar arasında parçalamaya mahkûm eder seni. Ellerine kelepçe, ayaklarına pranga takar senin.Pembelerle donanmış ruhundaki hayalî mutlu dünyanı esarete mahkûm eder. Düş kuramazsın, umut besleyemezsin yarınlara dair. Acılar denizi senin tek adresin olur. Sen orada mutsuz bir kaptan olursun ancak. Tıpkı benim gibi.
Sürgün gittiğim Kastamonu-Araç-Recepbey Köyü İlkokulu’nda üçüncü yılımı çalışıyorum. Tek başınayım orada. Çocuklarım Tunceli’de ben Kastamonu’da duçar edilmişiz ayrılığa. Onlarla birlikte yaşamın sert kayaları ile hırçın denizin haşin dalgaları arasında parçalanmaya mahkûm edilmişiz. Şimdi edebiyat öğretmeni olan büyük çocuğum ortaokul talebesiydi o zamanlar. Bulunduğum yerde ortaokul olmadığı için bir türlü aldıramıyorum yanıma çocuklarımı. Ayrı ayrı diyarlarda yaşıyorduk. Onlar sılada ben gurbet elde. Onlar bana hasret ben onlara… Bayramlarda seyranlarda ancak görüşüp hasret giderebiliyoruz. Hatta kimi zaman o bile mümkün olmuyordu. Çünkü mali sıkıntılar içinde kıvranıyordum.Maaşım, tek gelirimizdi. O da yetmiyordu bize. Böyle olunca da bayramla seyranla pek işimiz olmazdı bizim…
Gittikçe yaklaşan bir dinsel bayram nedeniyle dokuz günlük bir bayram tatili vardı gündemde. Bu tatilin gelmesini dört gözle bekleyenler bu tatili nerede ve nasıl geçireceklerinin hayallerini kurarken ben kara kara düşünmekten öte bir şey yapamıyordum. Tatil istemeyen bir insan olur mu hiç?Ben istemiyordum. Çünkü dokuz günlük uzun bir tatili çocuklarımdan uzak tek başıma nasıl geçireceğimi düşünmek azap veriyordu bana. Yakıyordu içimi. Yangın yerine çeviriyordu kora dönüşen yüreğimi. Sevinemiyorum tatilin gelişine.Sevinmek bir yana üzülüyorum. Üzüntüden kahroluyordum. Çünkü dokuz günlük uzun bir tatilde dahi Tunceli’deki çocuklarımı ziyarete gidemiyordum. Çünkü neonlara küçücük bir hediye bile alacak kadar para var cebimde. Ne de onların yüzüne bakabilecek direnci bulabiliyordum kendimde. Yitip yok olmuştu umutlarım.Düşlerimin güneşi geleceğin kör ufkunda sönüp kaybolmuştu. Kara bir perde çekilmişti yaşamla aramıza. Bir sonraki bahara kalmıştı benim gibilerinin ekmeği olan umut.
Eli boş nasıl gidebilirdim çocuklarımın yanına. Hangi yüzle çıkabilirdim onların karşısına. Onlarla kucaklaşmak, koklaşmak, onları bağrıma basmak arzuların en büyüğüydü benim için. Ama onların karşısına eli boş çıkmak azap veriyordu bana. Bu azabı hem yaşatmamak hem de yaşamamak adına kelepçe vurdum arzularıma, gem taktım duygularıma, dizginledim sevincimi. Çünkü mecburdum bunları yapmaya. İşte bundan ötürü karar verdim bayramda hiçbir yere gitmemeye.
Peki, çocuklarıma küçük birer hediye alabilecek kadar bir para bulamaz mıydım birilerinden? Bulunurdu elbet. Hem de istediğimden daha fazlasını bulabilirdim. Sorun bulmakta değil, geri ödemekteydi. Çünkü birilerinden borç alacağım parayı geri ödemekte zorlanacaktım. Kendimi zaten gereğinden fazla sıkıyordum. Daha çok sıkıntıya girmek ve çocuklarımın boğazından daha fazla kısmak istemiyordum. Çocuklarıma harcadığım para miktarı zaten kısıtlıydı. Onu daha da kısmaya gönlüm razı olmadı. Geri ödemekte zorluk çekeceğim bir parayı almanın hiçbir anlamı yoktu. İşte bu nedenle kimselerden borç para almak istemedim.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Dokuz günlük bayram tatilinin arifesinde herkes sevdiklerine kavuşmak için yollara düşerken ben efkâr dağıtmak adına Kastamonu-Karabük kara yolu güzergâhında bulunan İğdir kasabasına gitmek üzere yola çıktım. Orada biraz oyalanıp ferahladıktan sonra akşam üzeri köyüme dönecektim. Yürüyorum ağır ağır adımlarla kasabaya doğru. ‘Keşke şimdi sılaya doğru yol alan bir otobüsün içinde olsaydım’ diyorum içimden. ‘Keşke kasaba yerine evime, çocuklarımın yanına gidebilseydim’ diyorum.
Bir ahhh çekiyorum ki derinden.
Ciğerlerim sökülüp geliyor yerinden.
Çakıllarla kaplı, dikenlerle bezeli bir yola benzeyen yaşamda çıyanların, engereklerin, akreplerin hepsi her zaman benim önüme çıkmak zorundalar mıydı? Hiç çıkmasalar olmaz mıydı? Ya da hiç olmazsa arada bir çıksalar n’olurdu sanki? Yakarıyorum ya önüme çıkmasınlar ya da arkamdan gelmesinler diye. Ama nafile. Olmuyor. Ne duyan var beni ne de dinleyen…Yalnızlığın kör karanlığında yaşıyorum adeta. Kasabaya inene değin o yalnızlığımın kör karanlığında o kadar çok yıldız kaydı ki  hayatımdan bilmiyorum sayısını.
İşte bu duygular içinde indiğim kasabada, ilk olarak komşu köyümüz Kıyıdibi’nin öğretmeni Halil Demir ile karşılaştım. Artvin’in Şavşat ilçesindendi kendisi. O da sürgün gelmişti, benim gibi. Aynı yıl ve aynı günlerde başlamıştık göreve. Çocukları henüz ilkokul çağında olduğu için orada göreve başladığının ikinci yılında yanına getirmişti onları. Köylerimiz çok yakın olduğu için özellikle hafta sonları sık sık gider gelirdik birbirimize.
Dokuz günlük bayram tatilinin arifesinde beni karşısında gören değerli dost, eşsiz insan Halil Öğretmen:
- Hayrola Mehmet Bey ne arıyorsun buralarda? Memlekete henüz gitmedin mi? dedi.
-Gitmedim… Gitmeyeceğim de, dedim.
-Neden?
-Öyle gerekiyor sayın hocam, dedim.
-Parasal sıkıntı yüzünden mi yoksa?
-Eh! Ona benzer bir şey.
Aramızda geçen bu kısa konuşmanın hemen ardından koluma giren Halil Öğretmen, beni tenha bir köşeye çekti. İtirazda bulunmama ve almamaya çalışmama rağmen cüzdanından çıkardığı bir miktar parayı kendi elleriyle paltomun cebine koydu. Sonra da:
-Hemen biletinizi alıyor ve memleketinize gidiyorsunuz. Bayramı çoluk-çocuğunuzla birlikte geçiriyorsunuz, dedi.
-Hocam teşekkür ederim bu inceliğiniz için. Ama benim bu parayı almam mümkün değil, dedim.
-Neden?
-Hocam bu parayı alıp memlekete gidecek olursam eğer bütün hesaplarım alt-üst olur. Zaten zar-zor yaşama tutunmaya çalışıyorum. Bu parayı da alırsam dengem hepten bozulur. Ben isteseydim sizden ya da köylülerin birinden para alabilirdim. Ama bu işin sonrası var. Benim, bu parayı mutlaka bir şeklide geri ödemem lazım. Benim gününde ödeyemeyeceğim ya da ödemede güçlük çekeceğim bir parayı almamın hiçbir anlamı olmaz. Onun için bu parayı alamam. N’olur mazur görün beni, dedim.
-Hocam, sizin böyle uzun bir tatili burada tek başınıza,çocuklarınızdan ayrı bir şekilde geçirmenize gönlüm razı olmaz. Memleketinize mutlaka gidecek ve bayramı çocuklarınızla birlikte geçireceksiniz, itiraz istemiyorum. Parayı geri ödeme konusuna gelince, işin o yanını hiç düşünmeyin.Eliniz ne zaman genişe çıkarsa o zaman ödersiniz. Hatta ödeyecek durumunuz olmazsa parayı ödemezsiniz. Annenizin sütü gibi helal olsun, dedi.
Duygulandım, gözlerim yaşardı. Halil Öğretmen ile sarıldık birbirimize. Israrı üzerine parayı almak zorunda kaldım. ‘Hoşça kal’ deyip ‘iyi bayramlar’ dileğinde bulunduktan sonra ayrıldım oradan. Köyüme döndüm. Valizi hazırladım. Köyün sosyal demokratlarından biri olan Girinti (İçgüveyi)Fikret’in Hüseyin adındaki oğlunun traktörüyle kasabaya gittim. Kasabaya vardığımda gün akşam olmak üzereydi. Güneş, günün son demlerini yaşıyordu.Mevsim kış olduğu için hava birazcık sertti. Kasabada kısa bir süre bekledikten sonra Kastamonu-Karabük arasında çalışan dolmuşlardan birine binerek Karabük’e doğru yola çıktım. Oradan da Ankara’ya geçecektim. Ama zihnim son derece karışık. Gitmekle-gitmemek arasında bocalayıp duruyorum. Karar veremiyorum bir türlü. Mantığımla duygularım çelişiyor birbiriyle. Duygularım, bayramı çocuklarımla birlikte geçirmemden yana. Ancak mantığım buna karşı çıkıyordu,‘Gitme’ diyordu bana. Duygularımdan yana karar verirsem bütün hesaplarım alt-üst olacak ve çektiğim sıkıntılar iki katına çıkacaktı. Mantığımdan yana karar verirsem kaybım maddi değil manevi olacaktı. ‘Doluya koyuyorum almıyor,boşa koyuyorum dolmuyor’ misali olayı zihninde tartışıp duruyorum. Nihayet,çocuklarından uzakta, onların hasretiyle yanıp tutuşan bir baba için çok zor olanı seçtim. Ve mantığımdan yana karar kılarak memlekete gitmekten vazgeçtim.İçinde yolculuk yaptığım seyir halindeki dolmuş henüz Karabük’e varmadan şoförüne:
-Kaptan valizimin birini İğdir’de unutmuşum. Geri dönmem gerekir.Beni uygun bir yerde indirir misiniz? dedim.
-Olur efendim…
Ben, valizimi alarak kaptanın, yolun sağ yanına çektiği dolmuştan indim.  İndiğim dolmuş Karabük’e doğru yola devam ederken ben, bir süre sonra karşı yönden gelen dolmuşa binerek Araç ilçesine geçtim. Halil Öğretmen benim memlekete gitmediğimden haberdar olmasın diye dokuz günlük tatil süresi boyunca Araç ilçe merkezinde ev kiralayan bekâr öğretmen arkadaşların yanında kaldım. Bayramı onlarla birlikte geçirdim. Bayram tatili süresince iki kez Tunceli’deki komşularımızdan birinin evinde bulunan telefon aracılığıyla eşim ve çocuklarımla görüşerek hasret gidermeye çalıştım.
Neticede dokuz günlük bayram tatili sona erdi ve ben görev yerime geri döndüm. Dokuz günlük bayram tatili süresince kimselere görünmemek için hep ilçe merkezinde kalmam nedeniyle köylülerim de tıpkı Halil Öğretmen gibi benim tatilde memlekete gittiğimi sanıyorlardı.
Kendisinden aldığım parayı geri vermek üzere tatil sonrasındaki ilk hafta sonunda Halil Öğretmen’in yanına gittim. Birlikte oturup hoşça vakit geçirdik gün boyunca. Tabi bu arada aldığım parayı iade ettim. Ama parayı kendisine verdiğim Halil Öğretmen:
-Bu parayı şimdi alacağımı düşünmüyorsun herhalde. Para kalsın sende. Şimdilik lazım değil bana. Hem, ben, hemen geri veresin diye de vermedim. Elin ne zaman genişe çıkarsa o zaman verirsin diyerek parayı almak istemedi.
Ancak ben:
-‘Memlekete gittiğimde babam biraz para yardımında bulundu. Onun için şimdilik sıkıntım yok. Siz paranızı alın. İleride gerekirse yine isterim’diyerek parayı verdim kendisine.



                                                 Mehmet KORKMAZ
                                                 Emekli Eğitimci

 
 
Bugün 7 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol