SONBAHAR NAM-I DİĞER HAZAN

 



     SONBAHAR, NAM-I DİĞER HAZAN

Sonbahar denilince insanların aklına hep bir mevsim adı gelir. Şairlere ve âşıklara hüznü çağrıştıran bir mevsimdir, sonbahar. Pembe hayallerin kurulmasıyla ayakların yere basmadığı bahar ve uçarı yaz mevsimleri sonrasında gelen sonbaharda ayaklar yeniden gerçeklerle temas etmeye başlar. Bir başka ifadeyle tekrar gerçeklerle yüz yüze geliriz. Sonbahar yolun sonunun göründüğü mevsimdir. Bütün sıkıntılar ve dertler bu dönemde birer birer baş gösterdiği için hazan, hüzün mevsimi oluverir. Hazan ve hüzün çiledaş iki sözcüktür. Sürekli birbirlerini çağrıştırırlar. Hazan denince hüzün, hüzün denince hazan gelir akıllara. Başka bir ifadeyle “ağır ağır çıkılan merdivende eteklerin güneş rengi bir yığın yaprak”la dolduğu bir mevsimdir hazan. Zatî; insana hayatın ölümlü olduğunu hatırlatan sonbahar için şöyle der; “Hazan ömrün bekâsı olmadığından alâmetdür”.

Sonbahar geldiğinde küf kokulu koyaklarda birikmeye başlayan sarı yapraklarla birlikte dallar da titrek bir sancının egemenliğine girmiştir artık. İnsana ürperti veren bu sarı yaprak birikintileriyle birlikte yeşilin saltanatı da nihayete ermiştir. Yemiş bahçelerinde artık sarının, grinin hükmünü görmek mümkündür.

“Sevda diyarında yel efil efil
      Gönül vurgun yemiş istemez kefil

      Gri hükümdar olmuş beyaz sersefil

      Yeşil kan ağlar, mor düşmüş tuzağa”

 

Ve sonrasında Bakî’nin yaz günlerinin ardından yaktığı ağıt mırıldanır dillerde:

“Nâm ü nişane kalmadı fasl-ı bahardan
      Düşdü çemende berg-i dıraht i’tibardan”

(Sonbaharın gelmesiyle baharın şan ve şöhretinden eser kalmadı. Çimenlikteki ağaçların yaprakları da itibar kaybına uğradı.)

Sonbahara pek yaklaşmak istemeyen şairler, adeta kaçarlar hazandan. Zira hazana soluk yüzlü renkler egemen olmuştur artık. Tıpkı sevgiliyle vuslatı gerçekleştiremeyen aşığın çektiği ıstırap nedeniyle sararan yüzüne benzer, hazan.

Sararan hatta biraz yakıcı yaz güneşi tarafından kızıla dönüştürülmüş gazellerin doldurduğu tabiat manzarası şairde sazlığı çağrıştırır:

“Ten-i zerdümde her tîrün olal’dan kana müstağrak
       Neyistândur ki peydâ eyledi fasl-ı hazân âteş


                                                       (Hayâlî Bey)

Sevgili tarafından atılan “tir-i müjgânlar” (kirpik okları), sarı benizli aşığa saplanmasından ötürü kana bulanmıştır. Hatta sevgili tarafından atılan oklar hazan mevsiminde sarıdan kırmızıya dönüşen kamışlığı çağrıştırır.

Hazan ki durmadan evrâkı sû-be-sû dökülür
      Hazinesinden eteklerle reng ü bû dökülür

Hazan” adlı gazelinde yer alan yukarıdaki beytinde sonbahar geldiğinde ağaç yapraklarının devamlı renk ve koku döktüğüne; yaprakların renklerinden ötürü hazineyi çağrıştırdığına değinerek Zâtî’den farklı bir şey düşünmediğini ortaya koyan Yahya Kemal “Mevsimler” adlı şiirinde sonbahar hakkındaki duygularını şöyle ifade eder:

Kopar sonbahar tellerinden
     Derinden, derinden, derinden
     Biten yazla başlar keder mûsıkîsi

Bu sahillerin seslenir her yerinden
     Derinden, derinden, derinden
     Hazin günlerin derbeder mûsıkîsi 

Anılarıyla yüzleşirken kanat çırpışın, cama vuruşun beyhude olduğunu, güllerin açmasının artık olanaklı olmadığını, öten kuşun bülbülden farklı bir kuş olduğunu ve esen rüzgârın farklı bir rüzgâr olduğunu söyleyen Cahit Sıtkı Tarancı, sonra şöyle çıkışır: 

“Ne istersiniz benden,
       Bilmem ki hâtıralar,
       Gelir gelmez sonbahar?”

Hâlbuki farklı bir pencereden baktığımız zaman daha çok anlamlar taşıdığını görmek mümkündür. Bana göre bilge olmaya aday bir insandır, sonbahar. Gördüklerinden ve yaşadıklarından dersler çıkarmaya çalışır. Eksiklerini baştan görebilme yetisine sahip olduğu için kolay kolay hata yapmaz. Ayağını yere sağlam basar. Tereddütlere mahal bırakmayacak kadar erdemlidir, artık. Yürürken ayağı taşa değdiğinde kusurun % 50’sinin kendi ayağında olduğunu bildiği için adımlarını daha dikkatli atar. Sorgulayıcıdır. Kritize etmekten zevk alır. Eleştirel bir yaşamın omurgasını oluşturmaya çaba sarf eder. Kara düzenle işi olmaz. Yaşamı, bilimsel verilerle dizayn etmeye çalışır.

Öğrenmeden duramaz. Bilmediklerini araştırır. Düşünmeden hareket etmez. Kimseyi taklit etmekten hoşlanmaz. Olaylara ve kişilere takılmaz. Özgür düşünmeye çalışır. ‘Ben şunu yaparsam ya da şöyle dersem el âlem ne der?’ diye bir endişesi yoktur. Çünkü her yaptığı hareketi ve her söylediği sözü tartmadan söylemez. Kendi değerini, insanların ona gösterdiği ilgiyle tartmaz. Naziktir, nezaket kurallarıyla uyum içinde çalışırlar. İnsancıl yönleri ağır basar. Karşısındaki insanlara değer verir ve düşüncelerini önemser. Duygularını oldukça yoğun yaşarlar. Başladıkları konuyu tamamlamadan bırakmaz ya da vaz geçmezler.  Yaptıkları işi son derece önemserler. Genelde her konuda bilgi sahibi oldukları için her türden insanlara hitap edebilir ve sevecen tavırlarıyla onları etkileyebilirler.  4 Haziran 2016

 

BEN HAZANIM
 
Ben hazanım hüzün bende.
Arıyorsan çözüm BENDE.
Söylenecek çok şey vardır.
Gizli kalsın sözüm BENDE.
 
Ben hazanım harap benim,
Ayaklarda turap benim,
Yıllardan beri yıllandım,
Aşk ehline şarap BENİM.
 
Ben hazanım figan bende,
Dermansız bir çıban bende,
Kurt, kuş ile oldum yâren,
Yazı benim, yaban BENDE.
 
Ben hazanım soğuk benim.
Çıkmaz sesim boğuk benim.
Dünyadaki tek mekânım,
Çınardaki koğuk, BENİM.
 
Ben hazanım rüzgâr bende
Baştan aşan efkâr bende
Sanki şeyda bülbül oldum
Feryat, figanla zâr BENDE

Ben hazanım, gazel benim.
Âleme baş güzel, benim.
Her türlü dermandan yoksun
Derdim vardır özel BENDE.
 
Ben hazanım elem bende.
Yazar levh-i kalem bende.
Sefil Hayranî ağlarken,
Gözyaşını silem BEN DE.
  

    Sefil HAYRANİ /Mehmet KORKMAZ
         Emekli Eğitimci, Şair, Araştırmacı Yazar


 
Bugün 59 ziyaretçi (72 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol