ÖĞRETMENLERİME
ÖĞRETMENLERİME;

Şimdilerde kar, tipi, fırtına, sel gibi yaşamı olumsuz kılan koşullar gündeme geldikçe ben, dalarım hayal âlemine. Yolculuğa çıkarım çocukluk günlerime doğru. Yeni baştan yaşarım o günleri.
İlkokulun birinci sınıfından beşinci sınıfına değin beş yıl süreyle, bulunduğumuz köyden yaklaşık bir saat uzaklıktaki köyde bulunan toprak damlı, ahırdan bozma okula giderdim. Başakçı Köyü İlkokulu’ydu burası.  
Yaşamı çekilmez kılıyordu, Doğu coğrafyasının karı çok, soğuğu bol, ömrü uzun karakışları. Durmadan yağan karlar nedeniyle günlerce kapalı kalırdı yollarımız. Geçit vermeyen şiddetli tipiler engel olurdu yaşamımıza. Can alıyordu, dondurucu soğuklar. Yaşam koşullarının bu yoğunluğu nedeniyle ya günlerce ayrı kalırdık okuldan ya da her gün ayrı birimizin babasının, amcasının gözetiminde gider gelirdik okula. Ancak haşin doğa olayları her zaman bu şansı tanımazdı bize. Dondurucu soğuklar, amansız tipiler kimi zaman okulda yakalardı bizi. İşte o zaman zor günlerin adamı çıkardı ortaya.
—Kimdi bu adam?
—Kim olabilirdi, canını bize siper eden öğretmenden başka?
Hemen önderlik ederdi, yol gösterirdi, yardımcı olurdu bize. Göndermezdi bizi köylerimize. Kendi elleriyle teslim ederdi, okulun bulunduğu köydeki evlere. Taksim ederdi üçer, beşer. Sonra da ya köyden birini gönderir ya da kendisi çıkardı yüksekçe bir tepeye. Tıpkı ilkel dönemlerdeki gibi bu yüksekçe tepeden bağırarak iletişim kurardı, köylülerimizle. Haber verirdi onlara: “Çocuklar emniyettedir. Merak etmeyin.” diye.
Gel de öpme bu insanın elini. Gel de saygı duyma, şükran sunma bu insana.
Yüceliğin simgesi değil mi, kendisi mum gibi eriyip yok olurken yeni filizler yeşerten öğretmen?
Resmin çizgilerinden daha derin değil mi öğretmenin belleğimizde çizdikleri?
Öğretmenin öğrettiği her harften daha mı engin, denizin enginliği?
Öğretmenin saçtığı ilim ışığından daha mı parlak, güneşin parlaklığı?
Öğretmenin yetiştirdiği fidandan daha mı evladır, bahçevanın gülü?
Var mı öğretmenin çizdiği yaşam yolumdan daha kutsal yol?
Öğretmenin önümüze koyduğu gelecekten daha mı kutsaldır, fosilleşmiş din bezirgânlarının sunduğu sahte cennetler?
29 kere 40 yıl kölesi olunacak öğretmenin alın terinden daha mı kutsaldır, Arap’ın zemzem suyu?
Çıkarcıların çamuruna saplanmış dünü karanlık satılık softaların karşısına dikilip geçit vermeyen aşılmaz bir engeldir, ışığı karanlığa egemen kılan öğretmen. 
Yoksa boşuna mıydı Kubilay’ın katledilmesi?
Korkulu bir düşten uyanırken yeniden umut dolu bir rüyaya yatmak gibidir, öğretmene ulaşabilmek.
Fırtınalı bir denizde can alıcı hırçın dalgalarla boğuşurken bir anda kendini huzurlu bir rıhtımda bulmak gibidir, öğretmenin yanında olmak.
Dimağı köhne örümcek ağıyla örülü olmadığından bağnazlığa geçit yoktur, onun felsefesinde.
Kavgadan ve savaştan değil, tüm engellemelere rağmen uğruna kan döküp can vererek yaşatmaya çalıştığı barıştan yanadır, benim öğretmenim.
İlim deryasının sönmez feneridir, özü irfanla yoğrulu olan öğretmenimin.
Sevgiyi öğreten onlar…
Saygıyı öğreten de…
Emeğiyle değer yaratan da onlar…
Onlar ki özünü işleyip şekil verdikleri yeni nesillere kanadın gerenler…
Onlar ki o neslin üstüne titreyen…
Onlar ki halkın özgürlük davasını kendi davası sayan… 
Onlar ki sevgide önder…
Onlar ki barışta önder…
Onlar ki yolcu ile yoldaş…
Onlar ki emekçiyle kardeş...
Onlar ki sırrını halkla bölüşen sırdaş…
Evet, yaşamın sırrını çözenler de onlar, yaşanılası güzel yarınları öğretenler de…
Güzellik diye sunulanların çirkin yüzlerini bizlere gösterenler de onlar.
İçimizdeki ilim meşalesini tutuşturanlar da…
Sevgileri kalbimizde domur domur dal verecek olanlar da onlar.
Diline diller kattığı halkının sorunlarına ortak olanlar da…
Ne onlarsız olur yaşam…
Ne de yaşam olur onlarsız…
*
Tüm insanların yaşamlarının bir ağaç gibi; tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine olması için savaşım verendir, benim öğretmenim. Bal almasını bilendir, çiçek olan her çocuktan. Onların öz yuvasıdır, kovan gibi işleyen her okul. Yükü, Lâlü gevherdir öğretmenimin.
Ufkumuzu karartan kelplere geçit vermez; ellerinde celpler, bileklerinde kelepçeler, ayaklarında prangalar eksik olmayan öğretmenim. Demir zincir vurulsa bile kalem düşmez onun elinden. 
O kalem ki kılıçtan keskin… 
O kalem ki düşmanın yüreğine korku salan…
Yaşam, dikenli bir yoldur. Çıyanlar, engerekler, akrepler kol gezinir o yolda. Bu engeller aşıldığı oranda mutlu olunur yaşamda. İşte bize bu engelleri birer birer aşmayı öğreten de siz. Mutlu yaşama giden kapıları aralayanlar da... Karanlıklarla savaşan birer nefer olmayı da, barış içinde özgürce yaşamayı hedef olarak önümüze koyan da sensin, benim sevgili öğretmenim.
Bize: “İnan yarınların aydınlığına. Dün bulamadığın şeyleri yarınlarda aramaya çalış” derdin. Dünün yarım kalmış sevdalarımızın, acıyla yoğrulmuş umutlarımızın devamı için hep aydınlık yarınları hedef gösterirdin bize. İsli bir lambanın loş ışığı-da aradık onları. Buluyorduk… Bulduk… Ama olmadı. Tam da onları yakalamak üzereyken darağacının yağlı kemendi geçirildi boynumuza. Demir kelepçenin halkaları sıktı bileklerimizi. Prangalar takıldı ayaklarımıza.
Yarınların aydınlığını görmemize engel olmak için siyah bantlar taktılar gözlerimize. Kör arının yuvasına çomak sokmuş gibiydik, aydınlık yarınlardan söz ederken. Biz; “aydınlık yarınlar” dedikçe kafalarında dünün köhne karanlıkları yuvalananlar, homurdanarak üşüştü başımıza. Isırdılar bizi birer birer.
Aman Allah’ım ne tehlikeli bir sözmüş şu “aydınlık yarınlar”? Bu kadar mı tehlikeli, bu kadar mı ürkütücüydü şu “aydınlık yarınlar”? Bu kadar tehlikeli olduğunu bildiğin halde neden öğrettin onu bize? Neydi bize kastın öğretmenim?
Ama varsın olsun. Fosilleşmiş din bezirgânlarının bize sunduğu sahte cennetlerden daha güzeldir, yaşanılası aydınlık yarınlar. Dünün kuytu karanlığındaki sahte cennetlerde yaşamaktan daha evlâdır, aydınlık yarınlar uğruna can vermek.
Siz bakmayın benim sitemlerime. Ben, memnunum halimden. Şikâyetim yoktur benim. Benimki sadece bir dost sitemi. Bilirsiniz dost dosta sitem eder kimi zaman. Sen benim dostumsun sevgili öğretmenim. Ben de senin... Yeter ki bir olsun gönüllerimiz. Çünkü bir olursa gönüller, çözülemeyecek müşkül kalmaz karşımızda. Çözeriz müşkülün hepisini... Boğarız karanlıkları... Yırtarız üstümüze giydirilmeye çalışılan kefeni... Birer birer doğarız, sancılı yarınların aydınlık şafağında. Gönlünü ferah tut sen, sevgili öğretmenim.
Sen benim gönlümün nadide çiçeği, gonca gülüsün.
Sen olmazsanız hazan yeli eser benim gönül bahçemde.
Baharın gülüne hasret kalır yüreğim.
Karanlık olur her yer.
Silinir gökyüzünden güneşin izi.
Sen olmazsan tane tane döker başaklar, umutlarımı kıraç topraklara.
Sensiz yaşayamam ben.
Sen su’sun kök salan umutlarımı yeşertecek.
Sen olmazsan gülümseme sadece bir maske gibi asılı kalır yüzümde.
Sevginin yerine acılar gömülür yüreğime. 
Sensiz yaşayamam ben...

Selam olsun; yapıtının hammaddesi insan olan öğretmenime…
Selam olsun; çevresini aydınlatmak adına bir mum gibi yanıp yok olanlara…
Selam size ey gönül dostları…

                      Mehmet KORKMAZ
                         Emekli Eğitimci
 
Bugün 61 ziyaretçi (81 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol