GÜZİDE'NİN RÜYASI
 GÜZİDE'NİN RÜYASI

Güneş batmış, her şeyin üstüne çöken akşamın ilk karanlığı giderek koyulaşmaya başlamış, sokaklardaki sesler duyulmaz olmuştu. Kendisinden gizli kaçarak köy meydanında toplanan arkadaşlarıyla birlikte oyun oynamaya giden ve gecenin ilerleyen saatine rağmen hâlâ eve gelmeyen beş yaşındaki erkek kardeşi Hamza’yı eve getirmek üzere Ayten, Ayfer ve Yeter adlarındaki kız kardeşleriyle birlikte köy meydanına giden Aslıhan, çok sevmesine rağmen elleriyle kaba etlerine birkaç tane vurduğu erkek kardeşi Hamza’yı kolundan yakaladığı gibi tutar evlerinin yolunu.
Tek erkek kardeşi Hamza’yı kolundan yakalayarak evlerine doğru yol alan Aslıhan, bir ara arkalarından aheste aheste yürüdükleri için giderek kendilerinden uzaklaşan kız kardeşlerine:
—Biraz acele edin kızlar. Baksanıza sokaklarda kimsecikler yok. Herkes evine çekilip kapısını kapatmış. Köyün azgın köpeklerinin sokakları işgal etmeleri an meselesi. Allah korusun, üstümüze bir saldırdılar mı parça parça ederler bizi,uyarısında bulunur.
Ablalarının uyarılarına kulak tıkayan kızlar, ayaklarını yerde sürüyüp toprakları tozutarak ilerliyorlardı ağır, ağır. Tam da bu sırada arka sokakların birinde bir köpek havlaması duydular. Bu sesi duyan üç kız kardeş korkuyla solladıkları ablalarını geride bırakarak koşa koşa eve vardılar. Köpek seslerini duymasından ötürü içini bir korku kaplayan Aslıhan da beş yaşındaki erkek kardeşi Hamza’yı sırtına alarak koşmaya başlar eve doğru. Küçük kardeşi Hamza’nın sırtına abandığı, boynuna sıkı sıkıya sarıldığı Aslıhan da yalpalaya yalpalaya ulaşır evine nihayet. Hemen indirir kardeşi Hamza’yı sırtından. Ablasının sırtından inen Hamza koşa koşa içeri girerken, ablası Aslıhan oturur evlerinin bahçe kapısının eşiğine. Karnı aç ve yemek hazır olmasına rağmen içeri girmek istemiyordu canı. Çünkü temizlikti, bulaşıktı, çamaşırdı, kardeşlerinin bakımıydı derken bir hayli yorgun düşmüştü, Aslıhan’ın gencecik bedeni. Hemen oracıkta, oturduğu yerde uyumak istiyordu. Ama acıdı kardeşlerine. Kalktı, oturduğu kapı eşiğinden girdi içeri. Kardeşlerini, ellerini- yüzlerini yıkamaları için lavaboya gönderirken, kendisi de sofrayı kurdu. Birlikte oturdular yer sofrasına, doyurdular karınlarını. Sonra bulaşıklarını yıkadılar, kapadılar kapılarını, girdiler yataklarına. Başladılar mışıl mışıl uyumaya.
Oldukça yoksuldu. O kadar yoksuldu ki köyde oturdukları ev bile başkalarına aitti. Çok fakirdi, ama bir o kadar da evine, çocuklarına bağlı, çalışkan ve dürüst biriydi babaları. “Durmuş”tu adı. Ama gözlerinin renginden ötürü köylüleri “Çakır” derlerdi ona. Kendi köylerine yaklaşık iki saat uzaklıktaki kasabada gece bekçiliği yapıyordu. Geceleri kasabada bekçilik yapan Çakır, gündüzleri de inşaatlarda işçi olarak çalışırdı. Üç-beş günde bir uğrardı köyüne. Köyüne eli boş gelmezdi asla. Her gelişinde mutlaka bir şeyler getirirdi çocuklarına. Kimseye muhtaç olmasınlar, gözleri başkalarının yediğinde içtiğinde kalmasın diye. Alın teriyle kazandığı parayı boş yere harcamayan, içkisi, kumarı hatta sigarası bile olmayan, karısına ve çocuklarına bakmaktan başka derdi bulunmayan, onların karınlarını doyurmaya, elinden geldiğince sırtlarına bir şeyler almaya çalışan dürüst bir insandı, babaları Çakır.
Anneleri Nazlı Kadın’ı sorarsanız o daha da iyiydi. Köyünde sevilen, sayılan, aranan, yardımsever bir kadındı. İçini kemirip duran bir derdi vardı, herkesin yardımına koşan, çevresinde bulunan insanlara elinden geldiğince iyilik yapmak için çırpınıp duran Nazlı Kadın’ın. Doğurduğu çocuklarının tamamı kız olduğu için çok üzülüyordu. Tıpkı, aynı dertle yüreği sızlayıp duran kocası Çakır gibi. Kendilerine bir erkek evlat vermesi için Tanrı’ya yalvarıp duruyorlardı ikisi de. Nazlı Kadın’ın dünyaya getirdiği yedi kızından ilk üçü küçük yaşta yaşamlarını yitirmiş, sonra da hayattaki en büyük kızı Aslıhan doğmuştu. Ondan sonra da Ayten, Ayfer adlarındaki kızları…
Bunlardan sonra erkek evlat olur umuduyla bir daha hamile kalan Nazlı Kadın, dokuz ay sonra yaptığı doğumda yine bir kız çocuğu getirir dünyaya. Buna oldukça üzülürler karı-koca. deyim yerindeyse bıçak açmıyordu ağızlarını. Dünyaya gelen bu kızlarına, son olsun umuduyla adını “Yeter” koydular. Bu son doğumun sonrasında çok uzaklarda “Oğlan veren” adında bir türbenin bulunduğunu öğrenir, Nazlı Kadın ile kocası Çakır. İnanışa göre adından da anlaşılacağı üzere bu türbe, erkek çocuğu olmayıp kendisini tavaf etmeye gelen çiftlere erkek çocuk verirmiş. Erkek çocuk özlemiyle yanıp tutuşan Nazlı Kadın ile kocası Çakır, kendi köylerinden çok uzaklarda bulunan “Oğlanveren Türbesi”ne gitmek üzere günün birinde düşerler yollara. Oldukça meşakkatli geçen birkaç günlük yolculuktan sonra nihayet varırlar adı geçen türbeye. Orada bir gece yattıktan ve dilek dileyip adaklarını adadıktan sonra tekrar aynı meşakkatli yollardan yürüyerek varırlar köylerine. Evlerine döndükten bir süre sonra hamile kalan Nazlı Kadın, dokuz aylık bir hamilelik süresinin ardından doğum yapar. Bu son doğumda nur topu gibi bir erkek çocuk doğurur. Genç yaşta ölen büyük babasının adına binaen “Hazma” koydular yeni doğan bebeğin adını.
Başta anne Nazlı Kadın ve kocası Çakır olmak üzere tüm ev halkı mutluluktan uçuyordu adeta. Dört köşe olmuşlardı sevinçten. Ama ne yazık ki bu sevinçleri yarıda kaldı. Mutluluklarına gölge düştü. Doğumun üçüncü günü anne Nazlı Kadın ateşler içinde kıvranmaya başlar. Çevresinde bulunan komşularının onu iyileştirmek adına çeşitli kocakarı ilaçları denemelerine, hocalara okutup üfletmelerine ve her yanını nazarlıklar ve muskalarla süslemelerine rağmen günden güne eriyen Nazlı Kadın, günün birinde başında nöbet tutan kızlarının gözleri önünde yitirir yaşamını.
Gözyaşları arasında annelerini toprağa verdikleri zaman kızlarının en büyüğü olan yeşil gözlü Aslıhan on bir; Ayten sekiz; Ayfer beş; en küçükleri olan Yeter de üç yaşındaydı henüz.
Annelerinin ölümü üzerine kalakaldılar ortada. Kimi kimseleri yoktu onlara bakacak, kol-kanat gerecek. Henüz birkaç günlük bir bebek olan Hamza’yı o günlerde doğum yapan kapı-komşuları Nazan Kadın emziriyordu, günde birkaç kez. Annelerinin ilk günlerinde kendilerine kol-kanat geren, yedirip içiren komşularının olağanüstü yakınlıkları azalmaya, hatta birkaç gün sonra tamamen kesilmeye başlayınca evin tüm yükü, beş kardeşin en büyüğü olan on bir yaşındaki yeşil gözlü Aslıhan’ın omuzlarına bindi. Küçük kardeşi Hamza’nın bezlerini, evdekilerin çamaşırlarını, bulaşıklarını o yıkıyor, evin temizliğini o yapıyordu. Henüz on bir yaşında olmasına rağmen temizlik yapmanın, bulaşık ve çamaşır yıkamanın, yemek yapmanın inceliklerini annesinden öğrendiği için fazla zorluk çekmiyordu.
 Ayten, Ayfer ve Yeter’in annelerini çok özlemelerine rağmen henüz hiçbir şeyin farkında olmayan küçük Hazma, sırtından aşağı inmek istemediği, eteğinin ucundan ayrılmadığı büyük ablası Aslıhan’ı anne olarak bellemişti. Hatta öteki ablaları onu kıskanmaya bile başlamışlardı, ablaları onu daha çok seviyor diye.
O gün yine doyasıya hoplayıp zıplamıştı, güneş batıp karanlık basmasına rağmen hâlâ köy meydanında arkadaşlarıyla birlikte oyuna devam eden Hazma. Büyük ablası Aslıhan başta olmak üzere öteki ablaları Ayten, Ayfer ve Yeter, akşamın karanlığının giderek koyulaşmasına rağmen hâlâ eve gelmeyen erkek kardeşleri Hamza’yı aramaya çıkmışlardı. Onu oyun oynarken bulan büyük ablası Aslıhan her zaman olduğu gibi eliyle yavaşça kaba etlerine birkaç tane vurduktan sonra kolundan tuttuğu Hamza’yı alıp eve götürürken yolda öteki kız kardeşleriyle karşılaşır ve hep birlikte eve dönerler.
Yemek vaktidir. Aslıhan sofrayı kurmaya hazırlanırken, ellerini ve ayaklarını yıkaması için lavaboya gönderdiği erkek kardeşi Hamza lavabodan:
—Aba diye seslenir.
—Ne var, ne istiyorsun yine? der büyük ablası.
—Su yok bakraçta. Neyle yıkayacağım ellerimi, ayaklarımı? der kardeşi Hazma.
Aslıhan öteki kız kardeşlerine:
—Kızlar, bakın evde su kalmamış. Bir çırpıda varın köy çeşmesine. Bir bakraç su alın gelin, der.
Öteki üç kız kardeş söz birliği yapmışcasına:
—Bu karanlıkta köy çeşmesine gidilir mi? Bu gece de yıkamayı versin elini, ayağını, derler.
—Size iş buyuranda kabahat, der ablaları Aslıhan.
Sonra sofrayı kurmadan bir su alıp geleyim diye düşünen Aslıhan, takar bakracı koluna, tutar köy çeşmesinin yolunu. Korka korka varır köy çeşmesine. Başlar bakracını doldurmaya. O, çeşmeden bakracını doldurmaya çalışırken, arkadan bir el uzanır ağzına doğru. Bir şey koklatır kendisine. Aslıhan geçer kendinden.
***
Aradan uzun zaman geçmesine rağmen köy çeşmesine su almaya giden ablaları Aslıhan’ın eve dönmemesi üzerine telaşa kapılan Ayten, Ayfer ve Yeter adlarındaki üç kız kardeş erkek kardeşleri Hamza’yı da yanlarına alarak koşarlar köy çeşmesine. Çeşmede görünürde kimsecikler yoktu. İyice çeşmeye yaklaştıklarında bakracın orada, çeşmede yalağın yanı başında durduğunu gördüler. Bakraç orada duruyordu ama ablaları görünmüyordu ortalarda.
Köyün her yanını aramalarına ve komşularına sormalarına rağmen ablalarının izine rastlamayan üç kız kardeş, köy muhtarı Himmet Dayı’nın evinde alırlar soluğu. Sonra, durumu kendisine anlattıkları köy muhtarı Himmet Dayı ile birlikte varırlar, köylerindeki Jandarma Karakolu’na. Durumdan haberdar ederler karakol komutanını. Hiç zaman yitirmeden bir yandan kızı aramaları için hemen devriye çıkaran karakol komutanı, öte yandan da çevre karakolları haberdar eder durumdan.
Ama nafile. Ne çıkarılan devriyelerden ne de kendilerine haber verilen çevre karakollardan olumlu bir yanıt alınır. Sanki yer yarılmış da Aslıhan içine gömülmüş gibiydi. Her yer aranmasına rağmen henüz izine rastlanmış değildi.
***
Öte yandan Aslıhan kendine geldiğinde bir yatağın içinde yattığını, yabancı bir evde tanımadığı insanların arasında bulunduğunu gördü. Bunun üzerine:
—Burası neresidir? Ben burada ne arıyorum? Kim getirdi beni buraya? diyerek art arda birkaç soru sorar yanındakilerine.
Yatağının hemen yanı başında ayakta duran genç:
—Korkma güzelim, bak ben yanındayım, der.
—Sen de kimsin?
—Tanımadın mı beni?
—Yüzün yabancı gelmiyor, ama çıkaramadım bir türlü…
—Ben Niyazi’yim. Köyünüzün karakolunda jandarmaydım.
—Tamam, hatırladım şimdi. Ama askerliğin bitmedi mi senin? Memleketine gitmedin mi sen? Hem ben burada ne arıyorum der, Aslıhan.
Niyazi:
—Askerliğim biteli bir hafta oldu. Ama gitmedim memleketime. Senin de gördüğün gibi buradayım hâlâ. Seni bekliyorum, ikimiz birlikte gideceğiz, der.
Evet. Aslıhanların köyündeki Jandarma Karakolu’nda askerlik görevini ifa eden Ankaralı Niyazi, âşıktı Aslıhan’a. Ta gördüğü ilk günden vurulmuştu yeşil gözlü, lüle lüle saçlı, selvi boylu Aslıhan’a. Bu sevdadan, tek çocuğu olduğu ailesine de söz etmişti. Gündüz hayallerini, gece düşlerini süslüyordu Aslıhan, Ankaralı jandarma eri Niyazi’nin. Onsuz duramıyordu. Bana haramdır, onsuz yaşam derdi arkadaşlarına. Hatta askerlik süresi boyunca onu uzaktan da olsa görmek için hemen her gün nöbet yazdırırdı, kendine. Onu kaçıracağına ve onunla evleneceğine dair ant içmişti kendi kendine.
Askerliği bir hafta önce bitmiş ve terhis olmuştu, Ankaralı Niyazi. Ama bir hafta önce terhis olmasına rağmen henüz memleketine gitmiş değildi. Kendisinin Ankara’ya gitmesi gerekirken o, Ankara’da oturan babasını ve annesini getirtmişti, kasabanın okulunda görev yapan Ankaralı hemşehrisi Sabahattin Öğretmen’in evine. Bir hafta boyunca hemşehrisi Sabahattin Öğretmen’le birlikte Aslıhan’ı kaçırmak için fırsat kollayıp durdular. Nihayet o akşam fırsattan istifade köy çeşmesine su almaya giden Aslıhan’a eter koklatarak kasabada ikamet eden hemşehrisi Sabahattin Öğretmen’in evine kaçırdılar.
Hemşehrisi Sabahattin Öğretmen’le birlikte kaçırdığı Aslıhan’ın kendine gelmesini bekleyen Ankaralı Niyazi, kendine gelen Aslıhan’a; gördüğü ilk günden beri kendisine âşık olduğunu, deliler gibi sevdiğini, kendisiyle evlenmek istediğini ve bu amaçla kendisini kaçırdığını yoksa başka bir amacının olmadığını, kendisine bir zarar verilmeyeceğini söyler Aslıhan’a.
Bütün bunlardan habersiz olan Aslıhan, kardeşlerine bakacak kimselerinin bulunmadığını, onların henüz küçük olduğunu, onları, özellikle de sekiz yaşındaki erkek kardeşi Hamza’yı büyütmeden evlenmesinin söz konusu olamayacağını söyleyerek köyüne geri bırakılmasını ister.
Aslıhan’ın evlenmemekte kararlı olduğunu söyleyip Ankaralı Niyazi’nin evlilik teklifini geri çevirmesi üzerine bu kez de evlerinde bulunduğu Sabahattin Öğretmen’in eşi Ferhunde Hanım ile kayın validesi olacak Nagihan Hanım girerler devreye.
Sabahattin Öğretmen’in eşi Ferhunde Hanım, Niyazi’nin, ailesinin tek çocuğu olduğunu, çok zengin olduklarını, çiftliklerinin bulunduğunu ve bu eve gelin giderse çok rahat edeceğini söyler. Ardından söz alan müstakbel kayın validesi Nagihan Hanım, isterse hemen Ankara’daki çiftliği kendisinin üzerine tapu edebileceklerini ve kendisi arzu ettiği takdirde kardeşlerini de bu çiftliğe aldırabileceğini söyler Aslıhan’a.
Müstakbel kayın validesi Nagihan Hanım’ın bu önerisi cazip gelir Aslıhan’a. Nasıl olsa günün birinde evlenecekti. Evlendiğinde bundan daha iyisini mi bulacaktı. Hem kendisi evlenip rahata kavuşacaktı, hem de çok sevdiği kardeşleriyle birlikte olacaktı. Bundan iyisi can sağlığı. Biraz zaman istedi onlardan.
—Olur dediler onlar da.
Aslıhan oturdu bir güzelce düşündü. Aklına mantığına danıştı. Sonra verdi kararını.
—Tamam ,evliliği kabul ediyorum, ama bir şartım var, der.
—Şartın nedir? diye sordular.
—Babamı getirin yanıma. Konuşayım kendisiyle. Onun da rızasını alayım, der.
—Olur,derler.
Sonra, aynı kasabada gece bekçiliği yapan baba Çakır, bulunur, getirilir ve kızıyla görüştürülür. Konuşurlar baba-kız baş başa.
Baba Çakır:
—Sen bizi düşünme kızım. Mutlu olacağına inanıyorsan evlen. Evlen ki bari sen rahata eresin içimizden, der.
-Konuşmaları bana güven veriyor, baba. Mutlu olacağıma inanıyorum, diyerek kesin kararını verir Aslıhan.
Karar, oğlanın ailesine bildirilir. Müstakbel kayın validesi Nagihan Hanım’la anlaştıkları üzere önce çiftlik tapu edilir Aslıhan’ın üzerine. Ardından kendi köylerinde başkasının evinde oturan kız kardeşleri Ayten, Ayfer, Yeter ve erkek kardeşi Hazma köyden alınarak yerleştirilir Ankara’daki çiftliğe. Bir ay sonra gece bekçiliğinden emekliye ayrılan baba Çakır da yerleşir, çiftliğe.
Ve sıra gelir düğüne.
Başlanır hemen hazırlıklara. Sonra çifte davul-zurna sesleri yankılanır çiftlikte yedi gün yedi gece boyunca. Böylece Aslıhan girer dünya evine ve erer muradına.
Güzel güzel yaşarlar hep birlikte. Çiftlik evinin tek sahibesi Aslıhan; birkaç yıl sonra kayın validesi Nagihan Hanım, ardından da kayın babası Mürşit Bey’in vefat etmesi üzerine dillere destan koca servetin tek maliki olur.
Kız kardeşleri Ayten, Ayfer ve Yeter evlenip çoluk-çocuğa karışırlarken, çok sevdiği erkek kardeşi Hazma da tıbbiyeyi bitiren genç bir tıp doktoru olmuştur, artık.
Evlendiklerinden iki yıl sonra Arzu adında bir kızı, ondan beş yıl sonra Murat adını verdikleri bir oğlu olmuştur, Aslıhan’ın. Zamanının tamamını çocuklarına ayırmıştı Aslıhan. Henüz küçük yaşlarda iken öğretmenler tutmuştu iki çocuğuna, iyi yetişsinler diye. Gecesini gündüzünü onlara feda etmişti. “Onlar için varım, onlar için yaşıyorum, onlarsız düşünemiyorum kendimi” diyordu.
Kendisi gibi yeşil gözlü olan kızı Arzu, on beşine gelen genç bir kız olmuştu artık. Oğlu Murat on yaşındaydı henüz. Arzu ortaokulda, Murat ilkokulda okuyordu
Evet, o yıl biricik oğlu on yaşına girmişti. Sünnet çağı geçmek üzereydi. Onun sünnet edilmesi gerekiyordu artık. Okullar açılmadan 15–20 gün önce hazırlıklarını tamamladılar. Büyük bir sünnet şöleni başladı. Bu şölene başta dayısı Hazma, teyzeleri Ayten, Ayfer ve Yeter olmak üzere çok sayıda davetli katılmıştı. Özel tutulan aşçılar tarafından hazırlanan yemekler yendi, içkiler içildi şölen boyunca.
Şölenin hemen sonrasında küçük Murat alındı içeriye. Oğluyla birlikte içeri girmesi engellenen anne Aslıhan, hemen oraya, kapının önüne oturuverdi. İçerden sünnet edilirken ağlayan biricik oğlu Murat’ın sesini duyar duymaz hıçkırıklarla ağlamaya başlar.
Onun hıçkırıklarla ağladığını gören oda arkadaşı Neslihan, hemen uyandırır onu.
Evet, kaldığı öğrenci yurdundaki oda arkadaşı tarafından, hıçkıra hıçkıra ağlarken uyandırılan yirmi yaşındaki tıp öğrencisi Güzide’nin bütün bu yaşadıkları bir rüya idi.

                                                                     Mehmet KORKMAZ/ Emekli Eğitimci
 
 
Bugün 87 ziyaretçi (112 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol