NEFERTİTİ



     

   NEFERTİTİ 

Mısır kraliçesi ( M.Ö. 1379-1362), Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tuthankamon’un kayınvalidesidir. Eski Mısır tarihine ilişkin kitapların tamamında onun dillere destan güzelliğinden söz edilir. Adı, "güzellik geliyor", "güzel olan" ya da "güzelden gelen" anlamlarına gelir. Kimi kaynaklarda asıl adı Tadukhepa olarak geçer. Daha sonra ünlü güzelliğinden dolayı Nefertiti ismiyle anılmaya başlanır.

Kraliçe Nefertiti'nin nerden geldiği ve kökeni konusunda kesin bir bilgi mevcut değildir. Kimi araştırmacılar tarafından onun, Mısır dışından asil bir aileden geldiği ileri sürülmektedir. Özellikle gözlerinin çekik olması nedeniyle Asya kökenli olduğunu düşünen çok sayıda araştırmacı da mevcuttur. Yaşadığı dönemin ve özellikle Mısır’ın en güçlü kadınlarından biri olarak kabul görürdü. Zira Nefertiti, kocası Akhenaton, yani dönemin firavunu ile aynı düzeyde bulunuyordu. Öyle ki firavun tarafından uygulanması gereken cezaları ya da yapılması gereken işleri yapabilme yetkisine sahipti. Bu durumdan halk ve özellikle din adamları hiç de hoşnut değildi.  Zira bu durum, Mısır'da alışılmış bir uygulama değildi. Çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçiş sırasında eşine verdiği destek nedeniyle düşmanlarının sayısı bir hayli kabarmaya başlar.  Bu dinsel reformu başaramamasına rağmen Akhenaton yine de dünyanın ilk tek tanrılı dine inanan insanı olarak tarihe geçmiştir. Tahtta çok uzun süre kalamadıkları için halkın ve özellikle din adamlarının memnuniyetsizliği uzun süre devam etmedi. Akhenaton’un, saraya yayılan veba hastalığından ötürü öldüğü öne sürülmektedir. Nefertiti de bir süre tahtta kaldı ve sonra yaşamını yitirdi.

M. Ö.1350’li yıllarda yaşayan firavun IV. Akhenaton’un karısı olan Nefertiti; son derece güzel, akıllı ve bilgili, azimli ve gururlu bir kişiliğe sahipti. Kocasını çok seviyor ve karşılığını da alıyordu. Ama buna rağmen kraliçenin mutlu olduğu söylenemezdi. Zira herkesten saklı tuttuğu gizli bir derdi, bir elemi vardı. Bu konuda zamanın kaynakları Aton dinini getirdikleri için tanrılar tarafından erkek çocuk doğurmamakla cezalandırıldığını söylerken, eşi de tanrıların sembolü olarak kabul edilen putları yerle bir edip onların yerine Aton kültünü getirmekle suçlanıyordu. Bir başka ifadeyle tanrılar tarafından kendilerine kesilen cezaya karşı çıkan firavun, onların varlığını kabullenmiyor ve neticede Nefertiti’ye kesilen ceza, onu sonsuz bir üzüntüye ve mutsuzluğa kapılmasına yol açmıştır.

Nefertiti'nin mutsuzluğunun temel nedeni neydi?

Bu bilgili, son derece zeki ve aynı zamanda güzel kadının yaşamı, günümüzde genel hatlarıyla ortaya konmuştur. Nefertiti, subay bir babanın kızıdır. Hanedan mensubu falan değildi. Kocasıyla birlikte yeni bir din olan ''Aton'' kültünü yaymaya çaba göstermiştir. Birçok tanrı yerine sadece güneş tanrısına tapınmak, bu dinin temel esasını oluşturuyordu. Ama öteki tanrılara tapınan rahipler, onun bu yoldan çıkmışlığının cezasız kalmayacağını söylediler. Düçar olduğu üzücü durumu da bu cezanın gerçekleşmesi olarak yorumladılar. Altı kız çocuk doğurmasına rağmen taht varisi olacak bir erkek çocuk doğuramaması, Nefertiti’nin mutsuzluğunun gerçek nedeniydi.

Nefertiti’nin kocası, Eski Mısır Hanedanlığı’nın XVIII. sırasında yer alan ve M. Ö. 1353-1336 arasında hüküm süren ve sonradan adını Akhenaton olarak değiştiren firavun Amenhotep’tir. Akhenaton, iktidar koltuğunda oturduğu süre içinde Mısır kültüründe bir devrim gerçekleştirmiş ve Mısır inancında radikal değişiklikler yapmıştır. Çoklu tanrıcılığı benimseyen Mısırlılar onun etkisiyle tek tanrılı bir inanışa doğru yönelmeye başladılar. Tarihçilerden bir kısmı, onun dinsel görüşlerini, o dönemde Mısır'da yaşayan bir grup Yahudi’ye bağlayarak bir biçimde firavunun Mısır Yahudilerinden etkilendiği düşüncesini ortaya atarlar. Akhenaton tarafından dinsel anlamda halka sunulan ve kısmen de olsa kabul gören yenilikler, eski Mısır'ın dinsel inanışına ve tapınaklarına karşı duyulan ilginin azalmasına yol açmıştır.  Bu da eski papaz ve diğer din adamlarının, halk üzerindeki etkinliklerinin zayıflamasına neden olmuştu. Bunun sonucunda da Firavun, bu yaptıklarıyla eski Mısır dinsel inancının temsilcileri konumunda bulunan papazlarının nefretini kazanmıştı. Nefertiti ve kocası Akhenaton tarafından yayılmaya çalışılan bu yeni dinsel inanç uğruna eski tapınakların tamamını yok ederek yeni bir başkentin inşasına başladılar. Bu dönemde Mısır sanatı gerçekçi bir çizgiye yaklaşmaya başladı.

Michelle Moran kitabı “Nefertiti – Mısır’ın Kraliçesi, Sonsuzluğun Kızı”ndan alıntıdır:

Saçları siyah, gözleri koyu renk, ufak tefek ve bronz tenliydi. Elmacık kemikleri avuç içine alınabilecek kadar belirgindi. Kraliçelerin bile gözlerini alamayacağı kadar güzeldi; iyi bir eğitim almış, kendini son derece geliştirmişti. Bir Mitanni prensesinin kızıydı o. Bakanların hem korku, hem de kıskançlık duyduğu bir kadındı. İnsanları büyüleyen, büyüleyemediklerini de zekâsıyla kolayca alt edebilen birisiydi. Amacı, insanların lideri olmak, ölümsüzleşmek ve tarihe geçmekti. Sonsuzluğun peşindeydi. Kusursuz bir gülüşü vardı. “Kadınlığını” kullanmayı biliyor ve bu nedenle kısık sesle konuşuyordu erkeklerle. Böylece onu duyabilmek için eğiliyorlardı. Gülüşünü idareli kullanıyor, gülümsediği anda da erkekler kendilerini onun ışığında yıkanmış gibi hissediyorlardı.

Politikti yaşama bakışı. Bir tanrıyla evlenip tanrıça olmak peşindeydi. Daha da ötesini istiyordu aslında. “Tanrılar kendilerine yetiştiğim için beni cezalandıracaklar mı” diyebilecek kadar ötesini… Ölümü göze alabilecek kadar cesurdu aynı zamanda. Kurnazdı ve kontrol edilemez bir gücü vardı. Vahşi bir özgüven sahibiydi. Hedefine kilitleniyor ve bu yolda her şeyi meşru sayıyordu. Zaman akıyor, ekmek ve şarapla satın alınmış halkın sevgisiyle yüzü ışıldayan bir firavuna dönüşüyordu Nefertiti.

Acı son, tüm hızıyla gelmişti bu mağrur kadının üstüne, ölümsüzlüğüne inanmaya başladığı gün, aslında yalanlarla kuşatılmıştı. O andan itibaren tüm cesareti bir korkuya dönüşmüştü. Her an bir suikasta uğrama endişesi tüm benliğine hâkim olmuştu. Kaybedecek çok şeyinin olması, korkularını her geçen gün arttırmıştı.

Aşkın, ihanetin, iktidar mücadelelerinin ve din çatışmalarının alabildiğine yoğun olduğu bir dönemde karabasan gibi çöken ve “tanrılaşmış” ihtişama bir son veren “kara ölüm”… Veba…

Önce insanlar nefeslerinde bal kokusu hissediyor, sonra koltukaltlarında ve kasıklarında yumrular oluşup kararıyor ve sızıntı yapıyor. Binlerce insan sokaklarda can veriyor acıyla. Kara ölüm, firavunun kalın duvarlarla çevrili sarayına da giriyor ve firavunu alıyor önce.

Mehmet KORKMAZ
   Emekli Eğitimci, Şair, Araştırmacı Yazar





 
Bugün 78 ziyaretçi (103 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol